Halis ECE

Her şey yerinde hoş, zamanında-zemininde ve ölçüsünde olursa güzeldir. Gülmedeki ölçüyü Habibi (s.a.v.) vasıtasiyle bizlere hatırlatan Rabbimiz (c.c.), “Az gülsünler, çok ağlasınlar” (1) buyuruyor. Gülmenin hem mahiyeti hem miktarı az olacak… Yani kahkaha ile değil tebessümle, yerli-yersiz değil yeri geldiğinde az ve öz gülecek mü'min. Meselâ gülünecek yerde insanın bir ölçü dâhilinde gülmesi hoştur; ama ağlanacak yerde gülmesi elbette ki nâhoştur. Yine lâubâliliğin ifâdesi olan kahkahayla gülmek de hoş görülmemiştir dinimizde... Çünkü böyle bir gülüş, kalbi karartan hatta öldüren gülmelerdir. Mü’minin gülmesi tebessümdür. Tebessüm, onun temiz fıtratının bir ifadesidir.


Bununla beraber bazan dalgın, bazan süzgün-sâf-nûrâni, bazan da somurtkan veya sinirli olabiliriz. Ama en güzeli, her hâlükârda mütebessim olabilmektir.

Sahâbe-i kiramdan Câbir bin Semûre (r.a) Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) gülmesini anlatırken, “Nebî (s.a.v.), rahatsız edici ölçüye varan bir aşırılıkta gülmezdi. Onun gülmesi tebessümdü. Her tebessüm edişinde, dişleri inci tanesi gibi görünürdü.” der. Abdullah bin Hâris hazretleri de Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (s.a.v.) güleryüzlülüğünü, “Rasûlüllah’tan daha çok tebessüm eden kimse görmedim” diyerek anlatırlar.
Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) bazan da yanındakileri güldürmek, tebessüm ettirmek için şaka yapardı. Ancak, “Ben de şaka yaparım ama sadece doğruyu söylerim” buyurarak şakadaki ölçüyü hatırlatırlardı.

Görüldüğü üzere dinimiz, ölçü çerçevesinde kalınmak şartıyla mizaha, şakalaşmaya da müsaade ediyor, yer verir. Zaten hep asık surat, hep ciddiyet içerisinde bir hayat yaşanmaz-çekilmez olur zamanla… İnsanı ferahlatan, tebessüm ettiren şakalar hem dinlendirir, hem de toplumda muhabbet ve sevginin artmasına vesile olur. İşte Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) tebessüm ettiren ve onun engin müsamahasını bizlere anlatan bir hâdise...

Ashaptan Râbia bin Asuran (r.a.) anlatıyor:

“Resûlüllah’a bir bedevî geldi. Devesini avluya çökertip mescide girdi. Ashaptan birisi ensârdan Nuayman bin Amr’a, ‘Şu deveyi boğazlasan da yesek. Ete hasret kaldık. Rasûlüllah bunun bedelini öder’ dedi. Nuayman deveyi kesti. Bedevî dışarı çıkıp hayvanını (kesilmiş halde) görünce, ‘Vaaa başıma gelenlere yâ Muhammed!’ dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) çıkarak, ‘Bunu kim yaptı' diye sordu. ‘Nuayman’ dediler.

“Rasûlüllah Efendimiz Nuayman’ı araştırıp sordu. Onu Zübeyr bin Abdülmuttalib’in kızı Dubaa’nın evinde buldu. Nuayman, evde bir çukura saklanmış, üzerine de hurma kabukları ve hurma yaprakları örtmüştü.
“Bir adam Nuayman’ın bulunduğu yeri işâret ederek yüksek sesle, ‘Onu göremiyorum yâ Resûlallah[Ne hoş bir tarz değil mi!] dedi ve eliyle de bulunduğu yeri işâret etti. Rasûlüllah Efendimiz onu bulunduğu yerden çıkardı. Üzerine düşen hurma yaprakları ile Nuayman’ın yüzünün rengi değişmişti. Rasûlüllah (s.a.v.), ‘Bunu yapmana sebep nedir?’ diye sorunca Nuayman, ‘Yâ Resûlallah, bazıları bunu benim aklıma düşürerek yaptırdılar’ dedi. Rasûlüllah (s.a.v.), Nuayman’ın yüzünü okşadı, gülmeye başladı… Sonra da bedevînin devesini ödedi.” (2)
***

İşte Asr-ı Saâdet’te şaka ve tebessüm ve engin müsâmahasıyla bütün zamanlara ışık tutan Peygamberler Peygamberi’nin (salavâtullâhi ve selâmuhû aleyhi ve aleyhimüsselâm) şakaya karşı takındığı tavır...

Âlemlere rahmet Efendimiz’in (s.a.v.), güldüğü zaman dişleri dolu taneleri gibi parlardı... Ama gülüşü tebessümden ibaretti. Kahkaha ile gülmekten hayâ ederdi. Eğer kahkaha ile gülecek olsa, Arş-ı A‘lâ titrerdi. Bu sebeple, ömrü boyunca hiç kahkaha ile gülmedi.
***

Ebû Hüreyre radıyallâhü anh anlatıyor:

“Bir gün Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem ashâbına,
— Şu kelimeleri kim [benden] alıp, onlarla amel edecek ve onlarla amel edecek olana öğretecek? buyurdular.

Hemen atılıp dedim ki:

— Ben! Ey Allâh'ın Resûlü!

Bunun üzerine Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) elimden tuttu ve şu beş şeyi saydı:

1. Haramlardan sakın ki, Allâh'ın en âbid kulu olasın!

2. Allâh'ın [yaptığı taksimatta] sana ayırdığına râzı ol ki, insanların en zengini olasın!

3. Komşuna ihsanda bulun ki, [kâmil] mü'min olasın!

4. Kendin için istediğini başkaları için de iste ki, [hakiki] Müslüman olasın!

5. Fazla gülme ki, [kalbi ölenlerden olmayasın.] Zira fazla gülmek, kalbi öldürür.” (3)
***

Evet insan yeri geldiğinde gülmesini de güldürmesini de bilecek. Ancak, her şeyde olduğu gibi burada da ölçüyü kaçırmayacak... Hep itidal üzere olacak ki, Cenâb-ı Hakk’ın rızası dışında bir şey yapmış olmasın.

Şair-i azam Abdülhak Hâmid Tarhan’ın dediği gibi, elbette ki “Vatan ağlıyorken, gülmek haramdır.”
***

NÜKTE
KÖR ŞAİRİN CEVABI

Hilâl-i Râi’nin bir dostu vardı: Kör şâir (pardon, “görme engelli”) Beşşâr. Hilâl ona arasıra ağırca lâtifeler yapardı. Bir gün yine dedi ki:

— Hazret, Cenâb-ı Hak bir kimseyi görmekten mahrum ederse, onun yerine başka bir nimet verirmiş. Senin ki nedir?

Beşşâr cevap verdi:

— Sizin gibilerin yüzünü görmemek...
***

BİZDE SELÂM TEMENNÂ USÛLÜ VERİLİR

İbnülemin Mahmud Kemal İnal Bey'in konağına ilk defa giden genç bir tıbbiyeli, içeriye adımını atar atmaz büyük bir gaf yapar. Orada bulunan zevâtı selâmlamak maksadıyla, birkaç kere başını öne arkaya sallar. Böyle şeylere son derece dikkat eden Mahmud Kemal Bey, öfkeli bakışlarını bu acemi gence çevirir ve haşin bir üslupla sorar:

— Evlâdım, senin adın ne?

Genç adam şaşkınlıkla cevap verir:

— Mustafa efendim!

Mahmud Kemal İnal Bey, gence tevcih ettiği şu sözlerle, orada hazır bulunanları gülmekten kırıp geçirir:

— Bak oğlum, adın tam bir Müslüman adı. Bizde selâm temennâ usûlü verilir. El, aşağıdan yukarı kaldırılır, kalbe götürülür, sonra başa konulur ve, “es-Selâmü aleyküm” denir. Ne o, ‘senin de, senin de...’ der gibi başını sallıyorsun?
***

FIKRA
YEDEKTE AKIL VAR MI?

Klasik ukalâdan biri, yolda seyir hâlindeyken âniden arabasının bir tekeri fırlar. Güç belâ kaza yapmadan durur. Arabadan iner. Hemen aklına yedek tekeri gelir ve onu takmak ister. Fakat tekerleklerle birlikte bijonların da uçtuğunu görünce nâçar kalır.

Çaresizlik içinde kalan ukâlamız düşünür, taşınır; ama bir hâl yolu bulamaz. Sonunda bir kurtarıcı bulup, tâmirciye kadar arabasını çektirmeye karar verir. Tam da arabayı kilitleyip gidecekken, yol kenarındaki tel örgünün içerisinden birisinin seslendiğini duyar:

— Hey kardeş geçmiş olsun. Hayırdır?

Bizimki hâdiseyi anlatınca adam bir kahkaha atar ve:

— Nasıl olsa, der, yedek tekerin var. Diğer tekerleklerden birer bijon sök. Tekerini tak. Yoluna devam et. Sonra dört bijon alır, boşlukları doldurursun.

Bu fikir, bizim kazâzede ukalânın çok hoşuna gider ve hemen tatbik eder, yola koyulur. 150-200 metre gittikten sonra yandaki tel örgüde bir yazı okur: “Akıl Hastanesi.” Hemen geri dönüp kendisine akıl veren adama sorar:

— Sen burada mı kalıyorsun?

— Evet!

— Doktor musun?

— Hayır!

— Hasta bakıcı?


— Hayır kardeşim ben deliyim, deli! Ama aptal değil.


DİPNOTLAR
(1) Tevbe sûresi, 82. Bu ayet-i kerimede, Kur’an-ı Hakim’in mana bakımından güzelliklerini ortaya koyan edebi kaidelerden mukabele’yi görmekteyiz. Mukabele, birbirine uygun iki veya daha fazla lafızların bir arada gelmesi, sonra da bu tertip üzere zıtlarının getirilmesidir. Meselâ: “Az gülsünler, çok ağlasınlar” mealindeki bu ayete baktığımız zaman görürüz ki; önce az gülmek, sonra da buna mukabil çok ağlamak, tertip üzere yan yana getirilmişlerdir.
(2) İbn Hacer, el-İsabe fi Temyizi’s-Sahabe, 3, 570.
(3) Tirmizî, Sünen, Zühd, 2.

Go to top