“Hadis-i şeriflerden alarak; İşlerin kötüsü, sonradan ortaya çıkan şeylerdir. Dînin aslında olmayıp, sonradan meydana gelen her şey bid‘attir. Her bid‘at ise sapıklıktır. Hz. Allah; bid‘at sahibinin orucunu, haccını, ömresini, cihâdını, nâfilelerini ve tevbesini kabul etmez. Hamurdan kılın çıktığı gibi İslâm’dan çıkar. Devirlerin hayırlısı benim devrimdir. Yani, benim içerisinde yaşayıp bulunduğum zamandır. Ondan sonra, benim zamanıma yakın olan devirlerdir. Daha sonra ‘kizb (yalan)’ yayılır ki, onlara îtimat etmeyin.”

Evet; Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, kavl-i şerîf-i Muhammedî’lerinde sâdıktır, o doğruyu söylemiştir. Lâkin bid‘at ehlinden murad; kelâm kitaplarında gayet genişçe anlatılan sapık fırkalardır. Yoksa, tarîkat-i Muhammediye ehli, bid‘at ehli değildir. Aslâ “tarîkat ehli, zikir ehli olduğundan dolayı bid‘at ehlinden sayılırlar” da denilemez. Zira zikir, âyet ve hadislerle me’mûrun bih olan yani yapılması emredilen bir keyfiyettir. Bu münâsebetle zikir, kat‘iyyen bid‘at olamaz.
Ve eğer, “râbıta ehli olduklarından dolayı bid‘at ehlindendirler” denilecek olursa, o da büyük hatâdır. Çünkü râbıta-i şerife de, yine zikir gibi âyet, hadis, âsâr (eserlerde) ve ehlüllâhın icmâı ile sâbittir. Binâenaleyh, râbıta-i şerife de bid‘at değildir.

Yine, zamanların en hayırlısı Resûlüllâh’ın (s.a.v.) zamanı olduğuna göre, onun zamanındakilerin de tamâmının râbıta ehli oldukları güneşten bir zerre, deryâdan bir damla misâli açıklandı.
Kizb”ten murad ise, bid‘at ehlinin sözleridir... Deccâl’in fitnesidir. Yoksa Allâhü zû’l-Celâl’in kullarına, ma‘rifet-i İlâhiye’nin yolunu gösteren, mîzân-ı kulûbten müridlerin mecrâ-yı kulûbüne (mürşidlerin kendi kalblerinden müridlerin kalbine), zevki tadanlarca mâlum olan feyz-i İlâhî’yi akıtan mürşid-i kâmili vesîle edinmek ve ona sâdık bir şekilde râbıta yapmak “kizb (yalan)” değildir.