Âlemlere Rahmet Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) ile Müslümanlar, Medine’de namazlarını, Al­lah’ın emriyle, “peygamberler makamı” olan Ku­düs’e, yani Beytü’l-Makdis’e doğru kılarlardı. Fakat Peygamber Efendimiz (s.a.v.), öteden beri tevhid akîdesinin müstesna bir âbidesi olan yeryüzünün ilk mâbedi ve ceddi Hz. İbrahim’in kıb­lesi olan Kâbe’ye doğru yönelerek namaz kılmayı kalben arzu ve temenni edi­yordu. Müslümanlar da, hassaten muhacirler, kalplerinde aynı arzuyu taşı­yorlardı. Çünkü beş vakit namazlarında Kâbe’ye yönelmek, vatanları Mekke’yi de yâdetmeye bir vesile olacaktı.

Yahudilerin de, “Muhammed ve ashabı, biz gösterinceye kadar kıblelerinin neresi olduğunu bile bilmiyorlardı!” diyerek sinsice de­di­koduda bulunmaları onları rahatsız ettiğinden bu arzuları daha da kuvvetleniyordu. Bu sebeple, Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), tahvîl-i kıble için vahyin gelmesini bekliyor, Ceb­rail’i (a.s.) gözetliyor ve Kâbe’yi temenni ederek dua ediyordu.

Nitekim bir gün, gelen Hz. Cebrail’e (a.s.) bu arzusunu izhar etti: “Rabbimin, yüzümü Yahudilerin kıblesinden Kâbe’ye çevirmesini arzu ediyorum!”

Cebrail (a.s.), “Ben bir kulum! Sen, Rabbine niyazda bulun. Bunu O’ndan is­te!”[İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 241; Taberî, Tarih, c. 2, s. 265] dedi.

Bunun üzerine, Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) de, Beytü’l-Mak­dis’e mütevecci­hen namaza duracakları zaman başını semâya doğru kaldırmaya başladı.

Nihayet, Medine’ye hicretin 17. ayında, kıblenin Mes­cid-i Haram’a doğru çev­rildiğini bildiren şu ayet-i kerime nâzil oldu:

قَدْ نَرَىٰ تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاءِ ۖ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا ۚ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ ۚ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ ۗ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ ۗ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ

“(Ey Rasûlüm! Vahyin gelmesi için) yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Bunun için seni, râzı olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Şimdi, yü­zünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ey mü’­minler! Siz de her nerede olursa­nız, yüzünüzü namazlarda o mescit tarafına çevirin!” [Bakara suresi, 144]

Bu vahiy geldiği sırada Re­sû­lul­lah Efendimiz, Müs­lü­man­lara, daha sonra Mescidü’l-Kıbleteyn adıyla anılacak olan mescidde öğle namazını kıldırıyordu. Na­ma­zın ilk iki rek’atı kılınmış, sıra son iki rek’ata gelmişti. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ağır-ağır yönünü değiştirdi ve mübarek yü­zünü Kâbe’ye doğru çevirdi. Müslümanlar da Efendi­mizle (s.a.v.) birlikte o tarafa döndüler (Hicret’in 2. senesi / Milâdî 623). [İbn Sa’d, Tabakât, 1, 241-242] 

İki Kıbleli Mescit

Diğer bir rivayete göre, Rasûl-i Kibriya Efendimiz, Re­ceb ayının bir Pazar­tesi günü Benî Seleme semtinde otu­ran Bişr b. Berâ’nın annesi Ümmü Bişr’i zi­yarete gitmiş­lerdi. Kendisine yemek yapıldı. Yediler. Bu sırada öğle na­mazı vakti girdi. Pey­gam­be­ri­miz, oradaki mescitte Müs­lümanlarla birlikte iki rekât kıldıktan sonra namaz için­de Kâbe tarafına dönmesi emrolun­du. Derhal cema­atle birlikte yüzlerini Mescid-i Haram tarafına çevirdiler.

Bu sebeple, Benî Seleme Mescidi’ne “Mescid-i Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescit)” adı verildi. [İbn Sa’d, Tabakât,1, 241-242; Belâzurî, Ensab, 1, 246]

Sevgili Pey­gam­be­ri­mizin (s.a.v.) emri üzerine, bütün Müslümanlara kıblenin Mescid-i Ak­sâ’dan Mescid-i Haram tarafına çevril­diği duyuruldu.

Kıble’nin Kâbe olarak tesbit edilmesi, bir kısım Müslümanların telâşına se­bep oldu; çünkü kıble değiştirilmeden önce Bey­tü’l-Mak­dis’e doğru namaz kıla­rak vefat etmiş veya şehit edilmiş Müslümanlar vardı. Bunun için huzur-u Risâlete gelerek, “Yâ Ra­sû­lal­lah! Daha önce ölen Müslüman kardeşlerimizin durumu ne olacak? Onlar Bey­tü’l-Makdis’e doğru namazlarını eda etmişlerdi” diyerek endişelerini izhar ettiler.

Cenab-ı Hak, Müslümanların bu endişelerini de, inzal buyurduğu ayet-i ke­rimeyle giderdi:

وَكَذَٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا ۗ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنْتَ عَلَيْهَا إِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلَىٰ عَقِبَيْهِ ۚ وَإِنْ كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلَّا عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللَّهُ ۗ وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ

İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resul'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırt etmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.” [Bakara suresi, 143]

Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), Medine’ye teşrif edip Bey­tü’l-Mak­dis’­e doğru namaz kılmaya başlayınca, Arap müşriklerinin gücüne gitmişti. Bilâhare kıble Kâbe’ye tahvil buyrulunca, bu sefer Yahudilerin gücüne gitti ve tekrar dedi­kodu yapmaya, fitne fesat çıkarmaya koyuldular! Hatta âlimlerinden birkaçı Ra­sû­lul­lah’a gelerek, “Yâ Muhammed! Üzerinde bulunduğun kıblenden seni döndüren nedir? İbrahim’in milleti ve dininde bulun­duğunu söyleyen, sen de­ğil misin?” dediler. Sonra da şu sinsi teklifte bulundular:

Eğer şimdiye kadar üzerinde bulunduğun kıblene tekrar dönersen sana tâbi olur, seni tasdik ederiz!

Yukardaki ayetle birlikte 142’nci ayet bu hadiseyi anlatmaktadır:

. سَيَقُولُ السُّفَهَاءُ مِنَ النَّاسِ مَا وَلَّاهُمْ عَنْ قِبْلَتِهِمُ الَّتِي كَانُوا عَلَيْهَا ۚ قُلْ لِلَّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ ۚ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ

“(Medîne’deki Yahudi ve münafık) insanlardan bir­takım beyinsizler, akıl­sızlar da, ‘Müslü­manları bulun­dukları kıbleden çeviren ne?’ diye­cekler. Onlara de ki: “Doğu da, batı da Allah’ındır. O, kimi dilerse doğu yola çıkarır”.

Ve yine şöyle buyurmuştur Mevlâmız:

. وَلَئِنْ أَتَيْتَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ بِكُلِّ آيَةٍ مَا تَبِعُوا قِبْلَتَكَ ۚ وَمَا أَنْتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْ ۚ وَمَا بَعْضُهُمْ بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍ ۚ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ ۙ إِنَّكَ إِذًا لَمِنَ الظَّالِمِينَ

 “Yemin olsun ki (Habibim!) Sen ehl-i kitaba her türlü ayeti (mûcizeyi) getirsen yine de onlar senin kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine dönmezler. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman sen hakkı çiğneyenlerden olursun.” [Bakara suresi, 145] 

Kuba Mescidi Kıblesi

Kıble Mescid-i Haram tarafına çevrildikten sonra, Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Kuba’ya gitti ve İslam tarihinde inşa edilen ilk mescit olan Kuba Mescidi’nin Beytü’l-Mak­dis tarafına olan kıblesini de Kâbe’ye doğru çevirtti. [Bkz. Salih Suruç, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Hayatı]

***

Bu mevzu ile ilgili bir soru ve cevabı:

SoruKıble değiştiği esnada imam olan Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) öne geçti? Yani; Kıble’nin, Kudüs’teki Mescid-i Aksâ'dan Mekke’deki Kâbe-i Muazzama'ya döndürülmesi sırasında, Efendimiz (s.a.v.) cemaatin önünde Kuzey istikametine / Mescid-i Aksâ’ya doğru namazı kılarken üçüncü rek’ate kalkıldığı esnada, emr-i İlahi icabı Kıblesini Güney istikametine (Kâbe’ye) doğru çevirdiği anda cemaat da aynı şekilde Güney istikametine döndüğünde; Efendimiz cemaatin en arkasında kalmış oluyor. Namazda yürüyerek cemaatin önüne mi geçti, yoksa namaza öyle mi devam etti? Namazın sıhhati bakımından bu durum nasıl izah edilebilir?

Cevap: Mekke'ye yani Kâbe'nin bulunduğu yöne dönülmesi emri, namaz cemaat halinde eda edilirken gelince, İmam olan Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) en arkada kaldığı için öne geçti… Ve sırasıyla erkekler onun arkasına, kadınlar da erkeklerin arkasına geçmişler; namazı bozmadan bu yer değiştirme işini yapmışlardır. Bu hareket fıkhî bakımdan amel-i kesîr olduğu halde, bu duruma ve o ana mahsus olmak üzere namazı bozmamıştır. 

Kıblenin değişmesi esnasında kılınmakta olan namazda, kadınların oranı yüzde kırktır. Yüzde on'luk fark ise, herhalde âdetli ve lohusa kadınlar sebebiyle olmalıdır.

Go to top