Halis ECE

[Hicrî 1427 / M. 2006 yılı Kurban bayramında kaleme alınmış bir yazımız… H.E.]

Bugün bayram… 

Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.), kurban gününün İslâm ümmetine Cenâb-ı Hak tarafından bayram kılındığı müjdeli haberini vermiş... Ümidimiz ve niyâzımız odur ki; bu mübarek bayram, İslâm âleminin intibâhına-uyanışına, hayırların fethine, şerlerin def’ine vesîle olsun.

Bayramlarda duâların daha ziyâde kabûle yakın olmasının sebebi, mü’minler arasındaki muhabbetin, olması gereken seviyeye-kıvâma gelmesindendir. Bir olan Allâh’a inanan ve kalpleri hep birlikte atan muvahhitlerin muhabbetleri, Allâh’ın inâyetine, rahmetinin coşmasına vesîledir. 

İşte bayram günü, yeri-göğü şevke getiren “Allâhü ekber” sadâları ile kılınan bayram namazı, Ümmet-i Muhammed’in azametini ve tâkip edilen yolun ne kadar kıymetli, istikametli ve ne kadar letâfetli olduğunu basîret sahiplerine gösterir. Temiz kalplerden yükselen samimi duâlar, bayramlarda öyle azametli bir yekûn teşkil eder ki, rahmet-i ilâhî bunların reddine müsâade etmez. 

O gün, kıblesi Ka‘be olan herkesin yüreği, yuvasından fırlayacakmış hissini verecek kadar İbrâhimî bir sadâkat ile İsmâilî bir itâat ve teslimiyetin lezzetini bir arada yaşar. 

Getirdiği nûr ile insanlığı küfür karanlıklarından kurtaran Allâh’ın Habîbi’ne inanan herkes, onun, “Bugün bayramdır. Bayramımıza önce namaz kılarak başlıyoruz. Sonra evlerimize dönüp, kurbanlarımızı keseceğiz. Kim bu şekilde hareket ederse, bayramı sünnetimize uygun olarak kutlamış olur” mealindeki tâlimatlarına gönülden inkıyâd ederek, istidâdı nisbetinde bayramını idrâk etmiş olur. 

Kevser’e kavuşmak ümidiyle, onun sürûrunu yaşarlar ve Kevser’i ihsân edecek olan Rabb’ine şükür için namaz kılıp kurban keserler. Derilerini-kellelerini ve etlerinin fazlalarını da, bunları değerlendirebilecek muhtaç durumdaki Müslümanlara, İslâmî hizmet müesseselerine, ilim-irfan yuvalarına tasadduk ederler.

Bununla beraber âhir zaman mü’minleri olarak bizler, neş’e ve sevinç zamanları olan bayramları, çoktan beridir hüzünle ve kederle karışık idrâk etmeye alıştık, desek yeridir herhalde... 

Sa‘di-yi Şirâzî, “Defîne ile yılan, gülle diken, sevinçle gam bir aradadır” der. 

Biz ise; yılanların bolluğundan defînemizin, dikenlerin çokluğundan güllerimizin, yüreğimizi kavuran keder ateşinin şiddetinden âdeta hakiki sevincimizin ve saâdetimizin adresini kaybettik... 

Âhir zaman fitneleri ve imânımıza taarruz edip feyzimize-nûrumuza mâni olmaya çalışan bedbahtların hîle ve tertipleri, Şeytânın ve nefs-i emmârenin tuzakları kalbimizin-rûhumuzun, iç âlemimizin şüphesiz yaralarla-berelerle dolmasına sebep oldu. Bedenen belki hürüz, ama rûhen de öyle miyiz? Nefsin esâretinden kurtulabildik mi?

İşte bütün bu maddî-mânevî sıkıntı ve ıztıraplardan dolayıdır ki; bayramlarda bile sevinemez, tebessüm edemez olduk... Hatta tebessümü unuttuk! 

Sabır ve tahammül sınırlarımız zorlandı. Ancak, “Üzerimize bir keder dağı yıkılsa bile, hiç üzülmeyeceğiz. Çünkü şafak, yüzbin yıldızın kanı dökülmeden sökmez” diyen şâirin işâret ettiği şuuru henüz kaybetmedik, ümidimizi kaybetmeyeceğiz, kaybetmemeliyiz! Çünkü Allâh’ın rahmetinden ümit kesilmez. O bakımdan; 

"Devran zor olsa da ufuktaki görüntü sahte fecir değil, umutlanın!" diyoruz. 

Hatırlayınız; Kur’an-ı Kerim’de güzel ahlâkıyla, Allâh Teala’ya sadâkatıyla övülen ve örnek gösterilen bir peygamber olan Hz. Yâkub, diğer oğullarının Hz. Yûsuf’a kurdukları hîleli plan üzerine Allah’tan ümidini hiç kesmedi… Bütün samimiyetiyle O’na sığınıp evladının geri gelmesini yine O’ndan istedi… 

Ben, dedi, sadece gam ve kederimi Allâh’a arz ediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahy ile) biliyorum.” (Yûsuf sûresi, 86) Sonra da devamla şunları söyledi: "Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf’u ve kardeşini iyice araştırın, Allâh’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü, kâfirler topluluğundan başkası Allâh’ın rahmetinden ümit kesmez.” (Yûsuf sûresi, 86-87) 

Bizler de Yûsuf’umuzu-Yûsuflarımı’zı veya yuvamızı-yurdumuzu, malımızı-servetimizi, hatta sağlığımız kaybetmiş olabiliriz. Lâkin kâmil mü’minin bâriz vasıflarından biri, “dâima ümitvâr olmak”, hiçbir zaman ve zeminde “ye’se-ümitsizliğe düşmemek”tir. O bakımdan bütün sıkıntılı zamanlarımızda Rabb’imize iltica etmeli, her şeyimizi olduğu gibi üzüntü ve kederimizi, şikâyetlerimizi de O’na havâle etmeliyiz. 

Cenâb-ı Rabbi’l-âlemînden, Habîb-i edîbi ve diğer sevdikleri hürmetine, ümmetinin bayramlarını hakiki bayram olarak yaşamayı nasip etmesini diler, sağlık ve âfiyet üzere rızâsına uygun olarak daha nice bayramlara kavuşturmasını niyâz ederim.

Go to top