Halis ECE

 Oruç keffâreti, Ramazan ayında bir özür bulunmaksızın belli şartlar içinde orucunu bozan bir mükellefin, Müslüman veya gayr-i müslim bir köle veya cariye azad etmesidir. Buna gücü yetmiyorsa, arka arkaya kesinti yapmaksızın iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmezse altmış fakire (sabah-akşam) yemek yedirir. 

Oruç keffâreti böyle yemek yedirmekle olabileceği gibi, yiyeceği aynen verip temlik etmekle de olur. (Oruç keffâretinde böyle sırayı gözetmek hem Hanefîlerce, hem de Şafiîlerce gereklidir. Malikîlerde sıra gözetmek yoktur, insan dilerse köle azad ederek, dilerse oruç tutarak ve dilerse yemek yedirerek bunu yapar.) Bkz. http://www.halisece.com/index.php/islami-makaleler/344-keffaret-nedir-kac-kisma-ayrilir

Yemek, aç olan büluğa ermiş veya yaklaşmış altmış fakiri sabah-akşam doyuracak kadar yedirmektir. Bu yedirilecek yemek yalnız buğday ekmeği de olabilir; buğday ekmeğinin yanında katık mecburiyeti yoktur. Fakat katıksız arpa ekmeği yeterli değildir.

Eğer yüz yirmi fakire yalnız bir vakit yemek yedirilse, bu ancak altmış fakire yedirilmiş sayılır. Bunlardan altmış fakire tekrar sabah veya akşam yemek yedirmek gerekir. Böyle altmış fakire bir defa yemek yedirildikten sonra dağılıp gitseler, ya gelip hazır olmalarını beklemeli, ya da tekrar altmış fakiri sabah-akşam doyurmalıdır.

Oruç keffâretinin eşya verilip temlik yolu ile yapılmasına gelince, altmış fakirden her birine beş yüz yirmi dirhem (yarım sa', 1 sâ‘ yaklaşık 2.917 gr’dır) buğday veya bin kırk dirhem (bir sa') arpa veya hurma veya kuru üzüm verilir. Bu, tam bir fitre sadakası mikdarıdır. Bunların kıymetini vermek de caizdir.

Oruç keffâretinde bir fakire altmış gün sabah-akşam yahut yüz yirmi sabah veya yüz yirmi akşam yemek yedirmek de yeterlidir. 

Yine, bir fakire iki ayda her gün ya aynen (nesne-mal) veya kıymet olarak birerden altmış fitre sadakası verilmesi de yeterlidir. Fakat bir fakire bir günde topluca verilecek altmış fitre mikdarı, yalnız bir günlük fitre yerine geçer. Onun için her gün bir fakire bir fitre mikdarı verilir. Bu keffâretlerde uygulanır.

Oruç keffâretinin iyi hâl sahibi olan fakirlere verilmesi daha faziletlidir. İmam Ebû Yusuf'a (rh.) göre, bu keffâret bedeli gayr-i müslim fakirlere verilemez. Fetva da buna göredir.

Oruç keffâreti, oruç tutmak suretiyle olunca, bunda kesintisiz arka arkaya tutmak şarttır. Onun için oruca başlayan kimse, ara vermeden iki ay oruç tutar. Eğer daha iki ay dolmadan herhangi bir sebeble orucunu bozarsa, yeniden iki ay oruç tutmaya başlar. Bundan kadınların lohusa halleri değil de, âdet halleri müstesnadır. Geçirecekleri âdet günleri kesinti sayılmaz. Çünkü bu halden kurtulmak kadınlar için mümkün olmayacak derecede zordur. Ramazan orucunun veya muayyen bayram günlerinin araya girmesi de, keffâretin arka arkaya olmasına engeldir.

Keffâret hususunda, keffâret ödeyecek kimsenin ödeme zamanındaki haline bakılır. Buna göre, bir keffâret ödeyicisi, keffâretin gerektiği zamanda zengin iken, bunu ödeyeceği zaman fakir düşmüşse, keffâretini oruç tutmakla yerine getirir. Fakat daha orucunu bitirmeden tekrar zenginleşip köle azad etmeye güç kazansa, köle azad etmek suretiyle keffâreti yerine getirmesi gerekir.

Keffâret orucuna, kamerî aylardan birinin başlangıcında başlanırsa. ayın ilk günü esas alınır. Böylece tam iki ayın geçmesiyle oruç keffâreti tamamlanmış olur. Fakat ayın başında oruca başlanmazsa, birinci ay üçüncü aydan tamamlanarak otuz gün hesab edilir, ikinci ay ise, ayın başı alınarak oruca devam edilir. Bu, İmâmeyn’e göredir; İmam-ı Azam'a (rahımehumullah) göre, bu takdirde tam altmış gün oruç tutmak gerekir, ay başına bakılmaz.

Bir kimse bir ramazan içinde veya birkaç ramazanda özürsüz olarak birkaç defa kasden orucunu bozmuş olsa, bunlardan dolayı yalnız bir keffâret öder. Sahih olan görüş budur. Çünkü ceza yönü, keffârete üstün gelmektedir. Sebepleri bir olan cezalarda bir ceza yeterlidir. Bu bir ceza hepsine yeter. Fakat keffâret yapıldıktan sonra tekrar orucunu aynı şekilde kasden bozacak olursa, bundan dolayı ayrıca bir keffâret gerekir. Birinci keffâret ile tam bir ders alınamadığı anlaşılmış olur. [Bilmen, Ö.N., Büyük İslam İlmihali, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1966, s. 304-5-6; Ayrıca bkz. Cezîrî, el-Mezâhibü'l-Erbaa, 1, 579]

Go to top