Son dönemlerdeki peygamberimiz hakkında bir çok iftirada bulunulduğunu hepimiz biliyor. Son olarak bir tv dizisinde peygamberimizin gökten geldiği gösterilmiştir. Peki, peygamberimiz veya peygamberlerin veya Allah dostlarının vefat etmiş olduğuna göre dinen dünyaya tekrar gelmesi mümkün müdür?hamdi çörekci

******* 

Sayın Çörekci;

Estîzü billâh: “Külli nefsin zâikatü'l-mevt”, yani ”Her nefis ölümü tadacaktır.” meâlindeki âyet Kur'ân-ı Kerim’de üç sûrede geçmektedir. [Bkz. Âl-i İmran, 185; Enbiyâ, 35; Ankebut, 57]

Bu âyetlerde ”nefis”, insanın canını / ruhunu ifade etmektedir. Çünkü insan bedeni / cesedi ölür, ama ruh ölmez. Beden mürekkeptir, yani birçok zerrelerden, moleküllerden, hücrelerden, organlardan vs. yaratılmıştır. Bu sebeple değişmeye ve sonunda bozulmaya mahkûmdur. Ama ruh ise ilmî tabiriyle “basit”tir; mürekkep yani birleşik değildir. Bu yüzden de çürümeye, bozulmaya maruz kalmaz. Ruh âdeta beden evininin misafiri durumundadır. Ev yıkıldığında misafir de kendisine başka bir yer bulur. Orası ise ruhlar âlemidir. Buna göre ölüm, ruhun bedenden ayrılmasını ifade ediyor. Öyle değil mi?

Ayrılık bazen acıdır, bazen de tatlıdır. İnsan eğer bir mekândan ayrılıp başka bir yere taşınırken sevdiği kişilerin yanına gittiğini düşünürse, bu ayrılık onu acısıyla yakmaz, tam aksine sevindirir. Çünkü bu gerçekten bir firâk / ayrılık değil, bir visaldir / kavuşmadır. O halde ruh ayrılığın tadını tadar. Eğer kişi ölümün bir visâl, bir kavuşma olduğunu düşünürse, bu ona tatlı, ölümün ebedî bir ayrılık olduğunu düşünüyorsa bu ona çok acı gelir.

Fahr-i Râzî (rh.) de; ”Her nefis ölümü tadıcıdır.” âyetini tefsir ederken, bedenin fânî, ruhun bâkî olduğuna dikkat çekmektedir. Çünkü bir şeyi tadanın onu tadarken var olması gerekmektedir. Var olmadın tatmak imkânsızdır. [Râzî, Tefsiru Kebîr, 7, 253] 

Sonuç olarak bütün ruhların ölümü tadacaklarını ihtar eden âyetler, bir açıdan insanı insan yapan unsurun, insanın bedeni değil ruhu olduğu hakikatinin ifadesidir. Bu mânâda ölen, yani fonksiyonunu icra edemez hale gelen bedendir; ruh ise devamlıdır, bâkîdir ve ölümü tadandır. Zaten ölüm denilen şey ruhun bedenden ayrılması, mekân yenilemesi, dünya hayatından paydos etmesi ve bâkî bir hayatın başlangıcına ilk adımı atmaktan başka bir şey değildir.

Her nefis (her canlı) ölümü tadacaktır, ayetiyle ilgili Elmalı’lı M. Hamdi Efendi merhumun açıklamaları şöyledir:

Her nefis (bütün canlılar) ölümü tadacaktır. (Yani herkes ölecektir) Nefs, zât ve rûh mânâlarına geldiği için, bundan bazı kimseler rûhun ebedî olduğu mânâsını anlamışlardır. Çünkü tatmak, bir hayat eseridir. Ve zevk anında tadıcının bâkî (ebedî) olduğunu anlatır, yoksa zevk tasavvur olunamaz. O halde mânâ: ”Her nefis (rûh) bedeninin ölümünü tadacaktır.” demek olur. Bu da nefsin, bedenden başka olduğunu ve bedenin ölümüyle onun ölmeyeceğini anlatır. Şu halde ölüm mecburiyeti-mahkûmiyeti cismânî hayata mahsus olup, mücerred (soyut) ruhların yok olmadığını söylerler. Ve ahiret meselesini bu şekilde rûhun ebedî oluşuna dayanan ruhanî (ruhlara ait) bir hayat tasavvur etmişlerdir. Fakat diğer taraftan bir çok müfessir ve âlimler demişlerdir ki; bu şekil yorum, bir zorlamadır. ‘Zâikatü'l-mevt’ demek, ölecektir demek olduğu açıktır. Belli ki tadan kim ise, ölen o olacaktır. Evet, bedenin ölmesiyle nefis ve ruhun büsbütün yok oluvermeyip bir müddet kalabileceği diğer delillerden açıkça anlaşılıyor ise de, umumiyetle rûhların ölmedikleri iddiası ne aklen, ne de naklen zarûri olarak sabit değildir. Önce ‘zâikatü'l-mevt’, herhalde, tadan nefsin ölümünü ifade etmektedir. Rivâyetler de bu mânâyı göstermektedir. 

Rivâyet olunuyor ki, ne zaman Yeryüzündeki her canlı yok olacak.’ [Rahman suresi, 26] âyeti indi, melekler, yeryüzündekiler öldü dediler. Sonra ‘Küllü nefsin zaikatül mevt’ indiği zaman biz de öldük dediler. ‘Küllü nefsün zaikatül mevt’, rûhların ölümünü de ifade etmeseydi, meleklerin ölümünü de anlatmazdı ve melekler için ölüm ve yok olma düşünülünce, beşer rûhları için de düşünülmesi gerekir. Ancak ‘Küllü nefsün zaikatül mevt’, umumi hükmünün, umumiyet üzere cereyan edemeyeceği de hatırlatmaya değer görülmüştür. Çünkü, ‘Allah'ın diledikleri hariç olmak üzere, göklerde ve yerde kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacak.” [Zümer suresi, 68] âyetinde Allah Teâlâ'nın diledikleri, bu umumdan hariç tutulmuşlardır. Buna göre göklere ait olsun, yere ait olsun, gerek melekler ve gerek bütün nefisler yanında ebediyete kadar ölmeyecek olanlar da bulunabilecektir.

İşte İslâm âlimlerinin çoğunluğunun görüşleri budur. Özetle rûhun ebedî oluşu inkâr edilemez. Ve fakat umum için zarûri değildir. Dinin ve ahiretin imkânının, mutlak olarak, rûhların ebedîliği nazariye (teori)sine dayanması da zorunlu değildir. ‘Kıyamet’ kelimesi de tamamen yok oluşu ve ondan sonra kıyam (öldükten sonra dirilme), neşr ve haşr (dağılıp, toplanmay)ı ifade eder ki, ölüm ve öldükten sonra dirilme, özetle ahiret inancı, bir ebedî olma inancıdır. Fakat bu ebedîlik, ilk tekevvün-teşekkül değil, ikinci oluşumdur. 

Evet her nefis ölümü tadacak; dünyanın ne üzüntüsü, ne sevinci hiç biri kalmayacak, ve sevaplarımızın bize tam olarak ödenmesi de ancak kıyamette olacaktır. Dünyada iyi veya kötü bütün çalışmaların sevap veya cezasını yine dünyada elde etmek mümkün değildir. Mesela şehidlerin kanlarıyla kazanılan savaşların başarı meyvelerinden o şehidlerin dünyada istifade etmelerini düşünmek tenakuz (çelişki) olur ki, bütün faziletler de böyledir. Gerçi dünyada hiçbir ücret verilmez de değildir. Burada da bazı çalışmaların karşılığının alındığı da vardır. Fakat bu dünyada sonuçta, ölüm ve yok olmak muhakkak bulunduğu için; gelen herhangi bir menfaat ve tad, kesilme ve sona erme korkusuyla karışık ve muhakkak gam ve kederle sarılıdır. Gamsız sevinç, korkusuz eminlik, ıztırapsız lezzet, kesintisiz ebedî saadet kıyamet gününde hâsıl olur. [Elmalı’lı, Hak Dini Kur'an Dili, ilgili ayet tefsiri]

***

Bu hayli uzun sayılabilecek girizgâhtan sonra gelelim “…peygamberimiz veya peygamberlerin veya Allah dostlarının vefat etmiş olduğuna göre dinen dünyaya tekrar gelmesi mümkün müdür?” sorunuzun cevabına…

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikadınca, istisnasız ölen hiçbir kimsenin tekrar dünyaya gelmesi mümkan değildir. Tabii Cenab-ı Hakk’ın âyet olarak, peygamberlerinin mûcize, vârisleri olan evliyâullahın da keramet olarak ortaya koydukları / koyacakları hâruku’l-âdelikler müstesna… Ki, saymakla bitmez. Gerek muharebelerdeki yardımları, gerek Allah’ın izniyle dirilttikleri, gerekse daha pek çok mucize ve kerâmetler…

Malumunuz, Allah Teala her şeye kadirdir. Binaenaleyh dilediğini dilediği zaman dilediği şekilde yapar. Yaptığından da mes’ul değildir, kimseye hesap vermez. Bu akaid ve kelâm ilmini alakadar eden bir mevzu, ayrı bir bahis…

Ancak, Hz. Mevlâ’nın başta Rasûl-i zîşânımız olmak üzere bütün peygamberleri (aleyhimüsselâm), onların varisleri (k.esrârahüm) ve topyekün mü’minler için ölüm, fâni âlemden bâki olana göç etmekten ibarettir, yok oluş değildir. O bakımdan bilhassa peygamberler (aleyhimüsselâm) ve evliyâullah, dilerlerse manevi tasarruflarını kullanarak aynı anda farklı birçok yerde bulunabilir, gözükebilirler. Nitekim, Allah dostlarının tasarruflarının vefatlarından sonra daha müessir olacağı ifade edilmiş ve öyle de olmuştur. Ama böylesine önemli ve nazik bir meseleyi, hele ki Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) bahis mevzuu olduğu bir hususu, film sahnelerine konu etmek, yakışık almayacak, tecviz edilmeyecek tarzda -hâşâ- canlandırmaya kalkışmak, dinimce hiç de tasvip ve kabul edilebilecek bir davranış biçimi değildir, asla caiz olamaz. 

Go to top