s.a muhterem hocam.

1 yaşında bebeğimiz var. hanımım dün davul almış çocuğa. bu tür şeyler caiz değil calgılı vurmalı şeyler dedim. bebek ne anlar çalcıdan çengiden ses çıkarsın onu oyalasın yeter dedi. hangimizin dediği doğru sizce?

bir sorum daha olacak hocam. bi arkadaşım: bizim ordaki imam peygamberin Arap olmadığını söylüyor dedi. ben de o imama selam söyle o elindeki bilgi ve belgeleri getirsin. bizde elimizdekileri getirelim kiminki doğru ispat edelim dedim. çünkü bu konuda Ben Arabım mealinde hadisi şerif var değil mi hocam. bu Hadise yok diyenler veya zayıf diyenler mevcut. Arabı 3 şeyden dolayı seviniz. 1.Ben Arabım 2.Kuran Arapça indi. 3:Cennet ehli aArapça konuşacaktır mealindeki hadisi şerif sahih değil mi hocam. cevabınız için şimdiden teşekkür ederim.

*******

Ve aleyküm selam.

1- Tabii ki asıl itibariyle mutlak manada caiz olan oyuncakları tercih etmek en doğru karar olur. Malum, ağaç yaşken eğilir. Küçükken onların beyinlerine-gönüllerine neyi nakşedersek, büyüdüklerinde de onlarla meşgul olmayı tercih edecekleri kuvvetle muhtemeldir. Bu ihtimâli gözardı etmemek gerekir.

Ancak çocuklar için durumun farklılık arz edebileceğini de hatırdan çıkartmamak lazım. Meselâ canlılara ait resimler haram olmakla birlikte, cansızlara âit resimlerin dinimizde mahzursuz olduğu bilinen bir hakikattir. Kezâ canlılara âit resimler, kurt-kuş resimleri, oyuncak bebekler de çocukların oynamaları için olursa câiz olduğu belirtilmiştir. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) bizzat bir tatbikatından verilen örnek de bunun câiz olduğunu göstermektedir. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), bir ağaç atla oynayan kız çocuğunu görünce men’etmemiş, oynamasına müsaade vermiştir. Bunun gibi delilleri toplamış olan fukaha, çocuk oyuncaklarının cevazına kani‘ olmuşlar, dolayısiyle onları alıp satmanın haram olmadığı hükmünü istihrac etmiş ve özetle şöyle demişlerdir:

"İmam Ebû Bekir bin Arabî, İmam Nevevi, İmam Kastalânî ve diğerleri (rahımehumullah), cisimli resimler edinmenin haram olmasında ulemanın ittifakını nakletmişler... Yalnız bunlardan çocuk oyuncaklarını istisna etmişlerdir. Mücessem (en-boy ve derinliği ile üç boyutlu) olsa bile Şâri‘ yani Allah ve Rasûlü, çocuk oyuncaklarına müsaade etmiştir. Bu oyuncaklar ister çamurdan, ister kumaştan, ister helvadan, ister pamuktan, odundan ve saireden olsun farketmez; deve, at gibi oyuncak da olsa hepsi câizdir, demişlerdir." [Bkz. Hüseyn Mahluf (Mısır eski müftüsü), Şer’î Fetvâlar.]

Söz konusu çalgı aletleriyle alakalı genel ve geniş hükümler için ayrıca bkz.

http://www.mollacami.net/soru-ve-cevaplar-1561.html

http://www.mollacami.net/soru-ve-cevaplar-735.html

http://www.mollacami.net/soru-ve-cevaplar-899.html

2- Elbette İki Cihan Güneşi Efendimiz (s.a.v.) Arap kavmine mensuptur. Bahsettiğiniz hadis-i şerif, İmam Münâvî'nin (rh.) Feyzu'l-Kadîr isimli hadis kitabında İbni Abbas'tan (r.anhuma) şu mealde rivayet edilmiştir:

"Üç hasletten dolayı Arab’ı seviniz; çünkü ben Arab’ım, Kur'ân-ı Kerim Arapça olarak nazil olmuştur, Cennet ehlinin konuştukları dil Arapçadır." [A.g.m. ve e., 1, 178, Hadis no: 225]

Bazılarının bu hadisle alakalı olarak ‘zayıf’ demelerine kulak asmamak lazım. Ehlince malum olduğu üzere, ‘zayıf’ tabiri, bir usûl-i hadis mefhumudur. Onun da kısımları vardır. Kaldı ki ‘zayıf’ bile olsa bu noktada bir sıkıntı olmaz. Zira zayıf hadisle mutlak olarak amel caizdir. Bu bir... İkincisi, itikadî esaslar ve dinî hükümler (haram-helal mevzuları) dışında, amellerin faziletleri gibi hususlarda (çok zayıf ya da mevzû olmamak kaydıyla), zayıf hadislerle de amel edilebilir. Bunda dinen herhangi bir mahzur söz konusu değildir, dedikten sonra tekrar sadedinde olduğumuz meseleye dönebiliriz.

Arapça; belâgat, edebiyat, fesâhat ve zenginlik bakımından dünya dillerinin en güzelidir. Aynı zamanda ses, âhenk ve cümle yapısı bakımından da diğer diller arasında apayrı bir yeri vardır. Âlemlerin Rabbi olan Mevlâmız kendi kelâmı Kur'ân-ı Kerim’i Arap lisanıyla indirmiştir. Rasûl-i Zîşân Efendimiz (s.a.v.) de zaten bu dili konuşuyordu; yani kendi milletinin, kendi kavminin lisanını...

Bu hadis-i şerifi bazı âyetler de tasdik ve te’yid etmektedir. Meselâ;

"Ve muhakkak ki bu (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (Rasûlüm! Sana) Onu Rûhu'l-emin (Cebrail) indirdi. Münzirlerden (insanları uyarıcılardan) olasın diye, senin kalbin üzerine, apaçık parlak bir Arapça lisan ile.” [Şuarâ suresi, 192-195]

"Biz, her peygamberi, ancak (mensubu) bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın. Bu itibarla Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de hidâyete erdirir. O her şeye galibdir, hükmünde hikmet sahibidir.” [İbrahim suresi, 4] âyet-i kerimeleri de Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) kendi kavmi olan Araplara kendi dilleriyle tebliğde bulunduklarını bildirir.

Evet; Kur'ân'ın dili, Hâtemü’l-enbiya / son Peygamber Hazret-i Muhammed Mustafa'nın (salavâtullâhi ve selâmuhu aleyhim ecmaîne ve alâ Nebbiyâ hâssah) konuştuğu lisan Arapça olunca, Cennet ehlinin dilinin de Arapça olacağı şüphe götürmez bir gerçek olur. Hz. Âdem (a.s.) de yeryüzüne indirilmeden önce Cennet’te bulunduğu zamanlar Arapça olarak konuşurdu. Ve yine bu dil Sevgili Peygamberimizden (s.a.v.) başka diğer peygamberlerden bazılarının da konuştuğu dildir. Meselâ, Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. İsmail, Hz. Salih, Hz. Şuayb (aleyhimüsselâm) de Arapça konuşuyorlardı.

Ayrıca İmam Kastalânî (rh.) Mevâhib-i Ledünniye'sinde, Hz. Âişe validemizden (r.anha), "Cennet ehli Muhammed Aleyhisselâmın diliyle konuşacaklar[C. 1, S. 276] mealinde bir rivayeti de zikreder.

S o n   s ö z

Hadis-i şerifteki "Arab’ı seviniz" ifadesini gayet tabii ki mutlak olarak anlamamak lâzımdır. Çünkü, her zaman her kavimde bulunduğu gibi, Araplar içinde de gayrimüslimler olmuştur. Binaenaleyh insanların sadece Arap ırkına mensup olmaları, Arapça konuşmaları onları sevmeye kâfi gelen hususlar değildir. Hadiste yer alan beyandan maksat; Müslüman olan, dinini yaşayan, Rasûlullahın (s.a.v.) yolunda ve izinde olan, bid’at ve dalâlet ehlinden olmayan Araplardır. Zaten bunlar din kardeşimizdir. Onları din kardeşimiz olarak sevdiğimiz gibi, ayrıca bunlar Kur'an-ı Kerim’in, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) ve Cennet’in lisanını konuştukları, saff-ı evvel (sahâbe, ilk Müslümanlar) olarak İslâmiyeti yaydıkları, İslâm’a hizmette tekaddüm ettikleri için de elbette ki diğer milletlerden farklı olarak bir derece daha üstün sevgiye lâyıktırlar.