Selamün aleyküm hocam bazı insanlarla aramızda tartışma olduğu için özür dileyerek nadir bir durumu soracağım ;

Namaz vaktinin büyük bir kısmında namaz kılma imkanı varken kılmayıp namazı son vaktine kadar
geciktiren bir kimsenin son 15dk içerisinde bir yerinde kanaması başlasa ve durmadan devam etse (Hanefi mezhebine göre)özürlü sayılır mı?.Eğer
sayılmıyorsa başka bir mezhebi taklit edip (mesela Şafi mezhebine göre) abdest alsa namazı Şafi mezhebine
göre kılması gerekmez mi?.Hanefiye göre kılsa ama (son oturuşta salavatı terk etmek gibi bir sebeple) Şafiye göre(namazı) sahih olmasa bu telfik değil midir hiç böyle
bir namaz sahih olur mu?.Böyle sıkıntılı durumlardan takip edilecek en doğru yol nedir?.

 ******* 

Ve aleyküm selam.

Malum olduğu üzere bazı zaruri-mecburi durumlarda taklid yoluyla diğer mezheplere uymak caizdir. Ancak sık-sık hatırlattığımız gibi, aslolan kişinin kendi mezhebine uymasıdır. Binaenaleyh sıkıntıya düşen mü’minin, o meselede, eğer kendi mezhebinde bir çıkış yolu varsa, öncelikle onunla amel etmesi gerekir.

Devamlı kanama gibi abdest bozucu durumlarda Hanefi mezhebinde kişi özürlü sayılmaktadır. Belli bir süre devam eden abdest bozucu hallere fıkıh lisanında “özür” denir. Meselâ; idrarını tutamama, devamlı gaz kaçırrma, sık-sık burnu kanama, yarasından devamlı su akma gibi haller, birer özür hâlidir. Kendisinde bu gibi abdest bozucu bir özür bulunan kimseye ise, sâhib-i özür (özür sâhibi) veya mâzur (özürlü) denir.

Kişinin özürlü sayılabilmesi için, abdest bozucu bir hâlin, tam bir namaz vakti boyunca devam etmesi, yani abdest alıp namaz kılacak kadar kısa bir süre dahi olsun kesilmemesi şarttır. Bu özrün başlamasının şartıdır. Bundan sonra da, her namaz vaktinde, en az bir kere aynı hâl ortaya çıkmalıdır. Bu da özrün devamının şartıdır. Bunu bir misalle îzah edelim:

Bir kimsenin burnu, öğle vaktinin başlangıcından itibaren kanamaya başlasa ve bu hâl, öğle vakti geçinceye kadar hiç kesilmeden devam etse, bu kişi için özür hâlinin başlama şartı gerçekleşmiş olur. Artık bundan sonraki her namaz vakti içinde en az bir kere bu kanama hâli görülse, o kimse "özürlü" sayılır. Yani, her namaz vakti içinde özür hâli tekerrür ettiği için, özrün devam ettiği ortaya çıkmış, özürlü sayılmanın ikinci şartı da böylece gerçekleşmiştir. Özür durumunun ortadan kalkması için de, özür hâlinin bir namaz vakti içinde tamamen ortadan kalkması, hiç görülmemesi gereklidir. Böyle olan kimse, artık özürlü sayılmaktan çıkmış olur.

Lakin sizin serdettiğiniz senaryoda durum farklı… Kişinin henüz özürlülük hâli tahakkuk etmemiş, namaz vakti de çıkmak üzere… Bu durumdaki Hanefî bir kişi, abdestini Şâfiî’ye göre alır, namazını da yine onun şartlarına uyarak eda eder. Aksi halde, yani anlattığınız şekliyle durum taklid olmaktan çıkar,  “telfîk-ı mezâhib”e girer ki, caiz değildir. Yani abdesti birine göre alıp, namazı öbürüne göre kılamaz. Madem abdestte Şâfiî’yi taklid etti, namazda da onun şartlarına uyup, ka’de-i ahirede Salavat okumalıdır. Çünkü İmam Şâfiî (rh.) namazda son oturuşta iken "Tahiyyat"tan sonra "Allahümme salli-Allahümme bârik" dualarını (salâvatını) okumayı farz kabul etmektedir. Bunu, namazın rükünlerinden yani içindeki farzlardan saymıştır. Tahiyyat’ta "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhuu ve rasûlüh" ifadesi vardır. Orada Efendimiz'in ismi geçtiğine göre, akabinde salât ü selâm getirilmeli, Salli ve Bârik duaları okunmalı demektedir. [Abdurrahman el-Cezîrî, Kitâbü'l-Fıkhi ale’l-Mezâhibi’l-Erbea, 1, 266] 

Taklid ve Telfik için ayrıca bkz. http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2060-baska-bir-mezhebi-taklit.html 

Go to top