Selamün aleyküm hocam, en üstün zikir tevhid zikridir deniyor, bunun anlamı nedir, bu konuyu açabilirmisiniz? H. Burhan Uyar – Almanya

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Sorduğunuz mesele, İslâm’ın tasavvuf sahasıyla alakalı bir mevzu. Yani şeriatın bâtını / iç yüzü ile ilgili. Binaenaleyh kısaca cevapladıktan sonra, meselenin aslını-teferruatını Nakşî Yolu Müceddidîn Kolunun 23’üncü halkasını teşkil eden ve hicrî ikinci bin yılın müceddidi bulunan İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerine bırakmamız en münasip yol olacaktır.

Bilindiği gibi bütün tarikatların temel unsuru olan zikir kelime olarak anmak, gaflet ve unutma halinde olmamak demektir. Istılah olarak Allah Teâla’nın isimlerini, muayyen duaları, tesbih-tehlil ve tahmidi çeşitli zamanlarda belli miktarda sesli veya sessiz söylemek, tekrar etmektir.

Zikirde esas unsur, “…(Mâsivâyı yani Allah’tan gayri her şeyi) unuttuğun vakit Allah’ı zikret (O’nu zikre o zaman başla)” [Kehf suresi, 24] ayet-i celilesinin mucebince, diğer varlıkları unutarak sadece Allah’ı anmaktır. Böyle yapılan zikre “zikr-i muttasıl (Allah’a ulaşan-kavuşan zikir)” denir. Dünya ile ilgili iş ve meseleleri kalben tasavvur ve tahayyülden atmadan, iç âleminde düşünceden çıkartmadan yapılan zikir ise, “zikr-i munfasıl (Allah’tan ayrılmış, On’dan ayrı ve uzak zikir)” ünvanını alır. Zikir için ayrıca bkz. http://halisece.com/tasavvuf/247-zikir-ve-zikrullah-nedir-kac-turlu-zikir-vardir.html

En üstün (efdâl-en faziletli) zikrin “Lâ ilâhe illallâh” kelime-i tevhidi olduğunu Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) beyan etmiştir. [Bkz. İbn Mâce, Sünen, Edeb, 65] Bâtın âlimleri / tasavvuf erbabı da bu hadis-i şeriften hareketle, bu mübarek cümleyi zikrin temeli olarak almışlar ve bunun üzerinde ısrarla durmuşlardır.

Kelime-i tevhidin birinci kısmı olan (Lâ ilâhe illallah)  bu cümlenin ilk yarısı, “Lâ ilâhe: hiçbir ilâh yoktur” demektir. Bu menfî (olumsuz) kısmın adı “nefy”dir. İkinci kısmı ise “illallah: ancak Allah vardır” manasındadır. Bu ise “isbât” adını alır.

Te’vîlât-ı Necmiye sahibi Necmüddîn Kübrâ (k.s.) hazretlerine göre; nefy kısmı, kalp ve gönül hastalıklarına sebep olan, ruhu çeşitli meşgalelerle bağlayan, nefsi kuvvetlendirip güçlendiren zararlı maddeleri, manevi virüs ve mikropları yok eder. Bunlar şehevî arzular, kötü ahlâk ve hayvanî isteklerdir. İsbat kısmı ise, kalbin, dolayısiyle bütün letâifin sıhhat ve selâmetini temin ile rezil huylardan kurtarır.

Lâ ilâhe illallâh” kelime-i tehlîli, nefy ve isbattan meydana gelmiş olan manevi bir terkiptir, ilaçtır. Tasavvuf erbabı mü’minlerin kalp-ruh ve sair latîfelerini nefs-i emarenin tasallutundan korur,  tahribatlarını tamir eder / onarır, hastalıklarını tedavi eder. Şeytan ve nefisle mücadelede mü’mini te’yid ve takviyede bulunur.

Kelime-i tevhidle alakalı daha geniş bilgi, daha fazla istifade ve istifaza için, yukarıda hatırlattığımız üzere, İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerinin bu mevzudaki açıklamalarına kulak ve gönül verelim. Bkz.

http://www.halisece.com/tasavvuf/636-la-ilahe-illallah-kelime-i-tayyibe-sinin-fazilet-ve-faydasi.html

* * * 

Z e y l

İslâm’ın şartı beştir, bu zikir de nerden çıktı diyenlere…

Zikir, mâlum olduğu üzere Allah Teala’nın emridir, pek çok ayet-i kerimede mü’minlere emredilir. [Bunlardan bazıları: Bkz. Ahzab suresi, 41; Ankebut suresi, 45; Nur suresi, 37; Zümer suresi, 22; Zuhruf suresi, 36; Âl-i İmran suresi, 41, 191; Nisa suresi, 103; Hadid suresi, 16; A’raf suresi, 205; Efnfâl suresi, 2; Nisa suresi, 142; ve daha niceleri…]

Âlimlerin ço­ğunluğuna göre mutlak emir sîgası ilk planda vücubu, yani o işin yapılmasının kesin ve bağlayıcı tarzda talep edildiği­ni ifade eder. Emir, vücub dışında kalan bir manaya ancak bunu destekleyecek bir karine bulunduğunda hamledilebilir. Binaenaleyh Kitap ve Sünnet’teki zikirle alakalı karineden mücerred emirler de vücub ifade eder. Demek ki mü’minlere ‘Allah’ı zikredin’ emri, Edille-i Şer’iyyenin iki ana kaynağı olan Kur’an ve Hadis’le sabittir. İlk telkin eden de Allah Teâla’nın Rasûlü Âlemlere Rahmet Efendimiz’dir (s.a.v.).

Demek ki neymiş efendim; İslâm’da zikir Allah’ın emri, Rasûlü’nün telkini, O’nun vârisleri olan hakikat âlimlerinin tâlim ve târifi ile sabitmiş… Hele hele bazılarının iddia ettikleri gibi, dinin dışında bir şey asla değilmiş…

Sâlihlere, âriflere, tasavvuf âlimlerine göre zikir telkini yapan ilk zât Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin bizzat kendileridir. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) dört halifesine de değişik usûllerle zikir telkin etmiş… Daha sonraki tarikatlar de bu usûllere göre zikirlerine istikamet, tertip ve düzen vermişlerdir. Binaenaleyh dinde mürekkep icma‘ halini almış böyle bir şeye nasıl itiraz edilir, bunu da anlamak herhalde mümkün olmasa gerek!

Bu dört nevi zikir telkini şöyledir:

1- Sıddîkiye: Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), Mekke’den Medine’ye hicret ederken yâr-ı ğârı (mağara arkadaşı) Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) râbıta usulünü tarif ile kulağına üç defa zikr-i hafîyi telkin etmiştir. Bu esnada Nebî sallallahu aleyhi vesellem uylukları üzerinde, Hz. Ebû Bekir (r.a.) ise murabba (ayakları önde kavuşturarak oturma) şeklinde oturmuştur. Hafî (gizli) zikir bu vak’aya dayanmaktadır.

2- Kübreviye: Hz. Ömer (r.a.) Müslüman olduğu esnada Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) ile kucaklaşmış, bu sırada Rasûlullâh (s.a.v.), ona kelime-i tevhîdi sesli (cehrî) olarak telkin etmiştir. Fakat Hz. Ömer (r.a.) ayakta duramayıp çöktüğü için, Kübrevîler murabba oturarak zikrederler.

3- Nurbahşiye: Hz. Osman’a (r.a.) da kalbî zikri “harfsiz ve sessiz” telkin etmiştir.

4- Cehriye: Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.), Hz. Ali’yi (r.a.) diz çöktürüp gözlerini yumdurmuş ve üç kere “Lâ ilâhe illallâh” demiştir. Daha sonra üç defa da aynı cümleyi ona tekrarlatmıştır. Zikri, cehrî (sesli) olarak yapan tarikatlar, umumi olarak silsileleriyle dördüncü halifeye bağlanırlar. [Aynî, Mehmet Ali, Tasavvuf Tarihi, s. 198-200]

Görüldüğü üzere zikir, hafî ve cehrî olmak üzere temelde iki kısma ayrılmaktadır. Bu hususta geniş bilgi için bkz. http://halisece.com/islami-makaleler/334-ilim-amel-ihlas-ve-kulu-allaha-kavusturan-yollar.html

Tarikatlarda mürşidân-ı kirâm, müridlere ferdî olarak yapmaları gereken zikir ve diğer ibadetleri târif ve telkin ettiği gibi, cemaat halinde (toplu olarak) yapılan zikir ve hatimleri de târif eder. 

Go to top