Selamün aleyküm hocam.

Yusuf Sure-i Celilesi 24. Ayette:

Andolsun, kadın ona (göz koyup) istek duymuştu. Eğer Rabbinin delilini görmemiş olsaydı, Yûsuf da ona istek duyacaktı. Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.

Hocam, yukarıdaki diyenet mealinde Hz. Yusuf (as.)'ın da Züleyha Validemiz'e istek duyacağından bahsediyor. Halbuki peygamberlerin ismet sıfatı var. Günahı işlemek şöyle dursun günah düşüncesini kalblerinden dahi geçirmezler. Bu mealde bir yanlışlık olup olmadığını merak ediyorum. Hayırlı geceler, Allah'a rmanet olun. Ahmet Sinan kaçar - Gmail

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Zikri geçen ayet-i kerimenin uygun meâli şöyledir:

 “Andolsun ki, o kadın (Züleyhâ) ona niyeti kurmuştu. Eğer Rabb’inin burhânını (delîlini) görmemiş olsaydı, o (Yûsuf) da onu dövmeyi kastetmişti...” [Yusuf suresi, 24]

Bu ayet-i celile aynı zamanda, râbıta-i şerifeyi bid‘at kabul edenlerin hatalarına-iddialarına cevap mahiyetindedir, onun meşrûiyetine dair bir delildir. Mâlum olduğu üzere râbıta-i şerife, ihlâs sahibi müridlerin ma‘rifet-i İlâhiye’yi tahsil için, kâmil ve mükemmil bir şeyhin rûhâniyetinden feyz alması ve o şeyhin de mürîde, rûhânî imdat ve nûrânî tasarrufta bulunmasıdır. Bunun böyle olduğu, sağlam tefsir ve sahih hadis kaynaklarında mesturdur / yazılıdır. 

Bidâyetten / başlangıçtan beri devam edegelen bu râbıta-i şerife usulünün, bid‘at olması asla düşünülemez.

Nitekim işte Hz. Yûsuf’un (aleyhi’s-selâmü’l-melikü’l-münezzehi ani’-l-âlâmi ve’t-te’essüf) yüce haklarında, yukarıdaki ayet-i celilede “...Eğer Rabb’inin burhânını (delîlini) görmemiş olsaydı...” buyrularak buna işaret olunmaktadır.

Bu âyet-i kerîmenin tefsirinde Allâme Zemahşerî hazretleri şunları naklederr:

Yûsuf aleyhisselâm, kendilerini tahzir (sakındırma) sadedinde, müennes zamîri Züleyhâ’ya râci olarak “iyyâke ve iyyâhâ” diye bir ses işitti. Fakat îtimat edemedi... 

İkinci defa işitti, yine îtimat edemedi. 

Üçüncü defa aynı sesi gene duydu; fakat bu sefer de îtimat edemedi. 

Daha sonra babası Hz. Yâkub’un (a.s.) mübârek sûretini gördü. 

Diğer bir rivâyette de, Hz. Yâkub’un mübârek parmaklarının ucunu ağzına aldı. 

Başka bir rivâyette ise, Yâkub aleyhisselâm şerefli elleriyle Yûsuf aleyhisselâmın kalplerinin üzerine vurarak zuhûr eyledi... Ve Hz. Yûsuf’a mürşidlik yaparak, nûrânî imdat ve rûhânî tasarruf buyurmuş oldular.

Şâzelî ulemâsından Ahmed b. Mübârek (k.s.) diyor ki:

Ümmî mürşidim Abdülazîz ed-Debbâğ (k.s.) hazretlerine, 

- ‘Yûsuf aleyhisselâmın o kadına kast ve niyet ettiği şey ne idi?’ diye sordum. Derhal şu cevabı verdi: 

- ‘Onu dövmekti.’ Bunun üzerine bazı müfessirlerin, bu bâbta zikrettiklerini açtım... Onları şiddetle reddederek dedi ki: ‘Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) mâsûmiyeti nerede kaldı ya? Velîye bir feth (kemâl hâller, kalp müşahedesi, kalp gözünün açılması) vâki olduğu zaman, Allah onun yetmiş iki zulmet damarını söküp atar ki; onların bir kısmından yalan, bir kısmından kibir, kiminden riyâ, kiminden dünyâ muhabbeti, kiminden de şehvet ve zina sevgisi ve benzeri kötülükler neş’et etmektedir. Veliyyullah hakkında keyfiyet böyle olunca, ya ‘ismet’ sıfatıyla yaratılan (ma‘sûm olan, günah işlemekten uzak bulunan) zât, ancak bu sûretle neş’et eden (var olan) bir peygamber hakkında nasıl olması lâzım geleceğini düşün...” [el-İbrîz, s. 262-263’den naklen, Çantay, Hasan Basri, Kur’an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 1, 350]

Evet, başlıkta da ifade ettiğimiz gibi, peygamberler ma‘sum, onların vârisi olan evliya ise mahfuzdur. Yani peygamberler kesin olarak küfür ve şirkten berîdir, küçük ve büyük günah işlemekten de ma‘sumdur. Kat’î surette küçük-büyük günah işlemezler, kendilerinden sadır olan hatalara da zelle denir. Peygamberler metbû, evliya ise tâbidir. Evliya ma‘sum değildir, ama onlar da mahfuzdurlar. Kötülük ve günah işlememeleri için Allah Teâla onları hıfzeder.

Velhâsıl, söz konusu mealin tam anlamıyla isabetli olduğunu söyleyemeyiz. Tabiri caizse, biraz kışırda kalmış, bâtına inememiş, perdenin arkasına vâkıf olamamış… Dolayısiyle bu sıkıntılı durum ortaya çıkmış. Ancak bunun için kimseyi itham etmemiz gerekmez, bu tutum doğru da olmaz. Herkes her şeyi vüs’ati nisbetinde ortaya koyar, koyabilir. Hatasız kul olmaz, kusûr-küsûr, eksik-noksan herkes için söz konusudur. Hele hele bahis mevzuu olan Kur’an-ı Kerim meali olunca, bu ve benzeri hatalar kaçınılmaz olur.

İşte bu tablo da gösteriyor ki, mübarek ecdâdımız boşuna uzak durmamış meal yazmaktan, topluma-avama meal okutmaktan… Şimdilerde mantar biter gibi ortalığı kaplayan “meal müçtehitliği” salgını ise, apayrı bir felâket mâlumunuz.

Cenab-ı Rabbi’l-âlemîn celle şânuhu bu ümmeti ve evladını / gelecek nesilleri nevzuhur müçtehit taslaklarının ve bilumum bid’at ehlinin dalâletlerinden muhafaza buyursun.

Vesselâm…

Mevzu ile ilgili detaylı bilgi için sitemizde mevcut olan Aynü’l-Hakîka fî Râbıtati’t-Tarîka isimli risaleye bkz. Hatta bu kitabı baştan sona mutlaka ve dikkatle okuyunuz. 

Go to top