Selamün aleyküm hocam. İmamı Zemahşeri cinlere inanmıyor muydu? İtikatta ve amelde mezhebi neydi? İsim mahfuz

******* 

Ve aleyküm selam hocam;

1. Allâme Zemahşerî (rh.), ilk zamanlar söz konusu latîf varlıklara inanmıyordu. Bu husustaki görüş ve itikadı; ‘onlar, insanların kötü olanlarına verilen bir sıfattır’ mealindeydi. [Bkz. Zemahşerî, el-Keşşâfu an Hakâiki Ğavâmidi’t-Tenzîl, IV, 824] Daha sonra ise yaşadığı bir vak’a dolayısiyle bu inancı değişmiş ve onların varlığına inanır olmuştur. Halvetî şeyhi büyük müfessir İsmail Hakkı Bursevî (k.s.) hazretleri, bu hadiseyi Tefsîru Rûhu’l-Beyân isimli muhallet eserinde şöyle anlatıyor:

ان الامام الغزالي محيى السنة كان مفتى الثقلين فسألهم يوما عن الحوادث قالوا ان الزمخشري صنف كتابا في التفسير وبلغ الى النصف فطلب منهم ان يأتوا به فاتوه فكتب جميع ما ألفه ثم وضعوا النسخة في مكانها فلما جاء الزمخشري اليه أراه إياه فتعجب الزمخشري وتحير وقال ان قلت هولى وانا خبأته وما اطلع عليه أحد غيرى فمن اين جاء هذا وان هو لغيرى فالتوارد في اللفظ والمعنى والوضع والترتيب في هذا القدر من الكتاب لا يقبله العقل قال الامام هو لك وقد وصل إلينا من أيدي الجن وكان الزمخشري ينكر الجن فاعترف في مجلسه ولا يلزم من هذا علم الجن بالغيب كما لا يخفى روح البيان

Meali: “Muhakkak ki Huccetü’l-İslâm İmam Gazâlî hazretleri[1], sünneti ihyâ eden, insan ve cinlerin müftüsüydü. Bir gün cinlere, havâdis (dünyada olup biten garip şeyleri) sordu. Cinler:

- ‘Zemahşerî[2], tefsirle alakalı bir kitap yazmaktadır. (Kur'an-ı Kerim’in) yarısına ulaştı’, dediler.

İmâm Gazâli hazretleri, cinlerden, Zemahşerî hazretlerinin yazmış olduğu tefsiri kendisine getirmelerini istedi. Cinler, Zemahşerî hazretlerinin yazmış olduğu tefsiri istinsah ettiler, hepsini yazdılar, aslını yerine koydular, kopyasını getirdiler. Zemahşerî hazretleri, Gazalî hazretlerinin yanına geldiğinde, Gazâlî hazretleri, o tefsiri kendisine gösterdi. Zemahşerî hazretleri hayret etti, şaşırdı ve şöyle dedi:

- ‘Eğer bu tefsir benim ise, ben onu gizledim. Gizli yazıyorum. Benden başka kimse tefsir yazdığımı bilmiyor. Bu nereden geldi? Yok, eğer bu tefsir başkasının ise, bir kitabın,  lafız, mânâ, vazı'/konuluş ve tertipte bu kadar birbirine benzemesini akıl kabul etmez. Bu mümkün değildir’. Bu konuşma üzerine İmâm Gazalî hazretleri şöyle buyurdu:

- ‘Bu tefsir (senindir), bize cinlerin eliyle ulaştı’, dedi.

Zemahşerî hazretleri o güne kadar cinleri inkâr ediyordu. O mecliste cinlerin varlığını itiraf etti. Lâkin buradan cinlerin gaybı bildiği hükmü çıkmaz...” [Bkz. Şâmile, Bursevî İsmail Hakkı, Rûhu’l-Beyan, 1, 3; Eser Kitabevi tab’ı, 1, 4, “mine’ş-şeytân”ın tefsiri; Tercüme, Rûhu’l-Beyan Tercümesi, 1, 28]

***

2. İmam Zemahşerî hazretlerinin amel ve i'tikadca mezhebi:

Fıkıhta Hanefî mezhebine mensup, âbid ve zâhid olan Zemahşerî, i'tikadca maatteessüf Mu'tezile’ye müntesiptir. Hattâ bu i'tikaadiyle iftihar da ederdi. Bu cihetle yazdığı o muazzam tefsir, kendi i'tikaadının celî ve hafî (açık ve kapalı) surette bir tercümanı olmak şâibesinden (ayıp ve kusurundan) kurtulamamıştır.

Hakikatte Zemahşerî, ru'yetu'llâhı inkâr ediyordu. Tasavvuf neşvesinden mahrum idi. Bu yüzden Ehl-i Sünnet'e, Sôfiyye hazarâtına / Allah dostlarına ağır ve kötü ithamlarda bulunmaya cür'et göstermiş… “Ve yühıbbuhum ve yühıbbûnehu: Allah onları sever, onlar da Allahı severler” [Mâide suresi, 54] âyet-i celîlesinin tefsiri sırasında evliyâullah aleyhinde birtakım münasebetsiz sözler söylemiştir ki, bunların alelâde bir eserde bile yazılması müstehcen görülür.

Bununla beraber kendi mezhebine uygun düşmeyen âyetleri birtakım soğuk ve çirkin zorlamalar yoluyla yorumlamaya da kalkışmıştır. Bu sebepledir ki, ilm-i kelâm­dan hakkıyla nasibi olmayanların Keşşâf tefsirini mütâlâa etmeleri ihtiyata münâfîdir (onu okuyup tetkikte bulunmaları ölçülü/tedbirli ve isabetli bir davranış olmaz, bir takım itikadî tehlikeleri de beraberinde barındırır).

Gerçekten hâşiye yazan birçokları, bâhusus Şerefü'd-Dîn-i Tayyibî, Keşşâf'taki Mu’tezile’ye dair mesele ve mevzuları açıklamış, red ve tashîha / yanlışlara işaret edip düzeltmeye çalışmış ise de akla gelebilecek tehlike ve zararları yine de tamamen ortadan kaldıramamıştır.

Keşşâf'ta Mu’tezile’ye ait meseleler bazan pek açık bir halde görülür, bazan da herkesin göremiyeceği derecelerde kapalı bulunmaktadır.

Meselâ Mu'tezile taifesi, ru'yetullâhı inkâr ederler. Bunlara göre ru'yetin birinci şartı, görülen şey’in bir yönde bulunmasıdır. Bu da görülen şeyin ya cisim veya cisme ait bir şey olmasiyle kabildir. Halbuki Zât-ı Bârî, cisim ve cismânî olmaktan münezzehtir. Binâenaleyh kabil-i ru'yet değildir yani görülmesi mümkün olmaz.

İşte Zemahşerî “Lâ tüdrikühü’l-ebsâru ve hüve yüdrikü’l-ebsâra: Onu gözler idrâk etmez, gözleri o idrâk eder” [En’âm suresi, 103] âyet-i kerimesinin tefsirinde bu mes'eleyi açık bir tarzda beyân ederek diyor ki: “Gözler Zât-ı Îlahi'ye taallûk edemez ve kendisini göremez. Çünkü Allâhu Teâlâ zâtında mubas­sır olmadan mûtedildir. Gözler ecsâm gibi asâleten veya a'râz gibi teb'iyyeten bir cihette bulunan şeylere taallûk eder, Zât-ı Bari ise böyle değildir."

Halbuki Ehl-i Sünnet'e göre ru'yetin şartı, mer'înin mevcûd ol­masıdır. Allâhu Teâlâ ise hakîkî mevcut olduğundan âhiret yurdunda gö­rülmesine bir mâni' düşünülemez. Âyet-i celîle ise ru'yeti değil, ebsârın ihâta veçhile idrâkini nefyetmektedir. Ru'yetullah hakkında geniş bilgi için bkz.

http://www.halisece.com/akaid/394-ehl-i-sunnete-gore-ruyetullah-meselesi.html

http://www.halisece.com/akaid/366-ruyetullah-ne-demektir-dunyada-allahi-gormek-mumkun-mu.html

http://www.halisece.com/mubarek-geceler/388-ruyetullah-ve-mirac.html

Her ne ise, Zemahşerî burada Mu’tezile’nin akîdesini sarahaten ortaya koymuştur. Fakat, “فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ:o vakit kim ateşten uzaklaştırılır da Cennet’e konulursa, işte o murada erdi[Âl-i İmrân suresi, 185] âyet-i kerîmesinin tefsirinde bu akîdesine pek gizli bir halde işaret ede­rek şöyle demiştir: "Cennet’e giren kimse için mutlak ve her türlü necata vesile olan şeye mütenâvil olan fevz hâsıl olmuş olur. Çünkü fevz ve ne­cat (kurtuluş ve selamet) için Allah'ın suhtundan / gadabından, Cehennem'in ebedî azabından kurtuluşun, sonsuz nimetlere kavuşmanın ötesinde bir gâye mevcut değildir."

Zemahşerî, fevz ve zafere-selamete gâye olmak üzere bunları gösteriyor, bu­nunla da ru'yetullâh'ın ademini (olmadığını-olamayacağını) kapalı bir şekilde anlatmış oluyor.

Halbuki Ehl-i Sünnet'e göre en büyük fevz ve necat, en büyük ni'met ve saadet, en yüksek gâye ru'yetullâh'a nâiliyyettir, kavuşmaktır.

Bunun içindir ki, ulemânın büyüklerinden Bülkînî (rh.), diyor ki: “Femen zühziha” âyet-i kerimesinin tefsirinde Keşsâf'tan Mu’tezileye ait görüşleri cınbızlar ile çekip çıkar­dım. Zemahşerî, ‘Cennet'e girmekten daha büyük hangi fevz ve necat var­dır?’ demek istiyor, bununla da adem-i ru'yete (Allahu Teala’nın cemâlini görmenin olamayacağına) işaret ediyor."

Velhâsıl; Keşşâf’ın, ay’ın ondördü kadar parlak olan güzel yüzünde bu gibi Mu’tezilî kaideleri-görüşleri ve meseleleri, kelefü'l-bedr (dolunayın yüzünü boyamak) mesabesinde birer leke teşkil etmektedir. Bununla beraber araştırma-inceleme ve fikirlerin/düşüncelerin par­lak birer tecellîgâhı (zuhur mahalli, göründüğü yer) olan, belâgatın esrârı en lâtif bir tercümanı bulu­nan bu mühim eserden ilim ehli için istiğna kabil (ihtiyaç hissetmeme durumu mümkün) değildir. O bakımdan, bu muazzam eseri kusurlardan-noksanlardan arındırmakla güzel bir tarzda özetlemeye veya bunun şâibeli noktalarını hâşiyelerle, ta'lîkalar ile tavzih ve ta'yîne (izahlarla, notlar ve anekdotlarla açıklayıp gösteremeye, belirtmeye) lüzum görülmüş, bu vazife birçok kudretli âlimler tara­fından ifâ edilmiştir. [Zemahşerî hakkında daha geniş bilgi için bkz. Bilmen, Ö.N., Tabakatü’l-Müfessirîn, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1974, 2, 467-8-9]

Dipnotlar

[1] Huccetü’l-İslâm İmam Gazâlî hazretleri; asıl ismi, Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed et-Tusî, el-Gazâlî’dir. 1058 (H. 450) tarihinde Tûs şehrinin Gazâl kasabasında doğdu. Babasının bıraktığı miras ile kardeşi Ahmet Gazalî hazretleri ile birlikte tahsil yoluna girdi. İyi bir eğitim gördü. Fıkıhta müçtehid derecesine yükseldi. Üçyüzbinden fazla hadîs-i şerifi râviyeleriyle birlikte ezbere biliyordu. İslâm’ın yirmi temel ilmi ile bunların yardımcıları olan müsbet ilimlerde söz sahibi idi. Nizâmiyye Medresesi’nin müderrisliğini yürüttü. Burada birçok talebe yetiştirdi. Bulunduğu çağı aşan, tetkik ve tenkidleri özellikle felsefecilerin görüşlerini çürüten kitablar yazdı. Öz eleştirilerde bulundu. “İhyâu Ulûmi’d-dîn” isimli kıymetli eseri yazdı. Büyük bir evliyâullah ve deryâ gibi bir âlim olan İmam Gazâlî hazretleri 1111 (H. 505) tarihinde Tûs’ta vefat etti. [Rûhu’l-Beyan Tercümesi, Fatih Yayınevi, yyyy., 1, 28]

[2] İmam Zemahşerî hazretleri’nin asıl adı: Kâsım bin Ömer, lakâbı Allâme Cârüllâh’tır. Kaynaklar Türk olduğunda ittifak halindedir. 1074 (H. 467) senesinde Hârezm’in Zemahşer kasabasında doğdu. İyi bir tahsil gördü. Tefsir, fıkıh ve lûgat ilimlerinde büyük bir âlimdi. Zemahşerî hazretlerinin yazmış olduğu “Keşşâf” isimli tefsiri belâğât ve fesahât bakımından çok önemli bir tefsirdir. Ehl-i Sünnet âlimleri, belâgatla ilgili bilgileri onun eserinden faydalanmışlardır. Zemahşerî, amelde Hanefî mezhebinde olmasına rağmen, önceleri itikâd bakımından Mû’tezile mezhebindeydi. İmam Gazalî hazretlerinin onun yazmış olduğu “el-Keşşâf” isimli tefsirini cinlere istinsâh ettirmesi ve birçok âlim ve ilim talebeleri ve devlet adamlarının huzurunda ona vermesi üzerine cinlerin varlığını kabul ederek, tevbe edip, Ehl-i Sünnet olmuşlardır. Zemahşerî hazretleri, 1144 (H. 538) yılında bir arefe gecesi Cürcâniye’de vefat  etti. [A.g.e., Fatih Yayınevi, yyyy., 1, 28]

Go to top