Selamün aleyküm hocam. Tevrat, Zebur ve İncil de hak kitaplar olmalarına rağmen bu yüce kitapların değişikliğe maruz kalıp Kur'an-ı Kerim'in ise bir tek harfinin veya harekesinin bile asırlardır değişmemesinin ve asla da değişmeyecek olmasının sebeb ve hikmetleri nelerdir? Allah razı olsun. Abdullah Fakir – gmail

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Hâtemü’l-Enbiya Efendimiz’den önceki peygamberler (aleyhimü’s-salavâtü ve’t-teslîmâtü ve alâ Nebbiyâ hâssah), belli kavimlere ve belli bir süre için gönderilmişlerdir. Onların kitapları da sadece o topluluklar ve belirli bir süre için geçerlidir. Onun için Allahu Teâla onları hıfz-ı ilahisi altına almamıştır. Çünkü o peygamberin gönderildiği süre dolunca veya kitabı tahrife mâruz kalınca, Allah celle şânuhu peşinden başka bir peygamber ve başka bir kitap göndermiştir. Ama bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.), topyekûn zamanlar ve mekânlar için gönderilmiş son peygamberdir. O’ndan sonra ne rasûl ne de nebî gelmeyeceğine göre, eğer Allah (c.c.) O’na (s.a.v.) verdiği Kur’an-ı Kerîm’i korumasaydı, daha sonraki asırlarda gelen / gelecek olan insanların doğru yolu bulmaları mümkün olmazdı.

***

Mahlûkat ve eşya müsavi değildir

Cenâb-ı Rabbi’l-âlemînin yeryüzünde yarattıklarının hepsi bir değildir. Kimini sebeplere bağlar, kimini sebepsiz vasıtasız yaratır. Mesela insanların hepsi anne ve babadan meydana gelirken, Hz. Adem’i (a.s.) hem annesiz hem babasız, Hz. İsa’yı (a.s.) babasız, Hz. Hava'yı (r.anha) da annesiz yaratmıştır. Demek ki umumi kanunların dışında bazen hususi olarak muamele etmektedir. Nitekim usûl-i fıkıhta da meşhur kaidedir: “Mâ min âmmin illâ ve qad hussa minhü’l-ba‘z: Hiçbir umumi söz yoktur ki, içlerinden bazıları müstesna kılınmasın”.

Bu cümleden olarak mesela ateş yakar, ay ikiye yarılmaz, ağaç yürümez, asa yılan olamaz. Sebepler açısından böyledir. Ancak, Hz. İbrahim (a.s.) yanmamış, Ay ikiye ayrılmış, ağaç Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) emriyle yürümüş, Hz. Musa’nın (a.s.) asası da yılan olmuştur. Allahu Teâla’nın izni ve muradıyla bunlarda değişiklik olmuştur.

Kezâ bazı peygamberler gelmiş, gönderildiği ümmetleri tarafından şehit edilmişlerdir. Ama Hz. Musa (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) gibi bazı peygamberlerini de muhafaza etmiş / korumuştur.

İşte aynı durum ilahî kitaplar için de geçerli olabilir. Diğer kitapların değiştirilmesine müsaade eden Cenab-ı Hak, hususi olarak lûtfiyle-keremiyle-rahmetiyle Kur’an-ı Kerim’in değiştirilmesini engellemiştir. Nitekim “Şüphe yok ki o Zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz. Her halde biz onu muhafaza da edeceğiz. [Hıcr suresi, 9] buyurarak, Kur’an-ı Hakîm’in hususi koruması altında olduğunu belirtmiştir. Hz İbrahim’i (a.s.) ateşte yakmayıp koruyan Hz. Mevlâ, Kur’an-ı Mecîd’i de tağyirden-tahriften-tebdilden muhafaza etmiştir.

Şimdi nefis ve şeytan, ‘neden diğer peygamberlerini öldürülmekten korumadı da Hz. İbrahim’i (a.s.) korudu’, diyemeyeceği gibi, bu mevzuda da fikir beyan edemeyecektir. Ederse de bunun akıl-mantık-ilim ve iman nazarında hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayacaktır.  

***

Kur'an-ı Kerim’in dışındaki kitapların asılları korunmamış, korunamamıştır

Malum oldugu gibi Kur'an-ı Kerim’den önce gelen ve bugün elde mevcut bulunan İlâhî Kitapların hiçbiri, Allahu Teâla'nın peygamberlerine indirdiği semavî kitapların aslı / orijinali değildir. Bunların zamanla asıl nüshaları kaybolmuş, insanlar tarafından yeniden yazılmışlar; o yüzden de içlerine hurafeler ve bâtıl inançlar karışmıştır. Bu sebepledir ki Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir:

“Ehl-i Kitab, Tevrat'ı İbranice (metni) ile okurlar, Arab diliyle de Müslümanlara tefsir ederlerdi. Bu hususta Rasûlüllah (s.a.v.) ashabına şöyle buyurdu:

Siz Ehl-i Kitab’ın sözlerini ne tasdik, ne de tekzib ediniz. Ancak deyiniz ki: 'Biz Allah'a, bize indirilen Kur'an'a; İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yâkub ve torunlarına indirilenlere; Musa'ya ve İsa'ya verilenlere ve (bütün) peygamberlere Rabları katından gönderilene (suhuf, kitap ve âyetlerin Allah geldiği şekliyle bozulmamış haline, asıllarına) îman ettik. Onlardan hiçbirini (orijinalleri itibariyle kimine inanmak, kimini inkâr etmek suretiyle) diğerlerinden ayırt etmeyiz. Biz (Allah'a) teslim olmuş Müslümanlarız.” [Bakara suresi, 136]

Bu hususta detaylı bilgi için şu linke ve o link içinde gösterilen yazılara da mutlaka bkz.

http://www.halisece.com/islami-makaleler/2941-kur-an-i-kerim-ve-diger-semavi-kitaplar.html

http://www.halisece.com/islami-makaleler/315-imanin-ucuncu-sarti-kitaplara-inanmak.html

***

Kur'an-ı Kerim’in tahrif, tağyir ve tebdilden korunması ile alakalı bazı zâhirî sebep ve tedbirlere gelince…

Allahu Teâla'nın son mukaddes kitabı, bütün insanlığa İlâhi fermanı olan Kur'an-ı Hakîm, yirmi üç senede âyet-âyet, sûre-sûre nâzil olmuştur. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) kendisine nazil olan âyet ve sûreleri, yanında bulunan sahabelerine okur, sahabeler de onu ezber ederler, bir kısmı da yazardı. Bundan ayrı olarak, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) vahiy kâtipleri vardı. Bunlar nâzil olan âyetleri ve sûreleri hususi olarak yazmakla vazifeli idiler. Gelen âyet ve sûrenin nerede yer alacağı, Kur'an-ı Mecîd’in neresine gireceği de bizzat Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e Cebrail aleyhisselâm vasıtasıyla bildiriliyor, o da vahiy kâtiplerine tarif ederek, gerekeni yaptırıyordu.

Böylece Rasûl-i Zîşân Efendimizin (s.a.v.) hâl-i hayatında Kur'an-ı Kerim’in tamamı yazılmış, nereye neyin gireceği belli olmuştur. Aynca Cebrail (a.s.) her Ramazan ayında gelir, o güne kadar nâzil olmuş âyet ve sûreleri Peygamber Efendimize (s.a.v.) yeni baştan okurdu. Efendimizin (s.a.v.) vefatından evvelki son Ramazan ayında Hz. Cibril (a.s.) yine gelmiş, ancak bu sefer Kur'an-ı Hakîm’i Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) ile iki sefer okumuşlardı. Birinci sefer Hz. Cibril (a.s.) okumuş, Peygamberimiz (s.a.v.) dinlemiş; ikinci seferde ise Peygamberimiz (s.a.v.) okumuş, Hz. Cibril (a.s.) dinlemişti. Böylece Kur'an-ı Kerim son şeklini almıştı.

Bununla beraber, Âlemlere Rahmet Efendimizin (s.a.v.) sağlığında Kur'an-ı Kerim, henüz müstakil bir cilt hâlinde toplanmış da değildi. Sayfalar halinde sahabeler arasında dağınık olarak duruyor, hafızalarda ezberlenmiş halde buluyordu. Fakat hangi ayetin nereye gireceği, hangi surenin nerede bulunacağı gayet net ve kesin bir şekilde bilinmekteydi.

***

Kur’an-ı kerim sayfalarının bir araya getirilip Mushaf halini alması

Nihayet Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) hilâfeti zamanında, görülen lüzum üzerine, Zeyd bin Sâbit'in (r.a.) başkanlığında vahiy kâtiplerinden ve kuvvetli hafızlardan müteşekkil bir hey’et / komisyon kuruldu. Kur'an-ı Kerim’in bir cilt hâlinde bir araya toplanma işi, bu hey’ete havale edildi. Ashaptan (r.anhum) herkes, elinde yazılı bulunan Kur'an sayfalarını getirip bu komisyona teslim ettiler. Hafızların ve vahiy kâtiplerinin elbirliği ile çalışmaları sonunda sayfalar, sûre ve âyetler Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) tarif ettiği şekilde yerli yerine kondu. Böylece Kur'an-ı Kerim, Mushaf adıyla tek kitab hâline getirilmiş oldu.

Artık Kur'an-ı Hakîm için unutulma, kaybolma, tağyir, tahrif ve tebdile uğrama diye bir şey söz konusu olamazdı. Zira aslı, Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) gelen şekliyle eksiksiz ve noksansız şekilde tesbit edilmişti.

Hz. Osman (r.a.) zamanında görülen lüzum üzerine, bu Mushaf'tan yeni nüshalar çoğaltılıp çeşitli memleketlere gönderildi. Bugün elde mevcut olan Kur'an-ı Kerimler, işte bu nüshadan çoğaltılmıştır.

Kur'an-ı Kerim tesbit edilişindeki sağlamlık itibariyle, diğer ilâhi kitaplardan farklı olarak, hiçbir bozulma ve değişikliğe uğramadan vahiy mahsulü olan şekliyle tesbit edilip ortaya konmuş; 1400 küsur senedir de muhafaza edilerek gelmiştir.

Ayrıca bunda, Kur'an-ı Mecîd’in edebî üstünlük ve i'câzının, yani ezberleme kolaylığının hiçbir insan kelâmına benzememesinin ve söz olarak hiçbir taklidinin yapılamamasının, fesâhat ve belâgatına erişilememesinin ve zaptında a'zamî titizlik gösterilmesinin de büyük rolü olduğu kesindir. Fakat asıl sebep, Kur'an-ı Kerim’i bizzat Cenâb-ı Hakk'ın hıfz u himaye ve vikayesine alması, onu kıyamete kadar lâfız ve mânâ bakımından bir mûcize olarak devam ettirmeyi taahhüd etmesidir.

Bugün yeryüzündeki bütün Kur' an-ı Kerimler aynıdır; hiçbir farklılık ve değişiklik yoktur. Kezâ milyonlarca hafızın ezberinde bulunmakta, her an milyonlarca dil ile kırâat edilip okunmaktadır. Bu özellik, Kur'an-ı Kerim’den başka herhangi bir beşeri kitaba kısmet olmadığı gibi, semavi kitaplardan hiçbirine dahi nasip olmamıştır. Allahu Teâla'nın son kelâmı, hükmü kıyamete kadar bâki ve ezelî fermanı olan Kur'an-ı Hakîm’in, böyle eşsiz bir makam ve ulvi bir şerefe nail olması da, elbette lâzım ve zaruridir.

Mevzu ile alakalı olarak ayrıca bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2942-allah-kelami-olmasi-bakimindan-ilahi-kitaplar-arasinda-fark-var-midir.html

Go to top