Selamun aleykum hocam. Ahir zaman alametlerine baktigimiz zaman tum hadiseler islam cografyasinda zuhur ediyor. Bir Musluman memleketi isgale ugradiginda icimiz yaniyor. Bunlardan biride Halep. Halep ile ilgili hadisler var mi hocam? A'mak ve Dabik mahallelerine girilmedikce kiyamet kopmaz... Bu hadisi serif HALEP'ten mi bahsetmektedir? Bilal – Site

*******

Ve aleyküm selâm kardeşim;

Evet, vukûu muhakkak olan ‘kıyâmet’in alâmetleri, teker-teker zuhur edip duruyor. Dediğiniz gibi tüm hadiseler belki sadece İslâm coğrafyasında değil ama, katliâmlar ağırlıklı olarak bu bölgede işleniyor. Diğer alâmetler de dünyanın hemen her yerinde muhtelif toplumlarda değişik suretlerde ortaya çıkıyor. Basîret ehli olanlar görüyor, şuur ve idrâk sahibi mü’minler de herhalde ibret nazarıyla bakıp gereken dersi alıyordur. En azından öyle ümit etmek isteriz.

Daha önceki yazılarımızda da hatırlattığımız üzere, kıyâmet alâmetleri hakkındaki hadisler te’villidir, müteşâbihtir. Çoğu zaman meselelerin hakikati ibarelerde görülenlerin dışında ve farklıdır. Perdenin arkası önü gibi değildir. Bu Nebevî sözlerin anahtarı kimde, hangi vâris-i Rasûl’de ise açıklaması da haliyle onun elindedir. Binaenaleyh bu noktada efrâd-ı ümmet olarak yapabileceklerimiz, bize ulaşan rivayetleri zikretmek, onlar üzerinde yapılan şerh ve izahları nakletmekten ibaret olur. Artık bunlardan kim, neyi ne kadar anlar, anlayabilirse…

Meselâ bu cümleden olarak;

Kütüb-i Sitte’nin ikincisi Müslim’in (rh.) Sahîhi’ne baktığımızda, mâlum ve mâhut haşerat tarafından bombalarla tahrip edilip sâkinlerinin, özellikle Müslüman halkın katledildiği o güzelim şehir Haleb şehriyle ilgili de bazı hadis-i şerifler görüyoruz. Bunlardan biri şöyledir (mealen):

“Romalılar A‘mâq’a yahut Dâbiq’a inmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Onların kaşısına Medîne’den o gün yeryüzü halkının en iyilerinden bir ordu çıkacaktır. Askerler saf bağladıkları vakit Romalılar,

- ‘Bizimle, bizden esir alınanların arasını serbest bırakın da, onlarla harp edelim’, diyecekler.

Müslamanlar da,

‘- Hayır! Vallâhi sizinle din kardeşlerimizin arasını serbest bırakamayız (aradan çekilmeyiz)’, cevabını vereceklerdir.

Metâkıben (bunun ardından) onlarla harb edecekler ve üçte biri münhezim olup (bozguna uğrayıp), Allahu Teâla ebediyyen kendilerine tevbe ilham etmeyecek (tevbelerini kabul buyurmayacak)tır. Üçte biri de katledilecek, Allah celle şânuhu indinde şehitlerin en faziletlisi olacaklardır. Üçte biri ise fethedecek (muzaffer olup), ebediyyen fitneye dûçar olmayacaklardır. Müteâkıben (bunlar tarafından) İstanbul fethedilecektir. Gâziler kılıçlarını zeytin ağaçlarına asmış, ganimetleri taksim ederken âniden içlerinde şeytan,

- ‘Gerçekten Mesîh Deccâl aileleriniz hakkında sizin yerinizi aldı’, diye nâra atacak. Onlar da çıkacaklardır, (oysa) bu (haber) bâtıldır (yalandır). Şam’a geldikleri vakit ise (Deccâl) çıkacaktır. Gâziler harbe hazırlanır, saflarını düzeltirlerken namaz için ikamet olunacak ve Meryem’in oğlu İsa (a.s.) inerek onların yanına gitmek isteyecektir. Allah’ın düşmanı onu gördüğü vakit tıpkı tuzun suda eridiği gibi eriyecektir. Eğer onu bıraksa kendiliğinden helâk olacak, lâkin Allah (c.c.) onu yed-i kudretiyle tepeleyerek kanını süngüsünde gösterecektir. [Müslim, Fiten, 9, Hadis no: 34 / 2897]

***

A ç ı k l a m a

A‘mâq ile Dâbiq yahut Dâbaq Şam’da (Şam bölgesinin) Halep yakınlarında iki yerdir. Hadis-i şerifteki ‘Sebû (sin-b-vav ile)” kelimesi ki, ‘sebev’ şeklinde de rivayet olunmuştur. Bu takdirde cümlenin mânâsı; ‘bizimle, bizden esir aldıklarınızın arasını serbest bırakın’, demek olur.

Kaadî İyâz (rh.), ‘doğrusu, bu kelimenin sübû şeklinde okunmasıdır; ekser râviler de onu bu şekilde rivayet etmişlerdir,’ demişse de Nevevî (rh.), ‘Her iki riayet de doğrudur; çünkü onlar evvela esir alınmış, sonra kâfirleri esir etmişlerdir. Zamanımızda bu mevcuttur. Hatta Şam ve Mısır’daki İslâm askerlerinin ekserisi edir edilmiş… Sonra bugün -Allah’a hamdolsun- onlar küffarı esir almaktadırlar.’ diyor.

Rasûlullah’ın (s.a.v.) ‘A‘mâq’a mı yoksa Dâbiq’a mı’ buyurduğunda şekkeden (şüphelenen) râvidir. Hadîsin siyâkından da anlaşılacağı vechile, üçte biri münhezim olacak (bozguna uğrayacak) askerler Müslümanlardır. Bunlar bozulup kaçtıkları, firarda ısrar ettikleri için Allahu Teâla kendilerine tevbe ilham etmeyecek, (tevbelerini kabul buyurmayacaktır).

‘Gerçekten Mesîh aileleriniz hakkında sizin yerinizi aldı’ cümlesinden murad; memleketlerinizde bıraktığınız aileleriniz Deccâl’in eline geçti demektir ki, bunun bâtıl / yalan olduğu hadis-i şerifte tasrih edilmiştir.

Hz. İsa (a.s.) hakkında kullanılan ‘emme (fe-emmehum)’ fiili, imam oldu mânâsına değil, Müslümanlara uymak, Peygamberlerinin sünnetini ele almak (ihyâ etmek) için yanlarına gitmek istedi, mânâsınadır.

Bazıları bu fiildeki mensûb zamirin, Deccâl’le tâbilerine ait olduğunu söylemişlerdir. Bu takdirde cümlenin mânâsı; ‘Hz. İsa (semâdan yeryüzüne) inerek Deccâl’le tâbilerini / ona uyanları / askerlerini ihlâk (öldürüp yok etmek) için kastedecek / niyetlenecektir’, demek olur.

İstanbul da fethedilmiş, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) bu mûcizesi de yerini bulmuştur. [Bkz. Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Neşriyat, İstanbul, 1980, 11, 324-325]

Hadis-i şerifte İstanbul'un fethi mevzu-i bahs edildiği için, ihbar vukua gelmiş olarak değerlendirilebilir. Ancak ganimet elde edilmesi, bu ganimetin paylaşılması sırasında  silahların zeytin dalına asılması, Deccâl'in çıkması gibi bir kısım müteşâbih unsurlar dikkat çekicidir. Silahların zeytin dalına asılması, sulh yoluyla düşülecek bir gaflet  dönemini ifade edebilir. Bu dönemde Deccâl'in çıkma ve ailelerde erkeklerin yerini alma şâyiası mevzu-i bahs olmaktadır. Deccâl bir kişi olarak nasıl ailelerin herbirinde yer alabilir? Bu, belki de Müslümanların, bolluktan gelen bir rehavet ve gafleti sebebiyle Deccâl rejiminin terbiye işlerini ailelerde üzerine almasıdır. Ancak, bu hal onun kesin galebesi olmayacak, Allah'ın lûtfu ile mü'minlerin namaz(la temsil ve teşbih edilen İslâm'ın) etrafında tesis edecekleri birlikle Deccâl fitnesi bertaraf edilecektir. Bu hali, Hz. İsa'nın (a.s.) inmesi ve Müslümanlara katılması tamamlamaktadır.

Şu halde hadis-i şerif, kendisinden günümüz hadiselerine yönelik de bazı mesajlar almaya açık bir mahiyettedir. [Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, 14, 310] Binaenaleyh herkes ilmi-irfanı, idrâk-şuur ve basîreti nisbetinde bazı neticeler elde edebilir. Ancak hadis-i şerifelerin, ifade edilenlerden veya idrâk edilenlerden (algılananlardan) daha farklı bir boyutu da olabilir. Çünkü başta da belirttiğimiz üzere mesele te’villidir, müteşâbihtir, dolayısiyle kapalıdır. O kapalılığı da sıhhatli ve isabetli olarak sadece ehli açabilir.

Sadedinde olduğumuz Halep’le ile alakalı, Şam’dan Yemen’den ve sair yerlerden de bahseden başka hadisler de mevcut. Fakat işimiz ‘kıyamet masası şefliği’ olmadığına göre, onu araştırmak ve gözetlemekten ziyade o güne hazırlık yapmaya gayret etmeli, elimizdeki fidanı dikmeye / önümüzdeki hizmetleri hakkıyla ifa etmeye gayret göstermeliyiz. Merak edenlere de tavsiyemiz bu yönde olur; fakat illâ arzu ediyorlarsa, ne diyelim; araştırır, bulur, okurlar.

Son bir ilave:

“…Humeyd Ebu Katade’den, o da Üseyr bin Câbir’den (r.anhum)  naklen rivayet ediyor ve diyor ki:

“Abdullah bin Mes’ûd’un (r.a.) evinde idim. Ev doluydu. Derken, Kûfe’de kızıl bir rüzgâr esti ve işi-gücü sadece ‘yâ Abdallah bin Mes’ûd, kıyâmet geldi’ demek olan bir adam geldi. Bunun üzerine Abdullah oturdu, dayanmıştı ve şunu söyledi:

- Miras taksim edilmez olmadıkça, ganimetle faydalanma bulunmadıkça kıyamet kopmaz, dedi. Sonra eliyle şöyle yaptı (Şam tarafına işaret etti) ve dedi ki; Düşman ehl-i İslâm için ordu topluyor. Ben;

- Romalıları mı kastediyorsun, dedim…” Hadis-i şerif bu minvâl üzre devam edip gidiyor. [Bkz. Müslim, Sahih, Fiten, 11]

Müslim Şerhi’nde hadisle alakalı şu açıklamaları da görüyoruz:

Bu hadisten maksat şudur: Harp tehlikesi olduğunu sezen bir adam Abdullah b. Mes’ûd’a (r.a.) gelerek kıyamet kopuyor, demiş. O da, ‘Bu bir şey değil, asıl kıyamet Şamlılarla Romalılar arasında vuku bulacak olan dehşetli muharebede kopacak’, demiştir.

Yani öyle bir harp olacak ki, kalan mirası taksim edecek mirasçı bulunmayacak, alınan ganimete sevinen kimse kalmayacaktır. Bu harpte Müslümanlar, ‘ölüm var dönüm yok’ diyen en yiğit askerlarinden fırkalar teşkil ederek düşmanın üzerine sevk edekler. Fakat bu fırkalar eriyip bitecek, üç defa yenisini gönderdikleri halde yine bir netice elde edemeyeceklerdir. Nihayet ehl-i İslâm’ın gazilerine Allahu Teâla zafer nasip edecek; misli görülmedik bir harp yaparak düşmanı kıracaklar, harbi kazanacaklardır.

Bu harp o kadar şiddetli olacak ki, çarpışan küffarın yanından kuşlar geçse, az sonra bunların yere serilmiş olduklarını göreceklerdir. Bir babanın 100 oğlu olsa, bu harpte yalnız biri sağ kalacaktır. Yani harpten kurtulanlar, yüzde bir nisbetinde olacaklardır.

İşte İbn Mes’ûd’un (r.a.), ‘miras taksim edilmez olmadıkça, ganimetle ferahlanma bulunmadıkça’ sözlerinden muradı bu neticedir. İki taraftan o kadar insan kırılacak ki, mirasa konacak mirasçı kalmayacak… Alınan ganimeti taksim edecek gazi kalmayacaktır. Bu yetmemiş gibi üstelik Deccâl’in çıktığı haberi gelecek, bunun üzerine gaziler aldıklarını bırakarak onun karşısına yürüyeceklerdir.

Müslim şârihlerinden Übbî (rh.) diyor ki: ‘Harpten öncü kuvvet bitecektir’ sözüne bir bak! Bunun manası hakikaten yok olacaktır demek ise, ‘bundan sonraki iki taraf da galip gelmeden dönecektir’ cümlesiyle bunun arası nasıl bulunur? Meğer ki bu sözden o fırkanın mensup olduğu ordu katledilmiş olsun. Zira bir fırkanın bitmesinden bütün ordunun mağlup olması lazım gelmez. Yani iki tarafın fırkaları (çarpışan birlikleri) bitecek, fakat orduları kalacak (tamamen yok olmayacak)tır.

Hadis’teki ‘debre’ kelimesi ‘dâire’ şeklinde de rivayet edilmiştir. Debre, zafer ve nusret manalarına gelir. Bu kelime hezimet manasına da kullanılır. Dâire de aşağı yukarı zafer manasınadır.” [Davudoğlu, Ahmed, a.g.e., 12, 329-330-331]

S o n u ç

Her şeyde olduğu gibi sadedinde olduğumuz bu meselenin de en doğrusunu Allahu Teâla ile Rasûlü ve onun bildirdiği vârisleri bilir.

Ayrıca mevzu ile ilgisi bakımından aşağıdaki linklere de bkz. 

http://www.halisece.com/islami-makaleler/59-kiyamet-nedir-kiyametin-buyuk-ve-kucuk-alametleri-nelerdir.html

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1261-kiyamet-alametleri.html

 

Go to top