Farabi ve İbn-i Sina'nın felsefe alanında yaptığı çalışmaların  Ehli Sünnet vel Cemaat  mezhebine uygun olmadığı doğru mu? Kemal – Site

*******

Selamün aleyküm.

Sorunuzun kısa cevabı:

Evet, maalesef ve maatteessüf söylenen doğrudur. Fârâbî ve İbn Sînâ'nın felsefe alanında yaptıkları çalışmalarda Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikadına uygun düşmeyen ve kendilerini küfre sürükleyen görüşler vardır.

Evleviyetle belirtelim; İslâm’da zaten felsefeye yer yoktur ki, adı geçen eşhâsın tefelsüfü Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in görüşlerine tam olarak mutabık olsun. İslâm’da taallüm vardır, tedebbür vardır, tezekkür vardır ve nihayet taakkul ve tefekkür vardır. Ayrıca felsefenin menşei de İslâm değildir. Dolayısiyle felsefeyle meşgul olan güruha “İslâm filozofu” demek de doğru bir vasıflandırma olmaz.

Filasıl felsefe, vesveseden ibarettir. Felsefeyle meşgul olup da tozundan-dumanından menfî yönde müteessir olmayan kimse hemen hemen yok gibidir, varsa da enderdir. O ender şahsiyetlerden biri de Necip Fazıl’dır (1905-1983). O da felsefeyi şöyle tasvir ve tavzih eder:  

Felsefe deyince gözümün önüne şöyle bir manzara gelir: Feza büyüklüğünde bir çuval. Çuval, yalnız bir tanesi sağlam, gerisi çürük cevizlerle dolu... İşte felsefe, bu çuvala her defa elini sokup o sağlam cevizi boş yere aramak gayretinin ismidir.” [Bkz. A.g.y., Çerçeve 4]

***

Felsefeciler üç kısımdır

İmam Gazâlî (rh. 1058-1111) hazretlerine göre, felsefeciler üç kısımdır:

1. Dehriyyûn (materyalistler): Bunların çoğu eski felseficilerden olup kâinatın ezelî olduğunu, varlıkların bir yaratıcısının olmadığını söyleyen ateist zındıklardır.

2. Tabiiyyûn (tabiatçılar): Bunlar Allahu Teâla’nın hârika sun’u / san’atı olan mükevvenatı / tabiatı (uyd. doğayı) derinlemesine inceleyip bunların yaratıcısız olmayacağına kanaat getirdiler. Ancak, bu işe fazla daldıkları için, her şeyin otomatikman tabiat düzenine bağlandığını, işlerin bu düzenekte cereyan ettiğini; dolayısıyla, ölümden sonra dirilişin, hesabın-kitabın olmayacağını söylediler ve haliyle dinlerin söyledikleri Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarını göz önünde bulundurmanın hiç gereği olmadığını savundular. Bunlar da bir nevi inkârcılardır.

3. İlahiyyûn (ilahiyatçılar): Bu üçüncü kısım, Sokrat, Eflatun, Aristo gibi sonradan gelen filozoflardan meydana gelmiştir. [A.g.m., el-Münkızu Mine’d-Dalâl,şamile, 1-7]

Özellikle Aristo’nun görüşlerini bize aktaran sözde ‘İslâm filozofları’ndan Fârâbî ile İbn Sînâ’dır. Bunların verdiği bilgiye göre, Aristo’nun düşünceleri;

1- Küfre götüren,

2- Bid’atçiliğe / dalâlete sürükleyen,

3- İnkâr edilmemesi gerekenler, olmak üzere üç kısımda değerlendirilebilir. [A.g.m. ve e. İlgili yerler]

İmam Gazâlî’ye (k.s.) göre, Aristo’nun ve ona tâbi olmuş Fârâbî ile İbn Sînâ’nın tekfiri üç husustan ötürüdür:

a) “Haşir cismanî değildir. İnsanlar cesetleriyle değil, yalnız ruhlarıyla haşr olunur” demeleri. Bu görüş, bütün Ehl-i Sünnet Müslümanlarının inancına ters bir düşüncedir.

b) “Allah küllî şeyleri bilir, fakat cüzî şeyleri bilmez” demeleri. Bu da açık bir küfürdür.

c) “Âlemin kadîm / ezelî olduğunu” söylemeleri.  

Bu üç düşünce İslâm akîdesine, Müslümanların inancına aykırı olup tekfir edilmesi gerekir. [A.g.m. ve e. İlgili yerler]

İmam Gazâlî hazretleri bu görüş ve düşüncelerini, yazdığı eserlerinde, özellikle “Tehâfütü’l-Felâsife (felsefecilerin çelişkileri/tuhaflıkları/tepetakla olmaları)” isimli kitabında dile getirmiştir.

Kezâ aynı kategoride değerlendirebileceğimiz İbn Rüşd (1126-1198) ise, Aristo’nun eserlerine şerhler yazmış, İmam Gazalî hazretlerinin bu kitabını tenkid etmiş ve bunun için “Tehâfütü’t-Tehâfut” adlı bir risale kaleme almıştır. İmam Gazâlî (rh.) ile birlikte anılması da bundan ötürüdür. Halbuki onun vefatından sonra dünyaya geldiğine göre, Gazâlî (k.s.) hazretlerinin onun hakkında bir şey söylemiş olması gayet tabii ki düşünülemez.

***

N e t i c e

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikadına göre “Allahu Taâlâ kadîmdir, ezelîdir. O’ndan başkası için, bir kıdem ve bir ezeliyet yoktur. Kendilerine güvenilir kimselerden (âlim-ârif-fâzıl) hemen hepsi bu hükümde birleşmişlerdir. Bu hükme göre;

Bir kimse, Allahu Taâlâ, kadîm va ezelî değildir’ derse, küfre düşmüş olur. Bu mânâ icabı olarak, İmam Gazâlî (rh.) İbn Sînâ'nın ve Fârâbî'nin kâfir olduklarına kail olmuştur. Hatta bunlara benzeyen diğerlerinin de küfrüne hükmetmiştir. Zira bunlar; akılların, nefislerin, heyûlânın, suretin kadîm olmalarına kail olmuş (inanmış); semâların dahi, içindekilerle birlikte kadîm olduklarını söylemişlerdir.” [İmam-ı Rabbanî (k.s.), el-Mektûbât, Fazilet Neşriyat, İstanbul, bty., 1, 266]

Sadedinde olduğumuz meseleyel ilgileri bakımından lütfen aşağıdaki linklere de bkz.

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/744-tasavvuf-ve-bilim-ayni-kalpte-olur-mu.html

http://www.halisece.com/tasavvuf/21-rabita1/309-ebul-hasan-harakani-kars-ve-bazi-hakikatler.html

Go to top