“Bu yolda en bedbaht kişi bu yola girip de nasipsiz kalandır.” Şâh-ı Nakşibend (K.s.)                       

Selamün aleykum hocam; yukarıdaki kelâmı bir talebe arkadaşa gönderdim. Bana;                       

“Göklerin ve yerin egemenliğinin şüphesiz yalnız ALLAH'a ait olduğunu ve sizin için ALLAH'ın astlarından bir yakın ve bir yardımcı olmadığını bilmedin mi? Bakara 107 Ve ALLAH sizin düşmanlarınızı daha iyi bilir Ve yol gösterici olarak ALLAH yeter Yardımcı olarak da ALLAH yeter.”                       

Bu ayetlerin mealini yollamış. Meal "Bayraktar Bayraklı"ya ait.

Hüseyin Savran Hayat Sağ Balıkesir

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Şah-ı Nakşibend (k.s.) hazretlerinden naklettiğiniz o sözün ibaresi de, işareti de, delâlet ve iktizası da ayan-beyan ortada... Bunu oraya buraya çekmenin, ayet mealleriyle bu kelâma itiraz bayrağı açmanın bir anlamı yok aslında…

Ama ne dersiniz, ne edersiniz ki; insan, tarikat, tasavvuf münkiri, dolayısiyle râbıta ve tevessül mu‘terizi olunca, işte böyle en sarih delilleri, en net ifadeleri bile istismara yeltenir. Metod, tam da İbn Teymiye metodu, Vehhâbî usûlü…

Bunun nesini ele alacak, hangi yamuğunu düzelteceksiniz ki! Tıpkı deve misâli…

Binaenaleyh bu husus, filasıl ilmî olmaktan ziyade îmânî bir mesele. Zira ilmî olarak zaten lime-lime edilmiş, en hurda teferruâtına kadar anlatılmış, yazılıp çizilmiş bir mevzu. Ama inanmayana Allah’tan hidayet dilemekten öte ne yapabilirsiniz ki!

Meseleye bir de kendi açımızdan bakacak, değerlendirecek olursak, o da apayrı acıklı bir manzara. Kısacası hazır eserleri okumuyoruz ya da yeterli derecede idrâk ile okumuyoruz. Eğer bu hâl devam eder, meselelere tam anlamıyla kulak ve gönül vermezsek, işte böyle en küçük rüzgârda bile her seferinde şaşırmaya devam ederiz.

Oysa Şah-ı Küll Muhammed Bahauddin (k.s.) hazretlerinin, “Bu yol”dan kasıtları, İslâm’dan yani Allah’ın yolundan başka ne olabilir ki? Çünkü şeriat-tarikat-hakikat ve ma‘rifet, birbirleriyle iç içe geçmiş bir bütündür. Hiç biri öbüründen ayrı ve farklı değildir. Lütfen bkz.

http://www.halisece.com/islami-makaleler/390-islam-seriat-tarikat-hakikat-marifet.html

Arkadaşınızın mûmâileyhten kopyaladıkları ayet meallerini dilerseniz bir de beraberce ele alıp üzerinde bir nebze duralım.

1. “Bilmez misin ki, hakikaten göklerin ve yerin mülkü tamamen Allah'a aittir. Size de Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır!” [Baqara suresi, 107]

2. “Düşmanlarınızı Allah çok daha biliyor. Dost olarak da Allah yeter, yardımcı olarak da Allah yeter!” [Nisa suresi, 45]

O kelâmın bu ayetlere zıt olan zerre miktarı bir yönü yok ki, bunların meallerini nakledip güya içindeki inanç zafiyetini dışarıya boca etmiş! Öyle değil mi?

Tasavvuf ehli, maneviyat erbabı hangi mü’min “göklerin ve yerin mülkü tamamen Allah'a ait” olduğunda şüphe eder?

Keza hangi Müslüman, “Allah'tan başka bir dost ve bir yardımcı” olduğunu söyleme cür’etinde bulunur?

Ama bütün bunların da direkt / doğrudan Allah’tan değil, O’ndan bilvâsıta-bilvesîle hâsıl olacağını / elde edilebileceğini bilir ve ona göre amel / harekete eder. Çünkü direkt olarak santralden elektrik almaya kalkışacak kadar ahmak ve ebleh değildir. Suyunu illâ da doğrudan göl ya da barajdan taşımaya uğraşmak yerine, İSKİ’nin şebekesinden temin etmenin şuur ve idrâkindedir. Aklını da, mantığını da, iz’an ve idrâkini de, ilim ve irfanını da yerli yerince kullanmasını bilir.

Velhâsıl hakiki mü’min onların tam aksine, bu ayetleri öncelikle diğer ayetler ve hadis-i şerifler ışığında tefsir eder ya da hakiki âlimlerin tefsirlerine müracaat eder. Öyle sözüm ona “meal müçtehitliği” yapmaz.

Ve de şerîatın bir zâhiri, bir de bâtını olduğunun inanç ve idrâkindedir. Dolayısiyle cevizin sadece kabuğuyla oyalanmaz, asıl istifade edilecek kısmın içi olduğunu bilir.

Allahu Teâla’ya dostluk-yakınlık ve O’nun yardımını alabilmek için de, başta Rasûl-i Zîşân Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere O’nun vârisleri (k.esrarahum) olan zevât-ı kirâmı vâsıta edinir, onlarla tevessül eder. Çünkü Mevlâmız, “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve ona (yaklaşmaya) vesîle arayın[Mâide sûresi, 35] buyurur. Bu fermanı görmeyecek, bu emri duymayacak kadar kör ve sağır değildir.

Mevzu hakkında geniş bilgi için mutlaka bkz.

http://www.halisece.com/akaid/211-tevessul-nedir-neyle-ve-kimle-yapilir.html

http://www.halisece.com/akaid/138-islamda-turbekabir-ziyareti-ve-tevessul.html

http://www.halisece.com/tasavvuf/21-rabita1/308-rabita-ve-tevessul.html

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1275-tevessule-sirk-deyip-rabita-ehlini-tekfir-etmek.html

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2243-hamakatta-zirve-tevessulu-putperestlige-benzetme-mantiksizligi.html

Ayrıca bu zihniyeti iyi anlamak için sitemizdeki

Aynü’l-Hakîka fî Râbıtati’t-Tarîka

risalesini mutlaka okuyunuz.

Keza sitenin “Arama” penceresine “tevessül” yazıp daha başka makalelere de ulaşabilirsiniz.

Unutulmamalı ki; bu zırvalar, bu zevzeklikler yeni parazitler değil. Temcit pilavı gibi zaman zaman ısıtıp-ısıtıp önümüze koyarlar. Nitekim bize de defalarca soruldu, cevaplandı. Amerika’yı tekrar-tekrar keşfe çıkmanın, tekerleği yeniden icat etmeye kalkışmanın bir anlamı da faydası da yok. Tam aksine zararı var, en mühim sermayemiz olan vaktimizi çalıyorlar.

Lütfen rica ediyorum, okuyunuz. Hiç olmazsa ihtiyacınız olan mevzuları birazcık olsun dikkatle okuyunuz.

Tekrar selam ve dualar…