Selamun aleyküm değerli hocam, Afiyettesinizdir inşallah. Öncelikle sitede aramama rağmen benzer durum cevabı bulamadığımdan basit bir konu için sizi rahatsız ettiğim için affınızı rica ederim. Sıkıntım iş yerinde amir kaynaklı hak yeme, huzursuzluk ve adam kayırma durumlarından ötürü huzurumun kalmaması ve psikolojim bozulması ve bu durumun tüm yaşantımı etkilemesi... İnşallah kardeşiniz ve seyru sülük taliplisi olmayı başarabilmek istediğim bu günlerde yolun taliplisi bir kardeşiniz olarak bu olumsuzluklar karşısında ahiretime zarar verecek korkusuyla tutumumun ne olması gerektiğine karar veremedim. Daha önce defalarca birebir görüşmelerde ve genel ortamda haksızlıklara karşı  elimden bir şey gelmediği için dilimle karşı durmaya çalıştım. Bu bana sıkıntılar ve baskı olarak geri döndü. Artık kalbimle buğz ediyorum... Allah-u Teala'ya havale etsem ve bunu yüzüne karşı söylesem mi, yoksa hiç ses çıkarmayıp ilahi adaleti mi beklesem? Allah rızası için bana bir yol göstermenizi rica ederim. Kalın sağlıcakla...  

Soru: Ufuk BULUT tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap

*******

Ve aleyküm selam değerli kardeşim;

Durumunu ve sıkıntını çok güzel özetlemişsin. Hatta cevabı da içinde… Ama gene de kısaca biz de anlatmaya gayret edelim.

Çalıştığın yerde / müessesede olsun, hatta her nerede olursa olsun, tabii ki haksızlıklar karşısında sükût etmek caiz olmaz. Ama “Selâmün aleyküm kör kadı” kabilinden münasebetsiz, yersiz ve zamansız çıkışlar da fayda sağlamaz, aksine zarar getirir.

O bakımdan öncelikle kendi üzerine düşen şahsî sorumluluklarını hakkıyla yapar, sonra da yetkin ve nüfuzun dâhilinde söylenmesi gerekeni, zikrettiğin hata ve yanlışları, yetkili mercie / kişiye yerinde ve zamanında uygun bir üslûpla / dille anlatırsın. Seni aşan durumları ise, yapılanları kalben tasvip etmeyerek Allah’a havale edersin.

Bu esnada baktın, bekledin hiçbir müsbet gelişme olmuyor, sağlanamıyor; o zaman kendine yeni ve uygun bir iş ararsın. Fakat buluncaya kadar da hâlihazır çalıştığın müessesede devam edersin. Yoksa muhtemelen sıkıntıya düşersin. İstikametimizden / doğruluktan ve doğrularımızdan tâviz vermeden akıllı ve mantıklı hareket etmemiz lazım.

Dile getirdiğiniz hususları, hayatında yaşamayan insan hemen hemen pek yok gibidir. Bizler de zamanında o tür sıkıntılara çokça mâruz kaldık. Önemli olan, sabredip doğru yönde doğru usûllerle idare etmesini bilmektir. Yoksa kestirip atmak, yıkıp dağıtmak çok kolaydır. Zor olan yapmaktır, ortaya çıkan ârızaları tâmir ederek yoluna devam edebilmektir. 

Bakınız, Ebu’d-Derda (r.a.) günah işlemiş bir genç hakkında, onu kovması gerektiğiyle alakalı yapılan sitemlere nasıl cevap veriyor: "Sübhânellah! Hiç arkadaş yaptığı işten dolayı terk edilir mi? Şimdi o, darda ve sıkıntıdadır. Din Kardeşine daha çok ihtiyacı vardır. Bunun için elinden tutmalı ve bu halinden kurtulması için ona dua etmelidir." [Şir’atü’l-İslâm s. 409]

Hadis-i şerifte, "İnsanları müdârâ (idare etmek) sadakadır" [Beyhakî, Şuabü’l-İman, Hadis no: 8207] buyrulmuştur. Düşünsenize, yarın ahirette sadakaya / sadaka sevabına ne kadar da çok ihtiyacımız olacak... 

Ebu'd-Derda (r.a.) hazretlerinin ifadesiyle ‘müdârâ’nın (insanları idare etmenin) mânâsı, "Kalplerimizle kendilerine buğz ettiğimiz topluluğun yüzüne gülmemiz-gülebilmemizdir." [Şir’atü’l-İslâm, s.390] Allah’tan ümit kesilmez, belki de bir gün hidayete / doğru yola kavuşur, hakkın-hakikatin, adaletin, dürüstlüğün yanında yer alır.

İmam Birgivî (rh.) Tarikat-ı Muhammediye’sinde, ‘Sana (dinî ve dünyevî bakımdan) zarar verecek kişiyle karşılaşırsan (mesela beraber çalışmaya mecbur kalırsan, onunla), zararından korunacak şekilde muhatap olman haram değil, bilakis müstehaptır’ diyor. 

Arkasından da Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.), “Ben, farzları edâdan sonra, insanları müdârâ ile (idare edip hoş geçinmekle) emrolundum[Benzer hadis için bkz. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1, 399] hadis-i şerifini zikrediyor. Sonra da, ‘Akıllı insan dostlarına ikram eden, düşmanlarını da idare edendir’ diyor. Delil olarak da, Asr-ı Saadet’ten şu hadiseyi naklediyor:

Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor: Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.) kapısına gelen bir kişi içeri girmek için izin istemişti. 

Efendimiz (s.a.v.), gelenin kim olduğunu sorduğunda, ‘falan aşiretin adamıdır’ denince, 

O ne şerli bir kimsedir, buyursun gelsin” diyerek, güler yüzle de karşılamıştı. 

Şerli adam çıkıp gittikten sonra sormuşlardı: 

Hem “aşiretin şerli adamıdır” buyurdunuz, hem de güler yüzle karşıladınız? 

Cevaben buyurmuştu ki: 

İnsanların en şerlisi, zararından korunmak için idare olunan kimsedir.” [Şir’atü’l-İslâm s.391]

Demek ki, size ve topluma zarar vereceğini, zulmedip haksızlık yaptığını bildiğiniz kimselerle ille de kavga etmeniz icap etmez. Onlarla iyi geçinmek, zararından korunmak kastıyla idare etmek, geçiştirmek, düzelmesi için mümkün olanı yapmaya gayret etmek yanlış bir hareket tarzı değildir. Bu hâl, iki yüzlülük de sayılmaz.

Ancak mecburiyet / çaresizlik karşısında en son yapılması gereken de elbette yapılır. Açıkta kalıp perişan olmamak için, mümkün olan en kısa zamanda yeni ve münasip bir iş bularak oraya ve oradaki söz konusu kişilere veda edilebilir. Ama dikkatli düşünmek, enini-sonunu iyi hesap etmek gerekir. 

Go to top