Hocam selamünaleyküm. Ben bir nişan attım. Nisanlimla dini nikahimiz vardı. Cinsel birliktelik olmadı ancak sahih halvet oldu. O zaman ayrıldık ama o bosol demedi. Yani aklına gelmediginden demedi. Ben aradan bir sene geçince baska biriyle evlenmek uzereyken telefonla aradım bosol der misin diye 3 kez bosol dedi. Ben 2.5 3 ay sonra evlendim. Ama 3 kez adet gördüm mü görmedim mi bilmiyorum. Ben cinsel iliskiye girilmediyse iddet beklemeye lüzum yok diye biliyordum. Ama sahih halvet olunca da gerek varmış. Bizim eşimle nikahimiz olmadı mı?  Zina mi etmiş olduk? Bir de çocuğumuz oldu maazallah veledi zina mi?

Soru: İpek tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Görülen o ki; bu yaşadıklarınızla sözde, nişanda nikâh kıymanın mahzuru bir defa daha ortaya çıkmış oluyor. Dikkatli olmak ve bu gibi uygulamalardan kaçınmak lâzım. Detaylı bilgi için bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2560-nikah-meselesi.html

Bunu belirtip mâruz kalınan sıkıntıları hatırlattıktan sonra da, başlığa koyduğunuz soruyu ve mesajınızda açıklamaya çalıştığınız karışık ve karmaşık durumu anlamaya ve anladığımız kadarıyla da açmaya ve açıklamaya çalışalım. Bu cümleden olarak öncelikle iddet meselesini ele alalım.

***

İddet süresi dolmadan kıyılan nikâh geçerli olmaz

İddetin taraflara ve topluma yüklediği en temel sorumluluk, kadının iddet süresin­ce evlenmesinin yasak oluşudur. Kur'an-ı Kerim’de, kocası ölüp de iddet bekleyen kadın­larla ilgili olarak sevkedildiği anlaşılan âyet-i celilede geçen, “Farz olan bekleme müd­deti dolmadan onlarla evlenmeye kalkış­mayın.” [Bakara suresi, 235] nehyi / ya­sağı, bu mevzuda umumi bir hüküm ihtiva ettiği için, hangi nevi olursa olsun, iddet bekleyen kadınla yabancı bir erkeğin evlenmesi di­nen haram ve hukuken de geçersiz sayı­lır.

Bu harama / yasağa riayet edilmeyip evlenilirse araları ayrılır. Nitekim Hz. Ömer’in (r.a.), bu şekilde ev­lenen tarafların arasını ayırıp birbiriyle iddet sonrasında bile evlenmesini yasak­ladığı rivayet edilir.

Ecdadımız osmanlılarda durum

Osmanlı hukukunda da evlilikleri sona eren ve tekrar evlen­mek isteyen kadınlar kaadıdan (hâkim) izin alırken, iddetlerinin bittiğini isbat etmek zorun­da idiler. Kanunnâmelerde iddet tamam­lanmadan yapılan evliliklerin feshedilece­ği, ayrıca bu nikâhı kıyanların cezalandırı­lacağı hükmü yer almaktadır.

İddet için­de evlenme yasağı, diğer birçok hikme­tin yanı sıra, sona eren evliliğin yeniden canlanmasına imkân tanımayı da hedeflediğinden, kesin olmayan (ric’î) bir boşama aka­binde koca boşadığı karısına dönmek is­terse iddet süresinin sona ermesini bek­lemesi gerekmez.

İddet süresince evliliğin etkisi, özellik­le de kocanın hukuku evliliğin sona erme sebebine de bağlı olarak az veya çok de­vam ettiği için, ayrıca evlilik müessesesine karşı saygının da gereği olarak iddet bek­leyen kadına, bu iddet ister ölümden is­ter boşama ve fesihten doğsun, yabancı bir erkeğin evlilik teklifinde bulunması caiz görülmemiştir. İddet bekleyen kadı­na üstü kapalı evlilik teklifi yapılması ise dönülebilir (ric'î) boşamada, Hanefîler'e göre ayrıca bâin boşamada açıktan evlen­me teklifi gibi caiz görülmezken, ölüm iddetinde caiz görülür. Fesih ve fâsid evli­likten doğan iddet de fukahanın ekseriyetine (müçtehidlerin çoğunlu­ğuna) göre bu açıdan ölüm iddeti gibidir. Bu ayırım, birinci tür iddette evliliğe geri dönüş imkânının bulunması ve evlilik ba­ğının hükmen de olsa güçlü bir şekilde devam ediyor olmasıyla açıklanır. Bunun için Kur'an-ı Hakîm’in, "Kadınlarla evlenme husu­sundaki düşüncelerinizi üstü kapalı bi­çimde anlatmanızda veya onu içinizde gizli tutmanızda bir günah yoktur. Allah sizin onlardan söz edeceğinizi bilmekte­dir. Lâkin meşru sözler söylemeniz müs­tesna, sakın onlarla gizlice buluşma sözü vermeyin." [Bakara suresi, 235] fermanı ile ya­saklaması, bir önceki âyet-i kerime ile ilgi kurulup kocasının ölümünden dolayı iddet bekle­yen kadınlar hakkında getirilen bir hü­küm olarak anlaşılmıştır.

***

İddetin ikinci önemli hükmü

İddetin ikinci önemli hükmü, kadının iddet süresince boşayan veya ölen koca­sının evinde oturması esasıdır. Kadın için bir hak olma mahiyeti ağır basmakla ve bu­nun için de fıkıh ıstılâhında süknâ hakkı olarak adlandırılmakla birlikte, bu hükmün belli şartlarda kadın için bir yükümlülük oldu­ğu da görülür. Kur'an-ı Mecîd’de boşanmış kadın­lardan bahs edilirken, "Apaçık bir hayâsızlık yapmaları hali bir yana, onları evlerin­den çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar." [Talâk suresi, 1] "Onları gücünüz ölçüsünde oturduğunuz yerin bir bölümünde otur­tun. Onları sıkıştırıp -gitmelerini sağla­mak için- kendilerine zarar vermeye kalkışmayın." [Talâk suresi, 6] buyrulması, erkek tarafına dinî ve ahlâkî bir öğütte bulunmasının ve kadın için bir hakkı öngörmesinin yanı sıra, kadına belli bir mü­kellefiyet de getirdiği, hatta bu yönün da­ha baskın olduğu görünmektedir.

Boşa­madan sonra kadının kocasının evinde oturması, meşrû bir mâzeret bulunma­dıkça burayı terketmeme esası, ister bir hak ister bir yükümlülük olarak düşü­nülsün, aile birliğinin tekrar kurulmasını sağlama yönünde taraflara düşünme ve görüşme imkânı verme, kadın ve çocukların haklarını koruma ve onlara belli bir süre de olsa güvence sağlama gibi önemli gayelere yöneliktir. [Bkz. TDVİA, İstanbul, 2000, 21, 469]

***

Sizin vaziyetinize gelince…

Mâlumunuz, evlenecek kadın ve erkek arasında nikâh akdinden sonra halvet-i sahiha oluşsa, cima‘ etmeseler de hükmen bunlar karı-koca olmuş gibi sayılırlar. Ayrılmaları icap etse, erkeğin kadına mehrini tam olarak vermesi lazımdır. Ve hanımın da iddet beklemesi gerekir. Eğer istisnai bir durum yoksa normal bir kadının 2,5-3 aylık süre zarfında üç hayız görmesi tabiidir. Bu bir… İkincisi ‘3 kez âdet gördüm mü görmedim mi bilmiyorum’ diyorsunuz, peki bunu siz bilmezseniz kim bilecek? Böyle şey olur mu? Bilmemeniz pek de normal kabul edilebilecek türden sayılmaz. Kaldı ki bütün bunlar olmuş, geçmiş... Nişanlınızla da zaten bir sene öncesinde fiilen ayrılmış, bilahare sözle de boşanmışsınız… Muhtemelen iddet süresini de doldurmuşsunuz. Bu durumda yeni nikâhınız neden zina olsun?

Çocukla ilgili durum aşağıda gelecek. Fakat şimdilik şu kadarını ifade edelim; söz konusu halvetten altı aydan daha fazla zaman sonra çocuk dünyaya gelmiş bulunursa, çocuğun nesebi bu babaya bağlanır. Aksi halde ona nisbet edilmez. Sizinse nişanı attıktan, yani nikâhtan ve halvet-i sahihanın gerçekleşmesinden sonra bir sene geçmiş. Dolayısiyle çocuğunuzun ona nisbet edilmesi ya da nikâhınızın sahih olmadığı düşüncesiyle veled-i zina kabul edilmesi gibi bir durum söz konusu olmaz.

***

A ç ı k l a m a

Halvet-i Sahîha’nın sonuçları

Hanefi ve Hanbelîlere göre, cinsî birleşme hükmünde olan sahih halvetin sonuçları şunlardır:

1. Tam mehre hak kazanma.

Koca, karısını sahih halvetten sonra boşarsa, kadın daha önce belirlenmiş olan mehrin tamamına hak kazanır. Eğer mehr-i müsemma yoksa mehr-i misil verilir.

2. Doğacak çocuğun nesep hakkı.

Kadın, sahih halvetten sonra boşanmış olur ve halvetten altı aydan daha fazla zaman (mesela 7-8-9 ay) sonra çocuk dünyaya gelmiş bulunursa, çocuğun nesebi bu babaya bağlanır. 

3. İddet.

Kadın, sahih veya fâsit halvetten sonra boşanmışsa, boşanma iddeti bekler. [Bkz. Bakara suresi, 228]

4. İddet nafakası.

Boşayan kocanın iddet süresince, kadının mâişet, giyim ve mesken ihtiyacını karşılaması gerekir.

5. İddet süresince erkeğin, bu kadının mahremi olan başka bir kadınla veya beşinci bir eşle evlenmesi caiz olmaz. [Bkz. Nisa suresi, 3, 23; Buhârı, Sahih, Nikâh, 27]

Sahih halvetin cinsî mukarenet (birleşme) hükmünde sayılmasına dair Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyrulur:

"Eğer bir kadını bırakıp da yerine başka bir kadınla evlenmek isterseniz, öncekine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, içinden birşey almayın. Onu bir iftira ve açık bir günah karşılığında mı alacaksınız? Önceki kadınla düşüp kalktığınız ve yalnız başbaşa kaldığınız halde verilen mehri nasıl geri alırsınız? Diğer yandan onlar, güzellikle geçinmek veya iyilikle ayrılmak hususunda sizden sağlam teminat almışlardı." [Nisa suresi, 20, 21] Bu âyet-i celilede, "ifzâ"dan sonra, mehirden herhangi bir şeyin geri alınması yasaklanmıştır. “el-İfzâ”, lûgatte; başbaşa kalma, yani sahih halvet demektir. Cinsî mukarenet (cima‘) olsun veya olmasın, mânâ umumidir. Hadis-i Şerif'te şöyle buyurulmuştur: "Bir kimse hanımının başörtüsünü açsa ve ona baksa cinsî yakınlık olsun veya olmasın mehir (sadâk) ödemesi gerekir" [ed-Dâru Kutnî, Sünen]

Zürâre b. Ebî Evfâ (rh. v. 93/712), ilk dört halîfenin, nikâh akdinden sonra, kocasının evine giden kadına, kapılar kapatılıp perdeleri indirildikten sonra, cinsî yakınlık olsun veya olmasın, tam mehir ve iddet gerektiğine hükmettiklerini söyler. [ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletühu, Dimaşk, 1985, VII, 324]

***

Şâfiî ve Mâlikî âlimlerine göre, cima‘dan önce, fakat sahih halvetten sonra boşanan kadına, önceden belirlenmiş mehir varsa bunun yarısı, aksi halde teselli hediyesi (mut'a) verilir. Delilleri şu mealdeki ayettir: "Şayet kadınları temas (mess) etmeden önce boşar, fakat kendilerine mehir de belirlemiş bulunursanız, takdir ettiğiniz mehrin yarısı onlarındır" [Bakara suresi, 237] Bu iki müctehide göre âyetteki "mess" lafzı, cinsî yakınlıktan kinâye olup, Nisa suresi 21. âyetteki "ifzâ" kelimesi bunu tefsîr eder. Onlara göre ifzâ, cinsî münasebet anlamındadır.

Ancak tâbiînden İbrahim en-Nehâi (rh.) yukarıdaki âyette bulunan "mess" kelimesine; "kapı kapatılıp, perdeler indirilince" mânâsını vermiştir ki, bu sahih halveti ifade etmektedir. Buna göre kadın, cinsî mukarenet ve sahih halvetten önce boşanırsa, Nisâ suresi 20 ve 21. âyetleriyle amel edilerek tam mehre hak kazanır. İşte Hanefîler bu sonuncu görüşü esas almıştır. [el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi, Beyrut 1974, 11, 296 vd; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Mısır 1315-1317, 11, 438, 439; el-Cassâs, Ahkâmü'l-Kur'ân, Muhammed es-Sâdık, Kahire, ty, 1, 4, 436; ez-Zühaylî, a.g.e., VII, 323; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 51, 286, 287]

Go to top