Selamünaleyküm Hocam,  Geçtiğimiz yüzyılla birlikte dünyanın her yerinde  (Filistin Irak Suriye ARAKAN Mısır ve daha bir çok yer) hep müslümanlar ölüyor hep Müslümanlar zulüm görüyor. Soruma gelince; " bu zulümler bu işkenceler neden hep Müslümanların başına geliyor"  düşüncesi istemesemde aklıma geliyor. Acaba ben günahkar oluyor muyum? 

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Aklınıza takılan bu hususların cevabı için öncelikle Hâl-i pür-melâlimiz ya da “her kemâlin bir zevâli vardır” başlıklı yazıyı okuyunuz. Ardından da keza Duaların reddi ve musîbetlerden kurtulamamanın sebepleri başlıklı makaleye bir atf-ı nazar ediniz.

Ve unutmayınız ki; kafaya taktığınız bu mesele “kader” mevzuu ile alakalıdır. Bu saha ise, uçsuz bucaksız bir derya gibidir, dalan batar, sahil-i selamete erişemez. Çünkü kader meselesi, akılla-mantıkla, zâhirî ilimle tam olarak kavranıp anlaşılabilecek denli basit bir mevzu değildir. Bu alan iman sahasıdır, ona ancak iman edilir ve o yolla selamete ulaşılır. Aksi halde -Allah korusun- mânevi helak kaçınılmaz olur. Kader hakkında teferruatlı bilgi için, lütfen İMANIN ALTINCI ŞARTI: KADER'E İNANMAK başlıklı makaleye bkz. 

Kadere iman mevzuunda, selef-i sâlihin efendilerimizde bizim için çok güzel örnekler vardır. İşte bunlardan biri şöyledir:

Şeyh Afîfüddîn ez-Zâhid hazretleri Mısır’da yaşıyordu. Haçlı orduları Bağdat'ı işgal ettikleri zaman yaptıkları katliam ki, kırk gün kılıç sallamışlar ve neticede çoluk-çocuk binlerce mü’mini şehit etmişlerdi. Hıristiyanlar bununla da kalmamış, o güne kadar imamlarımız tarafından yazılmış ilmî nâdide eserleri, bütün dini kitapları Dicle'ye dökmüş... Nehir günlerce mürekkep akmıştır. Hatta bununla da yetinmeyen Hıristiyanlar, İslâm dinine ve Müslümanlara hakaret olsun diye, Kur'an-ı Kerimleri ortadan delip ip geçirmişler ve köpeklerin boynuna takarak daha evvel Dicle'ye attıkları diğer kitapların üstüne basa-basa nehri bir taraftan öbür tarafa geçmelerini seyretmiş ve kahkaha atıp eğlenmişlerdi!

Şeyh Afîfuddîn ez-Zâhid hazretleri bu zulüm ve hakaret haberlerini duyunca dayanamıyor:

“Olmaz öyle şey!” diye feryad ediyor. “Çünkü öldürülenlerin arasında mâsum çocuklar var. Nehre atılan kitapların içinde ise Kur'an’lar ve nâdide eserler var. Allah bu zulmü yapanları, bu menfûr ve meş’um fiili işleyenleri helaktan âciz midir?” diyor ve ağlıyor. O gece geç vakte kadar ibadet ediyor. Nihayet kendisini uyku basıyor. Gözleri kapanır kapanmaz da bir rüya görüyor. Rüyasında bembeyaz giyinmiş, upuzun boylu bir ihtiyar, koltuğunda bir kitapla karşısındadır. Kitabı alıyor karıştırıyor, içinde Arapça olarak sadece şu kıt’a / dörtlük vardır:

Şiirin Latinize edilmiş metni şöyle:

“Da’il i‘tirâza feme’l-emru lek

Vele’l-hukmü fî harekâti’l-felek

Velâ tes’elillâhe an fi’lihî

Femen khaada luccete bahrin helek”

Meali:

“Neden böyle oluyor, şöyle olmuyor diyerek itiraz etmeyi terk et! Zira iş senin işin değildir. (Öyleyse ne karışıyorsun?) Kâinatın / mevcudatın harekâtı da sana ait değildir, (onun sahibi vardır). Sen Allah’a (âdeta kafa tutup) neden böyle oluyor, diye O’nun işinden-yaptığından sorup soruşturmaya kalkışma! Bil ki; derin denizlere, azgın dalgalara dalan, boğularak helak olur gider.” [Şerh-i Akaid kaydından; Harun Reşit Tüylüoğlu, el-Mevâizu li’l-İhvân min Şuabi’l-Îmân, Gayr-i matbû, s. 63-64]

Ayrıca aşağıdaki videoyu da dinlemenizi tavsiye ederiz: 

http://www.yenisafak.com/video-galeri/yazarlar/arakan-ve-ashab-i-uhdd-muslumanlari-hendeklerde-yakanlar-2154860

Go to top