Muhterem hocam, tasavvufta "kesrette vahdet" ilkesi nedir? Tevhid ve vahdet anlayışı tasavvuf kültüründe neyi anlatmaya çalışır açıklar mısınız? Teşekkürler.

Soru: Ayse tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap

*******

Selamün aleyküm kardeşim;

Dilerseniz sorunuzu cevaplamaya, önce tasavvuf irfânında “tevhid” ve “vahdet” mefhumlarını ele alarak başlayalım. Sonra da “vahdette kesret”i anlatmaya çalışırız.

(A) Tevhid, bilindiği üzere kelime olarak ‘birlik’ manasını ifade eder. Tasavvufta ise Allah’ın zatını, aklen tasavvur edilen ve zihnen tahayyül edilen her şeyden tecrid etmektir. [Bkz. Târifat-ı Cürcânî] Yani Allah’ı zihninizde nasıl tasavvur ve tahayyül ederseniz edin, ama bilin ki bu tasavvur Allah (c.c.) değildir.

Tevhid üç türlüdür:

1- Hakk’ın Hak için tevhîdi, Allah’ın (c.c.) kendisinin bir ve eşsiz olduğunu bilmesi.

2- Hakk’ın halk için tevhîdi; Allahu Teâla’nın, bir ve eşsiz olduğunu insanlara bildirmesi.

3- Halkın Hakk’ı tevhîdi: İnsanların Allah’ın bir ve eşsiz olduğunu dile getirmeleri…

En mükemmel tevhid, Hakk’ın Hak için olan tevhîdidir. Bu tevhid anlatılamaz, burada diller lâl olur. Buna tevhîd-i mücerred denir ki, onu dille anlatmaya kalkışan mülhid olur.

Tevhîd; ‘bir görme, bir bilme’ halidir. Sâlik sadece Bir’i görür, sadece biri biliri. O’ndan başka varlık olduğunu ne görür, ne bilir. Tevhîdin hakikatine eren Bir’den başkasını unutur.

Bâtın erbabının, Allah’ın birliğini yaşayarak ve tadarak (vecd u zevk ile) bilmelerine, tevhîd-i hâlî ve tevhîd-i sôfiyye denir. Allah’ın birliğini keşfen ve zevken bilmeye tahkîk ve tahakkuk, bunu bu yoldan bilene de muhakkik ve mütahakkik ismi verilir. Bunlar mânevi, ulvî ve ilahî hakikati yaşayarak bilirler. Onun için ehl-i hakikat ve ehl-i tahakkukturlar. [Bkz. Kuşeyrî, Risâle, 3, 7, 134; Serrâc, el-Luma’, 49; Hucvirî, Keşfu’l-Mahcûb, 357]

Bu manada muvahhid ve tevhid ehli nefsinden fâni ve Hak ile bâki, aşk, cezbe ve vecd ehlidir, istiğrak ve mest olan sâliktir.

Halkın tevhîdi, Bir işitmek, âlimlerin / münevverlerin tevhîdi Bir bilmek, havâssın / seçkinlerin tevhîdi Bir görmektir, denilmiştir.

Başka bir tasnifle tevhid iki türlüdür:

1) Kusûdî tevhîd: Sadece Allah’ı kasd ve irâde etmek, daha doğrusu Allah’ın kasd ve irade ettiği şeyi kasd etmek… Bu tevhidde kul ile Rabb’ın iradeleri aynı noktada birleşir, ikisi de aynı şeyi diler ve ister. Daha doğrusu kul kendi iradesinden fâni, Rabb’ının iradesiyle bâkidir. Selef-i sâlihinin tevhidi budur. Bunu da ‘Lâ maksûde illallah’ cümlesiyle ifade edebiliriz.

2) Şuhûdî tevhid: Vecde gelen ve kendinden geçen salikin sadece Hakk’ı görmesi, mâsivâyı görmemesidir. Bunlar istiğrak halinde iken mâsivâyı ve çokluğu görmezler. Ama kendilerine geldiklerinde mâsivânın varlığını kabul ederler. İlk sôfilerden bazılarının tevhidi budur. Buna vicdânî ve zevkî tevhîd de denir.’Lâ meşhûde illallah’ mertebesi ki, bunun da kısımları vardır…. Tasavvufa dair eserlerde genişçe anlatılmıştır, oralara bakılabilir. Fakat Tasavvufta aslolan bilgi değil, yaşamaktır. Çünkü tasavvuf hâl ilmidir (ilm-i hâl), kaal değil. Binaenaleyh bunu burada daha fazla uzatmanın bir anlamı da faydası da olmaz. Fayda, tevhide ve bilhassa tevhid hatmine devam etmektedir. Bkz.

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/812-hatim.html

http://www.halisece.com/tasavvuf/637-tevhid-hatmi-nin-adedi-ve-manevi-tesiri.html

Kısa da olsa “Vahdet”i de anlatıp yazıyı sorunuzun ikinci kısmıyla noktalayalım.

Vahdet de lûgaten Tevhid gibi ‘birlik’ manasınadır. Tasavvufî bakımdan hakiki manada bir yani Vâhid olan, sadece Allahu Teâla’dır. Bu hususta daha fazla izaha gerek görmüyorum. Zira her iki kavram da aynı kökten (masdardan) gelir. Dolayısiyle yazacaklarımız, bir nevi yukarda anlattıklarımızın tekrarından ibaret olacaktır. Ancak hatırlatmamız gereken bir husus var; o da Vahdet-i vücûda ait görüş ve düşüncelerden şiddetle kaçınmamız gerektiğidir. Bu hâl, İmam-ı Rabbani hazretlerinin ifadeleriyle, vahdet-i şuhûd halidir. O halden kurtulunca neyin ne olduğunu, hakiki tevhidi daha iyi anlar sâlik. Bu nokta, manevi bakımdan tehlikeli bir girdap gibidir. Kapılan boğulur. Meseleyi daha iyi kavrayabilmek için lütfen Bkz.

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/132-vahdeti-vucut-hakkinda-bir-soru.html

http://www.halisece.com/akaid/131-qvahdet-i-vucuda-dair-en-kati-hukumq.html

http://www.halisece.com/tasavvuf/1482-melamilik-nedir.html

***

(B) Vahdette kesret meselesine gelince…

Nakşibendî silsilesi Müceddidîn kolu son halkasını teşkil eden Üstazımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri, avam-ı nâs havası içinde Yunus Emre’den söz eden birine;

“- Yunus Emre ne yapmış! Köşesine çekilmiş kendisine hizmet etmiş” buyurarak, asıl maksadı ve bu sözün manasını şöyle ifade buyurmuşlardır: “Biz, vahdeti kesrette (Bir’i, birliği çoklukta), rızây-ı Hakk’ı halk arasında halka hizmette arıyoruz. (Bir köşeye çekilip kendi başımıza uzleti değil, insanlarla kaynaşıp sohbeti, onlara hizmeti tercih ediyoruz). Enbiyâ u mürselîn yolundayız” buyurmuşlardır. [Ali Erol, Hatıratım, s. 21] Yani uzlet yolunu değil, sohbet yolunu tercih ettiklerini, vahdeti kesrette aradıklarını beyan etmişlerdir.

Detaylar için aşağıdaki linklere de bkz.

http://www.halisece.com/akaid/381-evliyanin-kerameti.html

http://halisece.com/component/content/article.html?id=461

https://issuu.com/renklerleyolculuk/docs/aynul_hakika-halis_ece

Go to top