hocam selamün aleyküm hicri seneniz mübarek olsun (...)

(isim ve Mail adresimi gizlerseniz memnun olurum)

Soru: Sail tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Sizin de yeni yalınız mübarek olsun.

İsteğiniz üzere isim ve mail adresinizi de, çok uygun olmadığı için mesajınızı da yayınlamıyoruz.

***

Anlattığınız hususta münasip olan yol, 40 gün beklemek yerine, mümkünse kişinin yediği haram ya da şüpheli gıdayı bişekilde (mesela kusmakla) içinden atmaktır. Tabii akabinden de tevbe ve istiğfarda bulunmaktır. Ondan sonrası Cenab-ı Hakk’ın bileceği iştir, Hüküm ve takdir O’nundur. Bu sebeple hakkımızda her şeyin hayırlısını istemek lazımdır. Çünkü biz bilemiyiz, hakkımızda neyin hayırlı, neyin hayırsız olacağını…

***

Haram lokma yiyenin 40 gün duası kabul olmaz mı?

Evet, sorduğunuz mealde hadis-i şerif vardır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Enes’e (r.a.) hitaben buyurmuşlardır ki:

Ey Enes, helâl kazan duan kabul olur. Zira kişi ağzına haram bir lokma götürse, kırk gün duası kabul olunmaz.” [Buhari, Sahih, 6/357] 

Ancak bu hitap, tehdit maksatlıdır; muhataba gözdağı vermek, o günahtan / günahlardan korkutmak, sakındırıp kaçındırmak içindir. Binaenaleyh bu kavl-i Nebî, hüküm hadisi değildir. Müçtehitlerimiz buradan o söylediğiniz manada bir hüküm çıkartmamışlardır. O kişinin söz konusu hâli ilahi rızaya muvafık olmayıp ibadetleri makbul değilse de, sahihtir / geçerlidir. Namazını-niyazını ve diğer ibadetlerini terk etmemeli, en azından borçlarını ödemelidir. 

Makbul bir dua için elbette temiz ağız lazımdır. Yalan-dolan, gıybet ve sair çirkin sözlerle kirlenmiş ağızla-dille yapılan dua, haram lokma ile gıdalanmış bedenle işlenen ibadet makbul olmaz. ‘Bir haram lokma kırk gün boyunca bedende tahribat yapar’, sözü de mânen tahribat yapar, hasara sebep olur demektir. İnsanın kalbine, letâifine zarar verir, bâtınını, iç bünyesini zarara-ziyana uğratır, feyzinin-nûrunun kesilmesine sebep olur manasındadır. Yoksa zahiri beden tahribatı anlamında değildir.

Ve yine bunun gibi, alkol alan kişinin 40 gün abdestinin kabul olmayacağı hakkında da bazı rivayetler vardır.

Binaenaleyh bir Müslüman yediği gıdaların maddi temizliğine dikkat ettiği gibi, manevi temizliğine / helal olup olmadığına da dikkat etmelidir. Manevi temizlik haram ve şüpheli şeylerden kaçınmakla mümkün olur. Çünkü bunlar, insanın yaptığı ibadetin kabulüne büyük bir engeldir.

Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.), “…Muhammed’i kudret ve iradesiyle yaşatan Allah'a (c.c.) yemin ederim ki, midesine haram bir lokma indiren kulun kırk gün hiçbir ameli kabul edilmez…” [Taberani] buyurmuşlardır.

İmam Gazalî hazretleri, “Kırk gün şüpheli lokma yiyenin kalbi kararır ve lekelenir” demiştir.

Abdullah b. Ömer’den (r.anhuma) gelen bir rivayet ise şu mealdedir: “Namaz kılmaktan yay gibi, oruç tutmaktan çöp gibi kalsanız da, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmazsanız, Allah o ibadetleri kabul etmez.”

Keza Abdullah b. Abbas (r.anhuma) da, “Midesinde haram lokma olan kimsenin ibadetlerini Allah kabul etmez.” demiştir.

Peki bu durumda Müslüman bir kişi faraza günah işledi ve / veya alkol aldı diyelim. 40 gün namaz kılmaması mı gerekir? Zaten ibadeti kabul olmayacaksa niye ibadet etsin 40 gün boyunca?.. 

Hayır, biraz önce de belirttiğimiz gibi ibadetlerini ihmâl etmemesi lazımdır. Zira bir ibadetin sahih olması (borcun ödenmesi) ayrı şeydir, makbul olması (karşılığında ecre-mükâfata kavuşulması) ayrıdır.

Yukardaki hadiste bildirilen "kırk gün hiçbir ameli kabul edilmez" ibaresi "Kırk gün boyu, kıldığı namazların ecrinden-sevabından mahrum kalır" demektir. Ulema bu görüşte ittifak etmişlerdir.

Amelin sıhhati (geçerliliği), şartlara ve rükünlere uymaya bağlıdır. Sevaba gelince, o, kişinin niyet ve azîmetinin sıhhatli oluşuyla alakalıdır. Yani günahlardan kaçınması ve farzları-sünnetleri-müstehapları yerine getirmesiyle irtibatlıdır.

Haram yemiş günahkâr bir kimse namazı şartlarına göre kılsa, namazı sahih olur yani namaz borcunu öder. Fakat kıldığı namaz makbul olmaz. Yani "Allah tarafından râzı olunan, beğenilen, sevaba-mükâfata lâyık" bir amel olmaz. Dolayısıyla bir kimse zaten kabul olmayacak diyerek ibadetlerini terk edemez, etmemelidir. İşlemiş olduğu haram fiilden dolayı da tevbe-i nasûh ile tevbe etmesi (yaptıklarından pişman olup, tevbesini bozmaması) ve ibadetlerinin makbuliyeti için Cenab-ı Hakk'a ilticada bulunması gerekir.

***

Tavuk meselesinin genişçe tahlili için öncelikle aşağıdaki linki ve orada gösterilen diğer linkleri de okumanızı tavsiye ederim.

http://www.mollacami.net/soru-ve-cevaplar-604.html

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1135-tefsiru-ruhu-l-beyan-dan-iki-mesele.html

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1398-yemekteki-zulmet-besmele-kuruyolum-tavuk.html

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1084-kuruyolum-erpilic-tavuk-hk.html

***

Haramlardan korunmak, takvâ ve vera’ ahlâkı

Şimdi de haramlardan sakınmanın, mekruhlar ve şüpheli şeylerden uzak durmanın (takva ve vera ahlâkının) faziletine gelelim.

Evliyaullahtan İbrahim b. Edhem (k.s.) şöyle demiştir: “İdrâk edilebileni, ancak midesine gönderdiği şeyleri bilen kimse idrâk eder (anlayabilir-kavrayabilir)”.

Fudayl b. İyâz (k.s.), “Kim içine gideni (yediği şeyleri) bilirse, Allah (c.c.) onu sıddîq olarak tescil eder. Bu bakımdan ey miskin, kimin yanında iftar ettiğine (yemek yediğine-karnını doyurduğuna) dikkat et!” diyor.

Süfyan es-Sevrî (k.s.) demiştir ki: “Haramdan infakta bulunan kimse, tıpkı pis bir elbiseyi idrarla yıkamaya kalkışan kimseye benzer. Oysa böyle bir elbiseyi ancak su temizler. Aynı şekilde günahlar da ancak helâlinden infakla temizlenir”.

Yahya b. Muaz hazretleri şunları söylemiştir: “Tâat, Allahu Teâla'nın hazinelerinden bir hazinedir. Onun anahtarı duadır. Bu anahtarın dişleri de helâl lokmalardır”.

İbn Abbas (r.anhuma), “Allah, karnında haram bulunan kimsenin namazını kabul etmez” buyurmuştur.

Sehl et-Tüsterî (k.s.) demiştir ki: “Kendisinde şu dört haslet bulunmayan kimse, imanın hakikâtine / kemâline varamaz:
1. Farzları, sünnet-i seniyye şekilde edâ etmek,
2. Takvâya riayetle helâlinden yemek,
3. Haramların / yasakların gizli ve açıklarından kaçınmak,
4. Bu hasletler üzerinde, ölüme kadar ısrarla sabır göstermek
...”

Yine buyurmuşlardır ki: “Kim sıddîqların alâmetleriyle bilinmek istiyorsa, ancak helâlinden yesin ve sünnet-i seniyye'den / Rasûl’e ittibâdan ayrılmasın”.

Kırk gün şüpheli şeylerden yiyen kimsenin kalbi kararır” sözü, aynı zamanda şu ayetin de te'vilidir: “Hayır hayır (hakikat öyle değil)! Aksine onların kazançları (işlemekte oldukları günahları) kalblerinin üzerine pas bağlamıştır.” [Mutaffifîn suresi, 14]

Silsile-i Aliyye Hazeratının (kaddesallahu esrarahum) ilk halkası bulunan Hz. Ebû Bekir Sıddîq’ın (radıyallahu an zâtihil athar) bir kölesi vardı. Ömrünün sonlarına doğru her akşam ona iftâr vaktinde yemek getirirdi. Âdetleri öyle idi ki; yemeği nereden, nasıl, kimden satın aldığını, onun san'atının / mesleğinin ne olduğunu o köleden sormayınca getirilen yemekten bir lokma ağzına koymazdı. Bu köle bir akşam yine yemek getirdi. Hz. Ebû Bekir Sıddîq (r.a.) sormadan, mubârek elini uzatıp, yemekten bir lokma aldılar. Köle dedi ki: 

- Ey Efendi. Ne oldu ki, bu akşam sormadan yemeğe el uzattınız. 

Sıddîq-ı Ekber (r.a.) hazretlerinin mubârek gözleri yaş ile dolup, buyurdu: 

- Yâ Gulâm. Açlık bana sıkıntı verip, sabırsızlandırdı. Böylece bu hâl başıma geldi. Şimdi bana haber ver ki, bu akşam, yemeği nereden getirdin? Köle dedi ki: 

- Câhiliyye devrinde, raks ederdim / oyun oynardım. Bir topluluğa raks etmiştim. Onlara hoş geldi. Bana dediler ki, şimdi bir nesnemiz yoktur. Va'd etmişlerdi ki, elimize birşey geçtikte sana iyilik ederiz. Ben bugün gördüm ki, onların elleri doludur. Va'dlerini / verdikleri sözü hâtırlattım. Bu yiyeceği bana verdiler. (Bazı eserlerde de kölenin; “Kehanette bulunmuştum, karşılığında bunu aldım” dediği nakledilmiştir. Netice değişmiyor, yani her iki durumda da yemek haram yolla kazanılmış bir para ile satın alınmıştır.)

Hz. Ebû Bekir Sıddîq (r.a.) bunu işitti. Çok üzüldü! Ağladı… Yemeği önünden kaldırttı. Parmağını boğazına o kadar soktu ki, kustu! O lokma karnından dışarı geldi. Kendine çok eziyyet verdi. Mübârek yüzü göğerdi / morardı ve karardı. Renginin-şeklinin değişikliğini görenler, bir mikdâr su içerse bu üzüntüden / mâruz kaldığı sıkıntıdan halâs olacağını-kurtulacağını söylediler. Sıcak su getirdiler. İçti, bir kere daha kay' etti / kustu. Gene rahâtsız oldu. Hâlini-vaziyetini inceledi ki, karnında bir şey kalmadı. 

Dediler: 

- Yâ Sıddîk, bu kadar kendinize sıkıntı ve zahmet, bir lokmadan dolayı mıdır?

Buyurdu ki:

- Evet. Rasûlullah (s.a.v.) hazretlerinden işittim. “Allahu tebâreke ve teâlâ hazretleri, yediği harâm olan kimselere Cennet’i harâm etmiştir.” 

Sonra başını yukarı kaldırıp, 

- Yâ ilâhe’l-âlemîn! Yediğim lokma için elimden geleni yaptım. O lokmaları kay' ettim. O lokmadan damarlarımda birşey kaldı ise afv et. Bu zaîf kulun, Cehennem azâbına dayanamam, diye duâ ve ilticada bulundu. 

Bu zât o Ebû Bekir’dir (r.a.) ki, Rasûlullah (s.a.v.) hazretleri O’nun hakkında, “Ebû Bekir benim gözüm ve kulağım gibidir.Siz onun, midesine helâlden başkasını sokmadığını bilmiyor musunuz?” buyurmuşlardır. 

***

Sıddîq-ı Ekber yolunun müntesiplerine de herhalde O’na uymak yaraşır. Öyle değil mi? Tabii vüs’ati, tahammül ve kudreti nisbetinde… Elbetteki O’nun gibi olması, olabilmesi, olabilmemiz düşünülemez. Onun için de, hiç olmazsa O’nun yolunda-izinde olmaya gayret etmemiz lazımdır, bizim için bu kâfidir.

N e t i c e

"Muhakkak ki helâl belli, haram da bellidir. İkisinin arasında çok kimselerin bilemeyecekleri (birtakım) şüpheli şeyler vardır. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını kurtarmış olur. Kim şüpheli şeylere dolarsa, korunun etrafında (sürüsünü) otlatan çoban gibi, çok sürmez içine düşer. Haberdâr olun! Her hükümdârın bir korusu vardır. Dikkat edin / uyanık olun, Allah'ın yeryüzündeki korusu da haram kıldığı şeylerdir. Haberiniz olsun! Cesed içinde bir parça et vardır ki, o iyi olursa bütün cesed iyi olur. O bozuk olursa bütün cesed bozuk olur. Biliniz ki o (et parçası), kalbdir![Nevevî (H.631-M.1233 / 676-1277), Riyâzu’s-Sâlihîn, Hadis no: 586]

"Kişi mahzurlu olan şeyden korkusu ile mahzursuz olanı terk etmedikçe gerçek takvâya vâsıl olamaz." [Bk. Tirmizî, Sünen] Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) bu hadîs-i şerîflerinde de mubahlarla fazla meşguliyetin harama davetçi olduğunu, buna dikkat etmedikçe hakiki takvâya ulaşılamayacağını haber vermektedir.

Ebu Davud’dan naklen hadis şarihlerinin eserlerinde yer verdikleri şu iki beyitte söylenenlere dikkat etmek lazım:

"Nezdimizde dinin esasları, mahlûkatın en hayırlısı Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) sözlerine dayanan birkaç kelimedir: 

"Şüphelileri terket!", "(Dünyalığa karşı) zâhid ol!", "Seni ilgilendirmeyen şeyleri (mâlâyâniyatı) bırak", "Ve (hâlis) niyetle amelde bulun!"

Go to top