Yatarak Kur’an dinlemek!

Selamün aleyküm Hocam benim 2 sorum vardı. Hocam uyumaya yattığımız vakit yatar halde Kuranı Kerim dinlemenin mahsuru var mıdır? Araştırınca bu konuda lafın çok söz götürdüğünü gördüm. Benim diyeceğim şey şu, hocam madem ki yatağın içinde sırtüstü yatıp ayakları toplayıp/birleştirmiş vaziyette ayet okumağa ve ezkara/evrada müsade ediliyor o halde Kuran dinlemeğe de müsade olur. Olmaz mı? Dinimiz ne diyor? Teşekkür ederim.

İkincisi hocam: Ölmüş ana babamı kendi malım olan ineğime ortak etsem ana babamın bedellerini/ücretlerini malımdan düşsem ve biri de kendim olmak üzre 4 de ortak bulsam, sonra nihayet hayvanı kessek, sahih olur mu? Ve Maksadım da yerine gelir mi? 

Ana babamı ortak etmemdeki amaç onların hisselerini fukara dağıtarak ana babamın arkasından onlara fayda etmek. Yani ana babam da kurban kesmiş olur mu hocam? Kendilerine kurban kesmişler sevabı ulaşır mı?  

Soru: Tarık Solakzade tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap

*******

Ve aleyküm selam Solakzade.

Sorularınıza, “Lafın çok söz götürdüğünü gördüğünüz” meseleyle başlayabiliriz.

1. “Hocam uyumaya yattığımız vakit yatar halde Kuranı Kerim dinlemenin mahsuru var mıdır?

“Mahsuru” olmayabilir, ama “MAHZURU” vardır, çünkü edebe aykırıdır. Ne zorun var ki yatacaksın, mâzeretin nedir?! Meşrû bir özrün yoksa münasip olmaz, âdaba uymaz. Unutmamak lazımdır ki; edebin olmadığı yerde, yapılan amelden de fazla bir şey bekleyemezsin. Bu itibarla ibadet ve tâatımızda, kısacası İslâm’ın her alanında EDEP/ÂDAP ehemdir, çok önemli bir yer işgâl eder. Bir şairimizin dediği gibi,

Gezdim Halep ile Şam’ı, Eyledim ilmi talep

Meğer ilim bir hiç imiş, illâ edeb illâ edeb!”

Kısacası İslâmî/dinî mevzularda şuurlu bir mü’min, meselenin sadece caiz midir, değil midir noktasına odaklanmaz. Cevazın ötesinde, o amelin iyi (faziletli), daha iyi (efdâl) olan yönlerine de bakar ve en üstününe talip olur. Araştırınca bu konuda lafın çok söz götürdüğünü gördüm” gibi, bir mukallidin haddini aşan üst perdeden lâflar etmez. Çünkü meselenin sadece fıkhî-hukukî değil, ihtiyatî bakımdan âdap yönü, takva ciheti de vardır. Şöyle ki:

Diğer bütün amellerde olduğu gibi, bu hususta da, eğer kişinin oturma noktasında şer’î bir mâzereti varsa, tabii ki Kelâm-ı İlahi’ye karşı herhangi bir saygısızlık kastı/düşünce ve niyeti olmamak kaydiyle, yanı üzere yaslanarak okunan Kur’an-ı Kerim’i dinleyebilir. Şer’an caizdir. Ama biraz önce ne dedik: Şuurlu ve takva sahibi bir mü’min, meselelerin sadece cevazıyla iktifa etmez. Mutlaka âdaba da riayet eder, o amelin en üstününe talip olur. Tabii ki bu hüküm, evleviyetle Kur’an’ı bir insanın okumasıyla alakalıdır. Yoksa radyo, televizyon vb. aletlerden çıkan sesle ilgili değildir. Çünkü o cihazlardan çıkan kıraatın kendisi değil, yansımasıdır. Nitekim orada okunan tilavet secdeleri hakkındaki hüküm de buna göredir. Geniş bilgi için aşağıdaki linklere bkz.

http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2766-tv-den-mukabele-takibi-ve-bir-vesvese.html

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1416-kur-an-in-ihmal-ve-malayani-ile-vakitleri-heder-etmek.html

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/873-kur-an-i-kerimi-okumayi-bilmeyenlerin-ahiretteki-kaybi.html

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3334-kur-an-i-kerim-ve-ekmek-uzerinden-zirvalar.html

Şimdi de dilersen, bir nebze Kur’an-ı Hakîm’i dinleme âdabından bahsedelim:

Cenab-ı Mevlamız buyuruyor ki:

"Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, size rahmet edilsin." [A'raf suresi, 204]

Demek ki, Kur'an okunurken susup dinlememek, Allahu Teâlâ'nın onlara merhamet etmemesine sebep oluyor. Yani kişi huzurla (huzû ve huşû ile) dinlemez, sağa-sola bakar, uyuklar veya konuşur ise, Allahu Teâlâ ona merhamet etmez. Ama susar, düşünür… Allahu Telâlâ'dan korkarak haşyetle dinlerse, Mevlâ ona rahmetiyle muamele eder. O rahmet onu Cennet'e götürür, Cemâl-i İlahiye kavuşturur. Öbürünü de yaptığı saygısızlık kendisini -Allah korusun- Cehenneme sürükler.

Yine buyruluyor ki:

"Hakiki mü'minler ancak o mü'minlerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; karşılarında ayetleri okunduğu zaman, imanlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler.” [Enfâl suresi, 2]

Hâsılı, hâlis ve kâmil mü'minler, Kur’an okunduğu, zikr-i İlahi olduğu zaman kalbleri/yürekleri titrer. Nitekim başka bir ayette de, “Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitab'ın tesirinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz.” [Zümer suresi, 23] buyruluyor.

Bu hususta sözü fazla uzatmadan meseleyi bir hadis-i şerifle noktalayabiliriz.

"Abdullah ibni Mes'ûd (r.a.) şöyle dedi:

Bir defasında Rasûlullah (s.a.v.):

– “Bana Kur'an oku”, diye emretti. Ben de:

Yâ Rasûlullah! Kur'ân sana indirildiği halde ben onu sana nasıl okurum, dedim.

Ben Kur'an'ı başkasından dinlemeyi hakikaten çok severim buyurdular. Bunun üzerine ben de Nisa sûresini okumaya başladım. Nihayet: "Her ümmetten birer şâhid, onların üzerine de seni bir şâhid olarak getirdiğimiz zaman (halleri) nice olur?" [Nisa suresi, 41] âyetine gelince;

“Şimdilik yeter” buyurdular. Kendisine dönüp baktım, iki gözünden yaşlar boşanıyordu. [Buhârî, Sahih, Tefsîru sûre, 9; Fezâilü’l-Kur’ân 33, 35]

Velhasıl, Kur’an okuma ve dinlemede aslolan âdaba-edebe riayet etmektir. Onun rahmet ve bereketine ancak bu yolla nail olabiliriz. Binaenaleyh okurken de dinlerken de mutlaka kendimize bir çekidüzen vermeliyiz. Kalıp olarak da kalp olarak da uyanık bulunmaya gayret göstermeliyiz. Yoksa “olur mu olur” mantığı ile fazla bir yere varamayız.

Umarım bu meseleyi düşünürken, o satırları karalarken mübarek ceddimiz Osmanlı Devleti’nin bânisi Osman Gazi’yi (r.aleyh) ve Şeyh Edeb Âli’nin (k.s.) evindeki misafirliğini, duvarda kılıfında asılı duran Kur’an’a hürmetinden dolayı sabaha kadar ayakta duruşunu da hatırlamışsınızdır. Başkalarına da hatırlatman gerektiğini, günümüzde bu edebe çok büyük ihtiyacımız olduğunu da müdriksinizdir.

Avamın fetva ile amel etmesine bir şey diyemeyiz, onları tabii ki havas gibi değerlendirip caiz olan hususlarda zora sokamayız. Ama tamamen de lakayt bırakamayız. Helali-haramı anlattığımız gibi onlara mekruhları, şüphelileri de anlatmalıyız. Her amelin âdap ve faziletine dair de bilgilendirmeliyiz onları... Hedef daima “tam”, “en iyi”, “en üstün” olmalıdır. Yarım-yamalak, çeyrek değil…

Bilmem anlatabildim mi sevgili Timurtaşî?

2. İkinci sorunuzun cevabı: Sahihtir, caizdir; maksadın da yerine gelmiş, ebeveynin de kurban sevabına nail olmuş olurlar.

Go to top