Soru: Niçin 2 erkek yerine 1 erkek 2 kadın şahit?

 

*******

Hemen her mevzuda olduğu gibi şahitlik konusunda da yaklaşım tarzı çok önemlidir.

Hikmet ve merhametin kendisi olan bu ilahî hükmün ruhuna yabancı bir kadın, bunu kendisi açısından ‘küçük düşürücü bir manzara’ olarak telakki ederken, Kur’ân’ın nihayetsiz hikmetine itimadı tam, inanmış bir kadın ise, bunu kendisi adına ‘imtiyazlı/ayrıcalıklı bir hüküm’ olarak görür. 

Esasında bir hükmün zihindeki oluşumu, meseleye nereden ve ne şekilde bakıldığıyla doğrudan ilgilidir.

Şimdi dileyen bu hükmü; kudreti sonsuz, hikmeti hudutsuz olan Allah Teala’nın rahmet nazarıyla seyredip ‘tasdik’ eder… Dileyen de, idraki sınırlı aklının dürbününden bakıp ‘hayır’ der.

Ne diyebiliriz ki! Kabul veya reddetme hürriyetini insanlara bizzat Allah vermiştir. 

Şahitlik gibi riske ve tehdide açık ağır bir iş, fıtraten buna daha dayanıklı, daha müsait olan erkeğin omzuna yüklenmiştir. Bu açıdan kadın, özel bir koruma altına alınmıştır.  

Aslında, iki kadının bir erkeğe denk olması hükmüyle, kimileri kadının alçaltıldığını düşünse de, esasında kadının üzerinden sorumluluk hafifletilerek pozitif bir ayrımcılık yapıldığını söyleyebiliriz. [Doç. Dr. Yener Öztürk, ‘Aklen ve Dinen Eksik Olma’ İfadesini Nasıl Anlamalıyız?, Yeni Ümit Dergisi, Sayı: 79 Ocak-Şubat-Mart 2008]

***
İslâm hukukunda kadının şehadeti muteberdir. Çünkü kadın da erkek gibi şehadet ehliyeti için gerekli olan ‘zabt (anlama-kavrama)’ ve ‘eda (anlatma-yerine getirme)’ niteliklerine sahiptir. Nitekim kadınların şahitliği, bizzat Allah Teala’nın kelamında yer almıştır: “Erkeklerinizden iki de şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, şahitlerden kendilerine güvendiğiniz bir erkek ve biri unuttuğunda diğerinin ona hatırlatması için iki kadın yeter.” [Bakara suresi, 2/282]

Her zaman iki erkek şahit bulmak kolay ve mümkün olmayabilir. Burada İslâm kolaylık sağlamakta ve kadınları da şahitliğe çağırmaktadır.

Âyet-i celilede öncelikle erkekler şahitliğe çağırılmakta... Zira İslâmî bir toplumda, çalışan sınıfı genellikle onlar oluşturur. Bu huzur ve güven toplumunda, günümüzdeki bozuk cemiyetlerde olduğu gibi kadın, çok az bir para karşılığı çalışmak zorunda kalarak, hem kendi sağlığı, hem de toplumun sıhhati açısından, dışarıda çalışmakla vereceği hizmetten çok daha büyük ve önemli bir fonksiyon olarak, istikbali omuzunda taşıyacak evlâtlarını terbiye etme ve yetiştirme gibi çok önemli annelik-mürebbiyelik görevini bırakma mecburiyeti altında tutulmaz. Dolayısıyla çarşıda- pazarda, vekalet-kefalet ve şehadet gibi mevzularda kadının çok fazla ilgisi ve bilgisi olmayacağından, âyet-i kerime, ilk etapta erkekleri şahitliğe çağırmakta… Şayet iki erkek bulunmazsa, “güvenilir bir erkek ve iki kadının şahit olabileceğini” ifade etmektedir.

Âyet-i kerimede iki kadının şehadette bir erkeğe mukabil sayılması, bu mevzunun onun asıl meselesi olmaması ve psikolojik yapısından kaynaklanan ‘zabt’ eksikliğidir. Yoksa mesele, kadın ve erkek eşitliğini iddia edenlerin dediği gibi, kadının insan yerine konulup konulmamasıyla, ona değer verilip verilmemesiyle ve kadın-erkek eşitliği veya eşitsizliğiyle hiçbir ilgisi yoktur.

*** 

“Eğer iki erkek bulunmazsa, şahitlerden kendilerine güvendiğiniz bir erkek ve biri unuttuğunda diğerinin ona hatırlatması için iki kadın yeter.”  

Burada bahsi geçen unutmanın çeşitli sebepleri olabilir. Bunları maddeler halinde şöyle açıklamaya çalışalım:

a) İslâmî bir toplumda kadın, erkeğe nazaran daha az çarşıya-pazara çıkar, başkalarıyla daha az karşılaşır ve daha az muhatap olur. Onun en büyük ve en değerli vasfı, anneliktir. Dolayısıyla İslâm dini; toplumda iş bölümünde haricî işleri, evin geçimini daha çok erkeklere yüklerken, kadının, belki dıştaki işlerden çok daha önemli olan ve kadın fıtrat ve psikolojisine çok daha uygun düşen, evin düzeni, bakımı ve çocukların terbiyesiyle meşgul olmasını tercih eder. Bu, mutlak bir mecburiyet olmayıp, bir tavsiyedir, bir tercihtir. Dolayısıyla kadın, dışarıda cemiyette cereyan eden hadiselere daha fazla şahit olmaz. Zaman zaman çarşıya-pazara çıksa da, yapılan alış-verişler ve olup biten hadiseler, asıl meselesi olmadığı için onun dikkatini fazla çekmez. Dolayısiyle hafızasında yer etmeyebilir, unutabilir. Psikolojik hafıza kanunlarına göre de, insan bir hadise ile ne kadar çok karşılaşırsa olay, o derece hafızasına yerleşmiş olur. İnsanın, az karşılaştığı, seyrek müşahede ettiği vak’alara dair hafızası zayıftır. Bu türlü olayları sonradan bütün yönleriyle hatırlamak ise daha zordur.

O bakımdan, insanlar arasındaki alış-verişe ve diğer muamelelere pek az şahit olan kadının, bunlara dair intibaı/izlenimi, duyum ve idrak kabiliyeti, hafızası, pek tabiî ki erkeğe nisbetle zayıf olacaktır. Dolayısıyla şahitlik yapacak bir kadının yanında; hadiseyi az da olsa gören, bilen bir başka kadının yardımcı olarak istenmesi, adaletin tam tecellisi için isabetli bir yoldur. En azından ikinci kadın, birinci kadının unuttuğu şeyleri hatırlatır, ona destek olur, şehadetine güç ve kuvvet kazandırır. Bu şekilde kadın, çok önemli bir şahidlik meselesinde töhmetten (suç-kusur isnad edilmekten, suçluluk hissinden) de kurtulmuş olur.

İşte Halık Teala (yüce yaratan), bu durumda olan kadına yardımcı bir arkadaş vermiş… Diğer taraftan, böyle emretmekle adalete ve hakkaniyete verdiği önemi göstermiştir.

b) Kadın, bütün insanlık tarihinin şahit olduğu ve kadın hakları adı altında kadının sokağa en çok çıktığı günümüzde de açıkça görüldüğü üzere, ticari hayata ne erkekler kadar katılır, ne de onlar kadar bu sahada aktif olur. Bugün de, siyaset-idare gibi ticaret de dünyanın her tarafında çok büyük oranda erkeklerin elindedir. Dolayısıyla, idari meselelerde, askerî alanlarda ve daha pek çok sahada olduğu gibi ticari konularda ve anlaşmalar hakkında da kadının bilgisi, tecrübesi, anlayışı, erkeklerinkinden kat-kat az ve eksik olabilir. Bu da onun, her halükârda sağlıklı bir şahitlik yapmasına mani olabilir. Bununla birlikte, bu meseleleri erkeklerden daha iyi anlayan kadınlar da her zaman için bulunabilir. Fakat hukuki ve kamuyu ilgilendiren durumlarda istisnalar değil, genel kurallar dikkate alınır. Bugün dünyanın hiçbir yerinde önde gelen ticaret ve iş adamları kadın değildir. Ama iki kadın, birbirine destek vererek ve yardımlaşarak, ticaret veya borç akdinin gerektirdiği şartları daha iyi hatırlar ve yerine getirebilir.

c) Unutma, aynı zamanda kadının psikolojik durumuyla da ilgilidir. Bu, belki ona Allah’ın (c.c.) bir lûtfudur. Ayrıca, kadınların kendilerine mahsus bir halet-i ruhiyyeye sahip oldukları da bir hakikattır. Bu konuda ruh doktoru, Mazhar Osman şöyle der:

“Kadınla erkeğin tabiat farklılığı daha küçük yaşta başlar ve gittikçe artar. Evvela, kadının esas mizacı heyecanlılık (emotivite)dir. Bütün kadın psikozlarında bunun izlerine tesadüf olunur. Heyecanın hakim olduğu psikozlar, meselâ, cinnet-i mania-i inhitabiye kadınlarda daha çoktur. Vahşi kavimlerden en yüksek medeni milletlerin kadınlarına, pek asrî terbiye görmüş bir mini mini hanımla, köyde doğup büyümüş bir köy kızına varıncaya kadar kadınların müşterek hisleri, birbirinden farklı olmayan jestleri vardır. Her kadın, ayının yarısını hazırlanma, âdet, âdetten sonra gayr-i tabiilikle, âdeta hasta olarak geçirir. Tenasülde erkeğin rolü beş dakikalık bir birleşmeden ibaret ve ondan sonra aşka kayıtsız ve hatta müteneffirken, kadın, aşkın mahsûlünü dokuz ay karnında, iki sene göğsünde taşır; hamilelik, doğum ve nifas hallerine ait bir çok ruhi değişiklikler, tabii ve mutad sayılan asabiyetler gösterir. Erkekle kadın nasıl birbirine müsavi olur..? Ruh tıbbında tetkikler ilerledikçe, ruhiyet ve zihniyetler arasındaki farkı daha açık göreceğiz. Kadın heyecanıyla yaşar, erkek muhakeme ile temayüz eder.” [Topaloğlu, Bekir, İslâm’da Kadın, s. 241]

***

Bugün, kadının erkeğe nazaran, ruhen daha heyecanlı olduğu, hadiseler karşısında daha çok heyecanlandığı psikolojik bir gerçektir. Gutteyman de bu konuda şöyle demektedir:

“Kadında idrak, tahayyül, düşünce, isteyiş ve hareket gibi cihetlerin hep umumiyetle heyecanlılığa uygun düşen ve sadece bu zaviyeden anlaşılması mümkün olabilen, karakteristik hususiyetler vardır. Nitekim bu âmil gözetilmeden yapılacak etüdlerde, kadın ruhu, mühim bir kısmı itibarıyla muamma kalır.” [Dikmen, Mehmet, İslâmda Kadın Hakları, s. 204]

***

Evet; iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk tutulması, hiçbir zaman kadının, erkeğin yarısı olduğu manâsına anlaşılmamalıdır. Çünkü bu şahitlikte, yani her türlü teminatın bulunmasına önem verilmiş olan hukuki sahada bir icraattır. Bu şahitlik, sanığın ister lehine ister aleyhine olsun fark etmez.

Kadın, tabiî temayyülleri sebebiyle çabuk heyecanlanan ve merhamet tarafı ağır basan, davanın şart ve sebeplerinin tesiri altında kalması mümkün olan bir tabiata sahiptir. Dolayısıyla burada şahitlerden birinde herhangi bir sapma olduğunda, diğerinin ona hatırlatarak, gerçeğin ortaya çıkarılmasını garanti altına alma maksadı vardır. Kimsenin itiraz edemeyeceği ve tamamen insanın dışında, yaratılıştan gelen böyle bir özellik karşısında, “kadın, erkeğe eşit tutulmuyor” diyerek, Kur’an’ı tenkide yeltenme, sadece bir inattır, maksatlı bir tutumdur ve daha çok inkârdan veya nifaktan kaynaklanır.

Tenkit edilmek bir yana, tam tersine İslâm’ın, heyecanları ve duygusallığı erkeğe nazaran çok daha önde olan kadını, heyecanını daha da artıran hadiselere şahit olması durumunda kendisine yardımcı vererek manevî büyük mes’uliyetler altında kalmaktan kurtarması ve toplumda şahitlik müessesesini gerektiği şekilde işletmesi, hem kadın, hem adalet, hem toplum açısından sadece alkışlanacak bir durumdur.

*** 

Kadının yalnız başına şahitliği

İslâm’da daha çok kadının sahasına giren ve başkalarının muttali olamayacağı kadınlığa ait işlerde, tek kadının şahitliği kabul edilir. Zira şahitlikten maksat, gerçeğin ortaya çıkması, zulme meydan verilmemesi ve hakkın zâyi olmamasıdır. Yoksa şahidin erkek veya kadın olması asıl mesele değildir.

Ve yine doğum, bekaret ve kadınlara ait bazı önemli hastalıklar hakkında kadınların şahitliği geçerlidir. Miras alabilmesi için, doğan çocuğun ses verip vermediği mevzuunda yine kadınların şahitliği kabul edilir. Ramazan hilâlinin tesbiti hususunda da yine kadınların şehadeti, aynen erkeklerin şehadeti seviyesinde geçerlidir. [Vehbe Zühayli, el-Fıkhu’l-İslâmi, 6, 571]

Erkeklerin ekseriyetle göremeyeceği, bilemeyeceği, bekâret, evlilik, doğum, hayız, süt emzirme ve kadınlara ait hastalıklar hakkında münferit olarak şehadetleri, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî âlimlerine göre de makbuldür. [Vehbe Zühayli, a.g.e., 6, 572; Bu mevzudaki hadisler için bkz. Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 4, 201; Zeylaî, Nasbur’r-Râye, 4, 80-81]

Go to top