S.A. Muhterem hocam; İbn-i Teymiye hakkında açıklama yapabilir misiniz? En derin sevgi ve saygılarımla.. İsim mahfuz

*******

Ve aleyküm selâm değerli kardeşim;

Söz konusu şahsın asıl ismi, Ahmed b. Abdü’l-Halîm ibni Abdillâh b. Ebi’l-Kâsım ibn-i Hadır en-Nemîrî el-Harrânî ed-Dimeşkî el-Hanbelî, Takiyyüddîn ibnü Teymiyye’dir.

Harran’da doğdu (661/1263-1328), babası onu Dimeşk’e götürdü. Orada yerleşti ve meşhur oldu.

Verdiği bir fetvadan dolayı Mısır’a çağrıldı. Oraya gitti… Orada bir müddet hapse atıldı ve bu esnada, İskenderiyye’ye nakledildi. Sonra, serbest bırakıldı ve 712’de Dimeşk’e döndü. 720 tarihinde orada tutuklandı. 728 senesinde, Dimeşk kalesinde tutuklu iken öldü.

İbn Teymiyye, Felsefe ve Mantık ilimlerinde araştırması çok olan birisiydi. Lisânı fasîh idi. Yirmi yaşına varmadan ders okutmaya başladı ve fetva verdi. Eserleri çoktur.

Hâsılı o, yedinci asır Hanbelî fıkıh ve hadîs âlimlerinden, şâz (kaide dışı, kıyasa aykırı, müstesna) görüşleri bol olan birisidir. Şâzlarının bol oluşunun da, değişik sebepleri vardır. Bunlar;

- Akîde,

- Fıkıh

- ve üslûb olmak üzere üç kısımdır.

Mîzâc ve ahlâkı çerçevesinde doğan ve gelişen üslûbuyla, olması îcâb eden veya olabilecekten daha fazla bir cesâret, hiç olmaması lâzım gelen tepeden bakma, boyundan büyük olan nice büyüklere karşı, akıl almaz bir saldırganlık, acelecilik, mugâlata ve benzeri sebeplerden doğan bıktırıcı tekrarlar, çekilmez tenâkuzlar sergilemiştir. Öyle ki; tenâkuz ve tekrarları çizildiği takdirde yazdıklarının neredeyse dörtte biri bile kalmayacaktır…

Kitaplarını aklı havada bir kara sevdalı edasıyla değil de, bir ilim adamı ciddiyeti ile okuyacak olan herkes bu hakikati görebilecektir…

İktizâ”sı, “Kâidetün Celîle”si, “Furkan”ı, “Ubûdiyye”si, Akîdeye dâir kitabları, Fetâvâ’sının akîdeyle alakalı kısımları, birindeki cümleleri diğerinde biraz değiştirilen, zaman-zaman da hiç değiştirilmeden aynen tekrarlanan sözlerden meydana gelen cinsindendir.

Yerine göre zâhirî, yerine göre filozof, yerine göre de Ehl-i Sünnet vasfıyla temâyüz etmiştir. Ne zaman ve nerede hangi cepheden olması lâzım geldiğini buna kanaat getirdiyse, o tâifenin düşünce ve müdafaalarıyla karşı tarafa saldırmış ve esasen başkalarına âit olan malzemeleri kendine mâlederek, onların kendi tahkiki olduğu zannını uyandırmıştır. Yerine göre Ehl-i Sünnet olup Ehl-i Bid'at'a karşı, zaman-zaman Ehl-i Bid’at fikrinden yana olup Ehl-i Sünnet’e karşı, bazen de felsefecilerden yana olup diğerlerine karşı amansız bir muharebe vermiş ve nihayet ilim adamlığını, muztarib mütefekkirliği (!) içinde kurban etmiştir. [Hüseyin Avni Kansızoğlu, İnkişaf Dergisi, Sayı: 7]

***

Zâhidü’l-Kevserî merhum, “et-Ta‘akkubu'l-Hasîs limâ Yenfîhi İbn Teymiyye mine'l-Hadîs ve el-Buhûsu'l-Vefiyye fî Müfredâti İbn Teymiyye” ismini verdiği eserlerinde, bir kısım hadisler hakkındaki tavrını ve şâzz görüşlerini tenkit ettiği İbn Teymiyye'nin, bâhusus itikadî mevzulardaki tavrını/tutumunu hemen her çalışmasında tenkit etmiştir.

Bilhassa adı geçen eserinde, İbn Teymiyye'nin “Minhâcu's-Sünne”de ele aldığı birçok mevzuda sahih hadis mevcut olduğu halde, o mevzularda hadis bulunmadığını veya mevcut hadislerin güvenilmez olduğunu söylemesini tenkit etmektedir. Diğer benzerleri gibi bu iki kitabı da basılarak ilim âlemine kazandırılmayı beklemektedir.

Gerek “Makâlât”ında, gerekse diğer telifleriyle, ta'lik ve takdim yazılarında sık-sık İbn Teymiyye'nin görüşlerine temas etmiş ve kendisine zaman zaman oldukça ağıra kaçan tenkitler yöneltmiştir. Bunların başında İbn Teymiyye'nin, Allah Teala'yı, mahlûkâta mahsus vasıflarla tavsif etmesi gelir. Her ne kadar İbn Teymiyye, "teşbih" ve "tecsim" olarak ifade edilen tavra katılmadığını belirtmişse de, takip ettiği yolun sonunun teşbih ve tecsime çıktığı da bir gerçektir.

Bilindiği gibi İbn Teymiyye, gerek hayattayken, gerekse ölümünden sonra en fazla tenkit edilen âlimlerden birisidir. Geniş ıttılâı/bilgisi, güçlü hafızası ve keskin dili ile o da pek çok büyük âlime ağır cevaplar vermiş, tenkitlerde bulunmuştur.

Bıraktığı çok sayıda eser, büyük yankılar ve derin tesirler uyandırmıştır. Bilindiği üzere günümüzde Suud merkezli “Vehhabîlik” hareketi ile “Selefîlik” diye anılan akım, İbn Teymiyye'nin yıkıcı tesirinin en büyük ve muşahhas iki nişanesidir.

***

İslâm’ın itikat-amel-ahlâk nizamı içinde ortaya çıkan görüş ayrılıklarını iki grupta toplamak mümkündür:

Birinci grubu İslâmî kaynaklara samimiyetle bağlı, ilim-akıl ve mantık ölçüleri içinde gelişmiş fikir sistemleri…

İkinci grubu da, art düşüncelerle ve bid’at halinde zuhur eden, mugâlataya dayanan düşünce tarzları olarak mütâlaa etmek mümkündür.

Birinci grup Ehl-i Sünnet câmiasını teşkil ederken, ikinci grup da dalâlet fırkaları denilen sapık fikir cereyanlarının bütünü ihtiva etmektedir.

İslâm’ın fikir düzeni içinde doğan Ehl-i Sünnet düşüncesi, ilhamını İslâm fikriyatından almış… Onun dört aslî kaynağından fışkıran âb-ı hayat ile beslenerek gelişmiş… Ve onun mecrası istikametinde yoluna devam etmiştir.

Bid’at ve türedi görüşler, İslâmî fikir düzeninden sapan, başka mecralara akan, siyasî-içtimaî-nefsanî arzu ve menfaatlerin sevki ile ortaya çıkan düşünce akımlarıdır.

İşte bu akımlardan biri de (İbn Teymiye’nin mugâlataları/demagojileri çerçevesinde gelişen) Teymiyecilik-Vehhabilik’tir.

Hicrî VIII. Asrın başlarında zuhur eden Teymiyecilik, zaman-zaman İslâm düşünce düzenini zorlayarak Ehl-i Sünnet câmiası dışına çıkmıştır.

Teymiyecilik’in diğer dalâlet fırkalarından farklı ve kendine hâs bir görünüşü vardır. Her cereyanın fikir vasatındaki yeri ve hususi adı doğru olarak belirlenmiş ve kendilerince de kabul edilmiş olduğu halde, Teymiyecilik, kendisini Ehl-i Sünnet yolu olarak takdim etmek ve asıl Ehl-i Sünnet mezhebini Kitap ve Sünnet esasları dışında göstermek istemekle sahte ünvan peşindedir. (Nitekim yeni bir tevhid anlayışıyla ortaya çıkan bu cereyanın lideri İbn Teymiye’nin, İslâm’ın saadet devri ile Sünnet yolunun kapanmış ve tâ kendisi gelip (sekizinci asırda) yeniden fikir trafiğini açıncaya kadar bu yolun kapalı ve âtıl kalmış olduğunu iddia ettiğini ve taraftarlarının da aynı görüşü müdafaa ettiklerini görüyoruz.)

Ne var ki zamanında ve müteâkip devirlerde pek revaç bulmayan bu görüş, mezhep haline gelememiş; ancak bazı çevrelerde sadece münferit bir fikir olarak bahismevzuu edilmiştir.

Hicrî on ikinci asırda cahil ve mefkûresiz bir muhitte yetişen Muhammed bin Abdilvehhâb, İbn Teymiye görüşüne sahip çıkmak ve buna siyasî bir hava içinde kuvvet yoluyla ve büyük gayretlerle yaymağa çalışmakla bu görüşün bazı bedevî çevrelerinde taraftar bulmasına muvaffak oldu. Böylece sert, soğuk, musamahasız, dar görüşlü, fikir yerine küfür ile kendisini müdâfaa eden bir cereyan (Vehhabilik) meydana geldi.

Esaslarını “Tevhidi koruma adına Müslümanları tekfir etme” diye hulasa edebileceğimiz bu cereyan, maalesef bugün, bazı Müslüman memleketlerine (hakim, bazılarında yaygın, bazılarına ise) sızma istidadında görünmektedir…

Teymiyecilerin-Vehhabilerin itikadlarının ana hatlarını dört madde halinde özetlemek mümkündür:

1. Tecsim ve teşbih: Allah Teala ve Tekaddes hazretlerini cisim tasavvur etmek ve O’nu mahlukata (yaratıklara) benzetmek…

2. Rubûbiyet tevhidi ve unlûhiyet tevhidi meselesi… İslâm’ın tevhid akîdesinde, bu iki türlü tevhid meselesini ilk ortaya atan İbn Teymiye’dir.

3. Peygamber Efendimize saygısızlık… Oysa Rasûlullah’a (s.a.v.) saygı dinî bir vecîbedir.

4. Müslümanları ulu-orta tekfir etmek, muhaliflerine şirk damgası vurmak… Bu meselenin ne kadar nazik-hassas olduğu hemen herkesin malumudur. Kim bir mü’mini tekfir ederse, kendisi kafir olur.

Vehhabilere (İbn Teymiyenin yolunda-fikriyatında gidenlere) göre, İslâm dininin güvenilir kaynakları, sadece İbn Teymiye ve talebesi İbn Kayyım’a ve Vehhabilik’in kurucusu İbn Abdilvehhab’a dayanan kaynaklar ve nakillerdir. Başka hiçbir İslâm âlimine itimat etmez, zerre kadar değer vermezler. Kendi sapık görüşlereni teyid eder mahiyette söz bulurlarsa, onu alırlar. Onlara göre cihanşumûl İslâm dininin uleması; bu üç kişiden yani İbn Teymiye, İbn Kayyım ve İbn Abdilvehhab’dan ibarettir. Hz. Osman (r.a.) zamanından günümüze kadar fütuhatlar ile dünyanın dört bucağına yayılıp genişleyen ve mevcut dünya nüfusunun dörtte birinden fazlasını teşkil eden, sahih hadiste beyan olunduğu üzere Cennet ehlinin üçte ikisini teşkil edecek olan Ümmet-i Muhammed ise, Vehhabilerden ve Vehhabi itikadı üzere olanlardan ibarettir(!). [Abdülkerim Polat, Teymiyecilik-Vehhabilik ve Tevhidi Koruma Adına İşlenen Cinayetler, Fazilet Neşriyat, İstanbul, 1977, s. 5-10. Daha geniş, tamamlayıcı ve tatmin edici bilgi için adı geçen esere, ayrıca İbn Bâtûtâ’nın Seyahatnamesine de bkz. Şam’da bir vaazdan sonra kürsüden inerken, ‘Allah da benim gibi böyle kürsüsünden iner’ dediğini ve halk tarafından yaşadığı linç girşimini, bu esnada sarığının düşüp altından ipek bir takke çıkışını, âlimlerin tenkidini, idarenin onunla ilgili verdiği kararları okuyunuz.]

Go to top