Özellikle evlerdeki canlıları öldürmeden onları kendi tabii mekânlarına göndermenin yollarını aramamız münasip olur. Asıl itibariyle zararsız olan canlıların hayatını korumaya çalışmalıyız. Şayet bunu yapamıyorsak ve bize zarar da veriyorlarsa öldürmek haram değil, caizdir.

Aslen zararsız olan canlıları öldürmek, hele de işkence yapmak dinimizce kabul gören bir anlayış olmadığı gibi, insanlık açısından da kesinlikle doğru bir davranış olmaz. Dinimizdeki hükmü ise vaziyete göre ya haramdır ya da mekruh.

Mesela; insanlara zarar veren karıncayı suya veya ateşe atmadan öldürmek caizdir. Fare, akrep yılan gibi zararlıları ise her zaman her yerde öldürmek caizdir. Zira Müslim’de geçen bir hadis-i şeriflerinde Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), yılanı ve yırtıcı hayvanları öldürünüz, buyurmuşlardır.

İbn Abbas’tan (r.anhümâ) rivayet edilen bir hadis ise şöyledir:

"Rasûlüllah (s.a.v.) dört hayvanın öldürülmesini yasakladı: Karınca, arı, hüdhüd, surad (sarı ve yeşil renkli ağaçkakan kuşu)." (Ebû Dâvud, Sünen, Edeb 176)

Bu hadis-i şerifle dört hayvanın öldürülmesi yasaklanmaktadır:

1. Karınca,

2. Arı,

3. Hüdhüd,

4. Surad.

ed-Demîrî, karınca ile ilgili olarak der ki: "Şerhu’s-Sünne’de Begavî'nin ve Hattâbî’nin de dediği gibi bundan maksad ‘Süleymânî’ denen iri karıncadır. ‘Zerre’ de denilen küçük karıncanın öldürülmesi ise caizdir. İbn Ebî Zeyd, eziyet veren bütün karıncaların öldürülmesinin caiz olduğunu söylemiştir." Hattâbî, bu karıncaların insanlara pek az zarar ve eziyet verdiğini belirtir.

Surad hakkında en-Nihaye´de: "Başı ve gagası iri olan bir kuştur, tüyleri de büyüktür, yarısı beyaz, yarısı siyahtır" denmiştir. Ancak Ahterî´de sarı ve yeşil bir kuş olduğu, bazı lügatlerde ağaçkakan olduğu belirtilir. Hattâbî´ye göre bunun öldürülmesinin yasaklanması, etinin haram oluşundan gelir. "Çünkü der, bir hayvanın öldürülmesi yasaklandı ise, bu ona hürmet için veya onda bulunan bir zarar sebebiyle değilse, etinin haram kılınması sebebiyledir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.), eti yenilmeyen hayvanın öldürülmesini yasaklamıştır." Âlimler, surad kuşu ile cahiliye Arabının teşâümde bulunduğunu ses ve şahsıyla uğursuzluk çıkardığını belirtir. Bazıları: "Onların surad kuşundan hoşlanmamaları ismi sebebiyledir. Çünkü tasridden gelir, tasrid ise taklil (azaltma) demektir" demişlerdir.

Arının öldürülme yasağını Hattâbî, onun faydalı bir hayvan olmasıyla izah eder ve "bal ve mum" imal ettiklerini hatırlatır.

Hüdhüdün öldürülmesinin yasaklanması da, tıpkı surad kuşu hakkında söylendiği gibi "Etinin tahrimi/haramlığı ile ilgilidir" denmiştir. Ayrıca, onun pis koktuğu, dolayısıyla cellâle (pislik yiyen hayvan) durumunda olduğu belirtilmiştir.
***

Biz, alimlerimizin yorumlarına şunu ilave etmek isteriz: Bizce sebebi bilinir veya bilinmez. Esas olan, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) yasaklamasıdır. O’nun her yasağında -tıpkı her emrinde olduğu gibi- nice hikmetler, maslahatlar var. Bunların cüz’î bir kısmını bilsek de pek çok kısmını bilemeyebiliriz. Zamanla bilemediğimiz hikmetler peyder pey zuhur edebilir, anlaşılacak hale gelebilir. Nitekim günümüzde, tabiatta mevcut hassas bir dengeden bahsedilmektedir. İnsanoğlu rastgele tasarrufları ve müdahaleleriyle bu dengeyi bozmakta ve sonradan büyük zararlara maruz kalmaktadır.

Öldürülmesi yasaklanan hayvanların bu dengede mühim bir rol sahibi oldukları söylenebilir. Kasır aklımız ve sınırlı bilgimizi, sönük beşerî yorumlarımızı esas alarak nebevî tahdid ve yasakları küçük görme gafletine düşülmemelidir. (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14, 162-163)

Yazımızın bu kısmını dilerseniz şiirli bir fıkrayla noktalayalım.

Kanuni Sultan Süleyman, sarayın bahçesindeki armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülmesi için, Şeyhü'l-İslâm Zenbilli Ali Efendi'den, şu beyti yazarak fetva ister:

Dırahta ger ziyan etse karınca
Zarar var mıdır, ânı kırınca?

Şu demek: Ağaca karınca zarar verdiğinde, onu kırmanın, yok etmenin/öldürmenin mahzuru var mıdır?

Zenbilli Ali Efendi, beyitle sorulan suale, yine bir beyitle cevap verir:

Yarın Hakk'ın dîvanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca

Sözün özü: Şayet zarar veriyorlarsa ve öldürmeden onları def etmek de mümkünse öldürmemek lazım. Ama mümkün değilse, fıkhen fetvası var; bununla birlikte takva yolunu tercih edip öldürmemek tabii ki en güzeli…
***

İkinci kısma gelince…

Söz konusu dua, halk arasında “karınca duası” veya “bereket duası” diye meşhurdur. Kaynaklarda, bu şekliyle Rasûlüllah Efendimizden (s.a.v.) nakledilen bir duaya rastlanmıyor, ya da en azından biz rastlayamadık.

Fakat duanın metnine baktığımızda, ayet ve hadislerde geçen kelime ve mefhumlardan mürekkep olduğunu görüyoruz. O bakımdan bu duanın okunmasında yahut ticarethanelere asılmasında herhangi bir mahzurun olmayacağını, bilakis faydalı olacağını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.

Günümüze kadar gelen ve okumaya mezun kişilerce halen okunan Evrâd-ı Fethiye, Evrâd-ı Bahâiye, Evrâd-ı Şâzelî ve sair virdlerdeki çeşitli dualar da böyledir. Yani esas itibariyle ayet ve hadislerden, rical-i maneviyenin iltica ve tazarrularında tertip edilmiştir. Nitekim bu duaları Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî (k.s.) hazretleri “Mecmûatü'l-Ahzab” isimli eserinde bir araya getirmiştir. Bu virdlerdeki duaların da bazılarının aynıyla Rasûlüllah Efendimizden (s.a.v.) varit olmadığı açıktır. Ancak Sevgili Peygamberimizden (s.a.v.) sonra gelen Onun varisleri, ayet ve hadislerdeki dua manasını ifade eden bu kısımları bir araya getirmişler, Zât-ı âlilerine arz edip kabul buyrulduktan sonra bu şekilde bu metinleri ortaya koymuşlardır.

Bu esas ve uygulamadan hareketle, “karınca duası”nın da kimden ve nereden geldiğini tesbit edememekle birlikte, böyle bir dua yoktur, okunması mahzurludur diyemeyiz. Aksine faydasına ve tesirine inanırız. İnanmayanlara da diyeceğimiz bir şey olamaz. Kendilerinin bileceği bir iştir.

Son söz:

Üstazımız Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) hazretlerinin, kendi el yazısıyla tashih ettiği “karınca duası”nın bizzat şahidiyim. Sonraları Fazilet Neşriyat tarafından da basıldı. Halen mevcut olduğunu biliyorum. Eğer tamamen uydurma ve lüzumsuz bir şey olsaydı, niçin o metni tashih edecekti O büyük zât? Öyle değil mi?

Bu da bizim için zaten yeterli senettir.

Vesselâm…