Halis ECE

Üçüncü Cemre de nihayet bugün (6 mart) toprağa düştü.

Cemrelerin düşmeye başlaması, baharın yani havaların ısınmaya başlayacağının habercisidir.


Birinci cemre (20 şubatta) havaya, ikinci cemre (27 şubatta) suya, üçüncü cemre de (6 martta) toprağa düşüyor.

Yani önce hava, sonra su, daha sonra da toprak ısınmaya başlıyor.

Böylece güzel yüzünü gösteriyor bahar... Bin bir çiçekten örülü taçlarla, yeryüzüne aksetmiş tebessümleriyle gösteriyor kendini, haber veriyor geldiğini...

Bahar, yeryüzünde kışın açtığı yaralara âdeta tatlı bir merhem-derman gibidir.
***

İnşâallah inanç, amel ve ihlâs cemreleri de, toprak gibi katılaşmış, su gibi sertleşmiş, hava gibi soğumuş insanlık üzerine düşer de sadırlar ısınır, kalpler yumuşar, huzurlu bir ruh iklimi vücûda gelir... İnsanlık, tarihin bahar mevsimlerine, bahar medeniyeti devrelerine döner... O zamanki meyvelerini ortaya koyar. Peygamberleri (aleyhimüsselâm) ve bilhassa âhir zaman nebîsi âlemlere rahmet Sevgili Peygamberimiz’i (s.a.v.), Onun vârislerini, bâhusus sahib-i zamanı (k. esrârahüm) düşünür... Onların insan için, insanlık için yaptıklarını, çektiklerini hatırlar... Kendisinin de o sırât-ı müstakîmin, o güzel-kutlu bahar yolunun mutlu bir yolcusu olması gerektiğini, başka bir felâh ve necât yolunun bulunmadığını görür.
***

Baharın kıymetini, kışın soğuk ve sıkıntılarını çeken bilir; imanın kıymetini de küfrün zulümâtını en iyi bilenler idrâk eder...

Rûh-i melekînin cemreleri îman-ibâdet ve ihlâs'tır; nefs-i emmârenin cemreleri ise, küfür-isyân ve riyâdır.

Cenâb-ı Hak, ruhlarımızın cemrelerini ihsân eylesin...
Gönüllerimize nûr-i İlâhî, feyz-i Muhammedî tohumları serpsin.
***

Mânevî açlık ve susuzluktan kırılıp geçen Ümmet-i Muhammed'e gıdâ olabilecek fideler yeşertsin; fidanlıklar, meyveler in‘âm etsin.

Maddî ve mânevî bakımdan dondurucu-öldürücü kış soğuklarını gidersin, baharın ihyâ edici-diriltici ‘Mesîh’ soluklarını ihsân eylesin.

Sözlerimizi dîvan şâirimiz Bâkî'nin bir beytiyle süsleyelim:

Rûh-bahş oldu Mesîhâ-sıfat enfâs-ı bahâr
Açtılar dîdelerin hâb-ı ademden ezhâr


Bugünkü dille ifadesi:

Bahar esintileri, o diriltici soluklar, Mesîh gibi ruh bağışlayıcı oldu... Çiçekler yokluk uykusundan gözlerini açtılar.
***

EDEBİYATTA LUGAZ VE CEMRE

Lugaz”, edebiyatta manzum bilmece demektir. Divân şâirleri, her şey hakkında lugaz yaparlar; onu birtakım teşbihler/benzetmeler, îhamlar(1) hatta harflerin Ebced hesabındaki müfredatlarıyla/kıymetleriyle/değerleriyle anlatırlardı. Meselâ Fitnat Hanım’ın “Cemreler”e dair bir lugazı şöyledir:

Ol nedir kim üç birâder her zaman
Birbiri ardınca olmuştu revân
Yılda bir kerre gelirler âleme
Makdemiyle kesb-i feyzeyler cihân
Kimseler görmüş değildir yüzlerin
İsmi vardır cismi ammâ ki nihân
Birisi oldu havâya münkalib
Birisi âb içre tuttu âşiyân
Gördü bulmuş her birisi yerlerin
Biri dahî eyledi hâki mekân
Serleri üç, pâları beş anların
Kıl tefekkür, eyledim sana beyân
(2)

Osmanlı Elifbâsı’nda “Cemre” kelimesinin başı “Cim”, ayağı “He”dir ki; biri Ebced hesâbında 3, öbürü 5’dir. Şair burada Cemreler’e, yani havaya, suya, toprağa düştüğü farz olunan üç cemreye işaret ediyor.

Rabbim, bâtın âlemimizin cemrelerinden yoksun bırakmasın. Âmin...


DİPNOTLAR
(1) “Îham” edebiyatta, iki mânâlı kelimelerden en az kullanılan mânâyı bilerek kullanmaktır.
(2) Lügatçe: Revân, yürüyen-giden; Makdemiyle kesb-i feyzeyler cihân: Gelmesiyle bolluk-bereket ve canlılık kazanır yeryüzü; Nihân, gizli-saklı, bulunmayan-görünmeyen; Münkalib, dönen-değişen, başka bir şekle kılığa giren; âb, su; âşiyân, mesken; hâk, toprak; Ser, baş; , ayak.