İkrah, lûgaten zorlamak, bir kimseyi istemediği ve çirkin gördüğü bir işi yapmaya mecbur tutmaktır. İslâm fkhı-hukuku ıstılâhında ise ikrah; bir kimsenin başkasına yaptığı, ondaki rızayı kaldıran veya ehliyetini yok etmediği halde, onun ihtiyarını bozan (seçme hürriyetini yok eden), yahut da şer'î yükümlülüğü kaldıran korkutma hâlini ifade eder. Mecelle'nin tarifi şöyledir: "İkrah; bir kimseyi korkutmak suretiyle rızası olmaksızın bir iş işlemek üzere haksız yere zorlamaktır." [Mecelle, madde 948] Bu da kabaca iki kısımdır:

1) İkrâh-ı mülcî (mülcî olan ikrah / zorlayan / zorla yaptıran): Öldürme, el kesme, nefsi helâk edecek darb gibi hususlar. Burada vuruş sayısı önemli değildir. Önemli olan, bu vuruşların nefsi helak edecek durumda olmasıdır.

2) İkrâh-ı gayr-i mülcî (mülcî olmayan ikrah): Hapis, bağlanma, nefsi veya uzvu telef etmeyecek derecede dövme, gam ve elemi gerektiren şeylerle ikrah / zorlamadır.” [Alaüddin Ebu Bekr b. Mes'ud el-Kâsânî (v. 587 h.), Bedâiu’s-Sanâî fî Tertîbi'ş-Şerâ'i, 6, 184] Açıklamaları aşağıda gelcektir.

***

İslâm'da, insana din, inanç ve vicdan hürriyeti (özgürlüğü) tanınmış; iradeyi baskı altına almak ve insanı rızası olmayan işlere zorlamak yasaklanmıştır. İkna etme, güzel öğüt-nasihat, müsamahalı / toleranslı davranış ve en güzel irşad ve terbiye / eğitim metodunu bulup uygulamak İslâm'ın gayesidir. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyruluyor:

"(Ey Rasûlüm!) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et / çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete kavuşanları / doğru yolda yürüyenleri de en iyi bilendir.” [Nahl suresi, 125] "Dinde ikrah / zorlama yoktur, rüşd (Hak yol), dalâlden (bâtıl yoldan) cidden ayrıldı. Artık her kim Tûgut’u inkâr edip Allah’a iman eylerse, o, işte en sağlam tutamağa (kulpa) yapışmıştır. Öyle ki, onun için kopmak yoktur. Allah, her şeyi hakkıyla-tamamiyle işitir,  kemâliyle bilir. [Bakara suresi, 256]

Bu ayetin sebeb-i nüzûlü / inme sebebi şu hadisedir:

Huseyn el-Ensarî'nin (r.a.), Müslüman olmayan iki oğlu Ensar'dan bazılarıyla birlikte yiyecek almak üzere Medîne'ye gelmişlerdi. Babaları;

"Müslüman olmadan sizi bırakmam" dedi. Oğulları İslâm'a girmek istemeyince, Rasûlullah’a (s.a.v.) müracaat etti ve; "Ben bakıp dururken, benden bir parça olan çocuklarım ateşe mi girsin?" dedi. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nâzil oldu [et-Taberî, Câmiu'l-Beyân, Mısır 1388/1968, 3, 14]

Başka bir ayette iradesi zorlanan kimse için bazı kolaylıklara işaret edilir: "Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin ve onu her kim yaparsa Allah’tan ilişiği kesilmiş olur (ona Allah'tan hiçbir yardım yoktur); ancak onlardan bir korunma yapmanız (gelebilecek bir tehlikeden dolayı sakınmış olmanız) başka. Allah size, asıl kendinden korkmanızı emrediyor. Nihayette gidiş ancak Allah’adır.” [Âlu İmrân suresi, 28]

Bu ayetteki; "ancak onlardan bir korunma yapmanız (gelebilecek bir tehlikeden dolayı sakınmış olmanız) başka" hükmünün tefsîrini İbn Abbas (r.anhuma) şöyle yapar. "Bu, kalbi iman ile dopdolu olduğu halde, diliyle küfür kelimesini söyleyip, işkence ve ölümden kurtulmuş olmasıdır. Böyle yapan kimse hem hayatını kurtarır, hem de o anda günahı kaldırıldığı için, sorumlu olmaz." [el-Kurtubî, el-Câmi' Li Ahkâmi'l Kur'an, Kâhire 1967, 4, 57] İbn Kesîr, bu husustaki ruhsatı şöyle açıklar: "Bazı yer ve zamanlarda inkârcıların şerrinden korkanlar, niyyet ve kalblerinden değil de, dış görünüş bakımından kendilerini koruyacak şekilde davranabilirler." [İbn Kesîr, Tefsîr, Beyrut 1969, 1, 357]

Hanefîlere göre, ölüm tehlikesi ve bir uzvun koparılması söz konusu olunca, bir kimsenin, diliyle küfür kelimesini açığa vurmasında bir sakınca yoktur. Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.) Ammâr b. Yâsir'e (r.a.) bu hususta verdiği müsaade, bu mevzuda en büyük delildir. Ammâr'ın ana ve babası inançlarından vazgeçmedikleri için Kureyş müşriklerince şehit edilmiş, kendisi de dayanılmaz işkence karşısında, müşriklerin söylenmesini istediği küfür sözlerini söylemiştir. Ammâr'ın durumu Rasûlullah’a (s.a.v.) ulaşınca, kendisine, küfür kelimelerini söylerken kalbinin durumunu sormuştur. Ammâr b. Yâsir;

- İman ile mutmain olarak buldum" cevabını verince, Rasûlullah (s.a.v.),

- "Eğer yine aynı işkenceyi yaparlarsa, onların istedikleri sözleri söyleyip kurtulabilirsin" buyurmuştur. Bunun üzerine şu ayet-i kerîme inmiştir:

"Kalbi iman ile mutmain olduğu (sükûnet bulduğu) halde ikraha uğratılanlar müstesna (dinden dönmeye zorlananlar dışında), her kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine Allah'tan bir gazap gelir ve kendilerine çok büyük bir azap vardır.” [Nahl suresi, 106]

Rasûlullah (s.a.v.); "Muhakkak ki Allah (azze ve celle), ümmetimden hata, unutma ve üzerine zorlandıkları şeyin hükmünü kaldırmıştır" [Buhârı, Sahih, Talâk, 11, İlim, 44, Şurût, 12, Enbiya, 27] buyurmuştur.

Bu duruma göre, zor altında iken, dil ile küfür kelimesini söylemek, imanın zâil olmasına sebep teşkil etmez. Zira kalbî tasdik mevcuttur. O şartlarda dahi, küfrü gerektiren bir söz söylemekten ve kâfirlerin dediklerini yapmaktan kaçınmak, ölümü göze almakla mümkündür. Bu sebeple, ikrah altında iken küfrü gerektiren söz söylemek caiz olur. Fakat mü’min sabreder, küfür kelimesini söylemez ve bu sebeple katledilirse, büyük sevap kazanır. Zira Ashab-ı Kirâm'dan Hubeyb b. Adiyy (r.aanhum) küfür kelimesini, bütün işkencelere rağmen söylemedi ve onu idam ettiler. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Hubeyb'e, "Seyyidü'ş-Şüheda (şehitlerin efendisi)ünvanını verdi ve buyurdu ki: "O Cennet’te benim arkadaşımdır". Çünkü o halde dahi küfür kelimesini söylemenin haramlığı bakidir. İslâm'ı aziz kılmak için kâfirlerin isteklerini yerine getirmekten kaçınmak azîmettir. Küfür kelimesini söyleyip kurtulmak ise bir ruhsattır. [İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Beyrut 1317, 7, 299-300; Molla Husrev, Düreru'l-Hukkâm, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yyyy., 2, 270-271; es-Serahsî, Şerhu's-Siyeri'l-Kebîr, Kahire 1971, 1, 227]

İkrahın / zorlamanın şartları

İkrahın şartları hususunda âlimler şunları zikretmişlerdir:

1) Korkutanın, söylediğini yapacak durumda olması: İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e (rahımehumallah) göre başkasından yardım istemek mümkün olup da, o şekilde tehditten kurtulmak imkân dahilinde bulunsa bile yine ikrâh hali gerçekleşir.

2) Korkutulanın, korkutulduğu şeyin derhal gerçekleşmesinden korkması: Korkutulan, söylenen şeyi yapmadığı takdirde, tehlikeye mâruz bulunduğu kanaatine sahip olmalıdır. Bu hususta onun galip zanni ölçü alınır.

3) Korkutmanın, zorlananın veya yakınlarının mal, can veya uzuvlarına karşı yapılmış olması: Büyük İslâm fakihi / hukukçusu es-Serahsî (ö. 490/1097) yakınlara karşı vuku bulan korkutma altında yapılan bir satım akdini kıyasa göre geçerli kabul ederken, bunun istihsan esasına / prensibine göre bir korkutma sayılacağını belirtir. Çünkü kişiye, babasına veya eşine yapılacak işkence, kendisine yapılacak işkenceden daha ağır gelebilir. [es-Serahsî, el-Mebsût, 24, 93]

Fukaha bir başka açıdan ikrahı üç kısma ayırır.

a) Tam ikrah: Zorlananın mal, can veya uzvunun telefine yol açabilecek ağırlıktaki ikrah.

b) Eksik ikrah: Malın bir kısmını telefle tehdit, uzuvların telefine yol açmayacak şekildeki dövme, tehdit, hapis ve bağlamakla tehdit bu kısına girer.

c) Yakınlara verilecek zararla ikrah: Ana-baba, dede-nine, çocuklar-torunlar ve eş gibi yakınlardan birisine eziyetle tehdit bu kısına girer.

İkrahın hükmü

İkrah, söz ve fiillerin sonuçlarına tesir eder (etki yapar), fakat ehliyetin aslını ortadan kaldırmaz.

Geçerli olan ikrah, tam olsun, eksik bulunsun, sözleri hükümden düşürür. Bu sebeple, ikrah altında yapılan ikrarlar geçerli olmaz. Ancak, ikrah hâli kalktıktan sonra rıza gösterilmesi hali müstesnadır. Tam ikrah da, eksik ikrah da rızayı yok eder. Bağlayıcı akid ve sözlerde ise karşılıklı rıza esastır. Nitekim Kur'an-ı Kerim’de, "...Aranızda mallarınızı bâtıl yollarla değil, ancak karşılıklı rızaya dayanan ticaretle yeyin" [Nisâ suresi, 29] buyurulmuştur. Rasûlullah (s.a.v.) de; "Bir kimsenin malı, ancak onun gönül rızâsı / hoşluğu ile helâl olur" [Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5, 72] buyurur.

Zorlananın fiilleri, zorlamanın tam veya eksik olmasına göre değişik hükme tâbi olur. Eksik ikrah, zorlananı fiilinin sonucu bakımından mutlak olarak serbest bırakmaz. Meselâ, bir kimse hapisle tehdit edilerek içki içmeye veya bir şahsı öldürmeye zorlansa, teklifi yerine getirirse tamamen sorumlu olur. Çünkü karşılaştığı eziyeti kabul ederek istenilen şeyi yapmayabilir. Söyleneni yapmadığı takdirde uğrayacağı eziyet tahammül edilir cinstendir.