Halis ECE

Hz. Fâtıma’nın (r.anhâ) doğumu; miladî 609, Cemâziyelahirin 20. Cuma günü, Bi‘set-i Nebevî’den üç ay önce, Mekke’dedir.

Babası; âlemlere rahmet, iki cihan serveri, enbiyânın imâmı, asfiyânın tâcı, gönüllerimizin ilâcı Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz... Annesi, Hz. Hatîcetü’l-Kübrâ (r.anhâ) vâlidemiz... Lakabı ise Zehrâ’dır.

“Fâtıma”, kendisi ve zürriyeti cehennem ateşinden korunmuş demektir. Nitekim Deylemî’nin (rh.) Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.),

“Kızımı ancak, Allah onu ve sevenlerini cehennemden uzaklaştırdığı için ‘Fâtıma’ diye isimlendirdim” buyurmuşlardır.

“Zehrâ” ise, beyaz ve nûrânî yüze denmekle beraber; saf, berrak, pek parlak ay gibi mânâlara da gelmektedir. Fâtıma vâlidemiz parlak bir yüze sahipti ki, bakanın gözleri kamaşırdı. Ay ışığı gibi geceyi nurlandırırdı. Hz. Âişe’nin (r.anhâ), “Ben karanlık gecede Hz. Fâtıma’nın yüzünün aydınlığı ile iğneye iplik geçirirdim!” dediği kadar parlaktı.
***

Hz. Fâtıma (r.anhâ), kadının insan olarak hiçbir kıymet hükmünün olmadığı bir cemiyette dünyaya gelmişti. Hatta insanlar, Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz’le, yaşayan erkek evlâdı olmadığı için, soyu kesik mânâsına “ebter” diyerek alay etmeye yelteniyorlardı. Böylesi bir cemiyette, Resûlüllah Efendimiz o cemiyetin bütün bu peşin hükümlerini hiçe sayıyor, mübârek kızları Hz. Fâtıma, bulundukları yere geldiğinde ayağa kalkıyor ve ona, oturması için kendi yerini gösteriyordu. Efendimiz (s.a.v.), bu hareketiyle Hz. Fâtıma’nın şahsında kadına verilmesi gereken muallâ mevkie işâret ediyorlardı.
***

Hz. Fâtıma vâlidemiz sadâkatte, ahde vefâda ve sâir bilumum güzel ahlâkta zirvede idiler. Hz. Âişe (r.anhâ) vâlidemiz, “Resûlüllah’tan başka Fâtıma’dan daha doğru sözlü birini görmedim” diyerek, onun bu hasletini de dile getirmiştir.
***

Fâtıma vâlidemiz, annelik makamının da en mümtaz örneğidir. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Hz. Zeynep (radıyallâhü anhüm) onun sıcak ikliminde yetişmiş ve hiç şüphesiz insanlık tarihinin iftihar tablosundaki yerlerini almışlardır.

Yine Hz. Âişe’nin (r.anhâ) bildirdiğine göre, ruh ve madde cephesiyle hâsılı her şeyiyle insanlığın ufku mübârek babalarına benzedikleri için, kendilerine, babasının kızı mânâsına, “Bint-i Ebîhâ” deniliyordu. Kezâ babalarını bağrına basıp gözetmesinden dolayı da, sahâbîler ona, “Ümmü Ebîhâ” yani babasının annesi sıfatını lâyık görmüşlerdi. Baba-kız arasındaki sevgi, nezâket ve nezâfet âlemde görülmemiş bir âhenkte idi.
***

Hz. Fâtıma vâlidemiz, Resûlüllah Efendimiz’in Cenâb-ı Hak’tan aldığı emir neticesinde Hz. Ali kerramallâhü vecheh ile evlenir. Evlilikleri süresince Hz. Ali’ye o kadar mükemmel bir eş olur ki; Hz. Ali (r.a.) de, “Ben, Fâtıma’yı incitecek ve rahatsız edecek tek bir hareket dahi yapmadım” diyerek, kendisinin de ona karşı olan nezâket ve hassâsiyetini ifade eder.
***

Hz. Fâtıma (r.anhâ), ilmî sâhada da dirâyet sahibi idi. Fıkıh ve tefsir mevzularında âlim, Kur’ân-ı Kerim’i anlayıp anlatmada, ictimaî mes’elelere hâl çereleri bulmakta eşsizdi. İslâm’da kadının muallime ve mürebbiye olmasının en güzel örnekleri ondadır.
***

Hâsılı Fâtıma vâlidemiz, engin-zengin, ince ve derin bir rûha sahipti. Necip Fâzıl’ın ifadesiyle, “Masmavi gök kadar ve en ince fikir kadar derin”di ve zengindi onun gönlü. Oruçlu olduğu halde, üç gün boyunca iftarını suyla yapıp, sofrasındaki bir lokma ekmeği kapısına gelen fakire ikrâm edecek kadar da cömertti.

Onun için daha ne söyleyebiliriz ki, bu aczimizle... O, kıyâmete kadar gelecek bütün mü’min hanımlara, numûne-i imtisâl (örnek/model) olacak her türlü güzel ahlâkın sahibiydi.