İyiliklerin Rabbimiz katındaki sevabı en az on katı, kötülükler ise sadece onun dengiyle cezalandırılır. İlahi kanun böyle vaz’edilmiş, sünnetullah böyle cereyan ediyor. Nitekim buyuruyor ki Mevlâmız:

Kim bir hasene ile gelirse, ona on misli verilir. Kim de bir seyyie ile gelirse, ona ancak misliyle ceza edilir ve hiç birine haksızlık edilmez.” [En’âm suresi, 160]

Allah rızası için yapılan iyiliklerin, infak ve sadakanın, zekâtın karşılığı; verenin ihlâs derecesine göre, bire ondan bire yedi yüze kadar, hatta daha ziyade olur. Kur’an-ı Kerim’de buyrulmuştur ki: “Mallarını Allah yolunda infak edenlerin meseli / durumu bir tâne meseli gibidir ki, yedi başak bitirmiş her başakta yüz tâne var. Allah dilediğine daha da katlar, Allah vâsi'dir alîmdir.[Bakara suresi, 261]

Evet O Vâsi‘, hudutsuz bir kuvvet ve kudret sahibidir; ihsan ettiği şeyler O’na darlık vermez.
Alîm’dir; her şeyi, haliyle, hakikat ve özüyle bilicidir. İnfak edenin niyetini, ihlâslı olup olmadığını, ihlâsının derecesini ve infak kudretini bilir.

Muhakkak ki Allah, hiç kimseye zerre kadar zulüm etmez. Eğer yapılan iyilik zerre kadar da olsa, onun sevabını kat kat artırır. Ve kendi katından büyük bir mükafat verir.” [Nisa suresi, 40]

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) bu ayetleri şu mübarek sözleriyle şöyle tefsir ediyor: “Allah azze ve celle buyuruyor ki: Kim huzuruma bir iyilik getirirse, ona getirdiğinin on misli mükâfat vardır. Hatta daha da artırırım. Kim huzuruma bir kötülük getirirse, onun cezası kendi kadar bir günahtır. Yahut Ben (onu da) bağışlarım. Kim Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir arşın yaklaşırım. Kim Bana bir arşın yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim Bana yürüyerek gelirse, Ben ona koşarak varırım. Kim Bana hiçbir şeyi ortak koşmayarak, yer dolusu günahla da huzuruma gelse, Ben onu günahı kadar mağfiretle karşılarım.” [Nevevî, Riyâzu’s-Sâlihîn, Hadis no: 412]

Diğer bir hadislerinde de, “Kul Müslüman olup İslâm’ın gereklerini yerine getirdiğinde, Allah daha önce işlediği bütün kötülükleri affeder. Bundan sonra her amelinin karşılığı şu şekilde verilir: İyilik on katından yedi yüz katına kadar karşılık görür. Kötülük, Allah affetmediği takdirde misliyle cezalandırılır[Buharî, Sahih, İmân, 31; Süyûtî, Câmiü’s-Sağîr, 1, 151] buyuruyor.

***

Kadr suresinde Cenâb-ı Hak, “Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır[Kadr suresi, 3] buyuruyor. Bir gece bin aydan hayırlı olursa, o gecedeki bir saniyenin sevap değerini bulmak zor değildir: Bin ay, yaklaşık seksen dört yıla tekabül ediyor. Yani bir ömür…

Bu gecenin asgarî birim sevabını bulmak için şöyle bir hesaplama yapılabilir: Bin ay; gün değeriyle otuz bin gün, saat değeriyle yedi yüz yirmi bin saat, dakika değeriyle kırk üç milyon iki yüz bin dakika, saniye değeriyle ise iki milyar beş yüz doksan iki milyon saniye eder.

Diğer yandan bir günün saat değeri yirmi dört saat, dakika değeri bin dört yüz kırk dakika, saniye değeri ise seksen altı bin dört yüz saniyedir.

İki milyar beş yüz doksan iki milyon saniye, seksen altı bin dört yüz saniyeye bölünürse, otuz bin saniye çıkar ki, bu rakam Kadir gecesinin her bir saniyesinin, diğer günlerin her bir saniyesine oranla, sevap açısından otuz bin kat daha verimli olduğunu gösterir.

Bir başka ifadeyle, bir saniyede söylenebilen bir Kur’ân harfi, diğer günlerde bire on, bire yüz, bire yedi yüz sevap kazandırsa da, Kadir gecesinde otuz bin sevap kazandırıyor.

***

Cenâb-ı Mevlâ’nın dünyada da, âhirette de bizimle ilgili iki türlü muamelesi vardır:

1- Adâletiyle olan muâmelesi.

2- Rahmetiyle, keremiyle, lütfuyla olan muâmelesi.

Meselâ, her türlü belâ ve musibetler Allah Teala’nın adâleti icabı üzerimize gelir. Dünyada acı ve kederler, ayağımıza diken batmasından burnumuzun kanamasına kadar hepsi Allah’ın adâleti gereği meydana gelir. Kabirde azap eğer varsa, Allah’ın adâleti gereği olur. Mahşer'deki şiddet Allah’ın adâleti iktizasıdır. Gadab-ı İlâhî, İlâhî adâletin tecelli hâlidir. Cehennem Allah’ın adâletidir.

Hâlbuki Cenâb-ı Hak, “Rahmetim her şeyi kaplamıştır[A’râf suresi, 156] buyurmaktadır. Fahr-i âlem Efendimiz (s.a.v.) bu âyet-i kerimeyi şöyle tefsîr ediyor: “Allah Teala mahlukâtı / canlıları yarattığında Arş’ın üstünde, nezdindeki bir kitaba şöyle yazdı: ‘Muhakkak ki Benim rahmetim, gadabıma galip gelir.’ Bir rivayette ‘Gadabıma galebe etti’, diğer bir rivayette, ‘Gadabımı geç(ib geride bırak)’ şeklindedir .” [Buhari ve Müslim, Nevevî, a.g.e., Hadis no: 418]

Nitekim kendimize ve etrafımıza şöyle bir insaf, iz’an ve idrâk nazarıyla bakabildiğimizde göreceğiz ki; biz mahlûkat olarak rahmetin içinde yüzüyoruz. Elimizi attığımız her şey, muradımız olan her şey, gördüğümüz her mürüvvet, her nimet, her lezzet, her neş’e, her sevinç, her huzur, her iyi hâl, her güzel şey, her saadet / mutluluk ve bunların kaynağı olan her bir şey Allah Teala’nın rahmetinden, lütuf ve kereminden başka bir şey değildir. İçimizi ısıtan her şey, hayat sürurumuzu ateşleyen her şey Allah’ın re’fet ve rahmetinin, hılm ve muhabbetinin tecellî eden mükâfatından başka bir şey değildir.

Diğer yandan, biz hak ettiğimiz için yaratılmış değiliz. Hak ettiğimiz için bize hayat verilmiş değil. Hak ettiğimiz için canlı yapılmış, hak ettiğimiz için insan kılınmış değiliz. Eğer var kılınmışsak, eğer canlı kılınmışsak, eğer insan olarak yaratılmışsak, eğer kulluk şuuru verilmişse, eğer hak bir dine inanıyor ve Hâlıkımıza / Yaratanımıza doğru bir istikametle yönelebiliyorsak, eğer iyilikler ve sâlih ameller yapabiliyor, kötülüklerden uzak durabiliyorsak, eğer günahlarımız bağışlanıyorsa, kendimizi sarsalım, tartalım ve itiraf edelim; içinde yüzdüğümüz bunca nimet, bize meccânen (tamamen karşılıksız olarak) verilmemiş midir? Bütün bunlar Allah’ın rahmet ve re’fetinden, lütuf ve kereminden başka ne olabilir! Nitekim bu yüzden olacak ki, Silsile-i Aliyye-i Nakşibendiyye’nin 15’inci halkasını teşkil eden Şah-ı Nakşibend (k.s.) hazretleri münacatlarında, “Halaqtenî meccânen, razaqtenî meccânen, fağfirlî meccânen” diye iltica etmişler… Bu mübarek silsilenin 33’üncü ve son halkası olan üstâzünâ Süleyman hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri de bu duaya, “Ve şerrifnâ bi-Cemâlike meccânen” niyazlarıyla ilavede bulunmuşlardır. 

***

Bizler, bunca hâl-i pür-melâlimize rağmen bir de Cennet ve Cemâl-i İlahî bekliyoruz değil mi! Ve elbette ki ümitvârız da… Öyle de olmamız gerekiyor. Ve yine daha beklediğimiz çok şeyler var: Mahşerde şefaate ermek, günahlardan tamamen afv u mağfiret olunmak, Allah’ın rahmeti ile adâletine çarpmaktan kurtulmak, Sırât’ı geçmek, Cehennem’den âzâd olmak, ebedî saadete ulaşmak, sonsuzluk diyarında her ihtiyacımızın karşılanması, her isteğimizin yerine gelmesi, sevdiklerimize hususiyle üstâzlarımıza ulaşmamız, Allah’ın Rasûlüne-Habibine kavuşmamız ve nihâyet Cemâliyle şereflenmemiz…

Peki, bu devâsa arzular-istekler, dilekler-temenniler ve beklentilere karşı neler yapıyoruz? Günahlarla aramız nasıl? Azıcık bir iyiliğimiz varsa, bir ibâdetimiz, bir sâlih amelimiz varsa, onu da nefs-i emmâremizin hiç farkında olmadığımız ucub illetiyle, benlik-enaniyet tuzağıyla, kibir-gurur, riyâ, gıybet, haset hastalıkları ve sâir şeytânî tuzaklarla değer olarak sıfırlıyor ve çoğu zaman eksiye geçtiğimiz de oluyor mu? Kendimizi bir lahza murakabe edelim. Eğer öyle ise, Allah korusun, elde avuçta ne salih amel kalır, ne ibâdet, ne iyilikler…  Öyle değil mi?

Bundan dolayı Cenab-ı Mevlâmız buyuruyor ki; “(Ey insanoğlu!) Sana güzellikten her ne ererse bil ki Allah’tandır, kötülükten de başına her ne gelirse anla ki sendendir…” [Nisâ suresi, 79]

***

Evet, insanda iki cihet var; biri hayır, öbürü şerr… Bir başka ifadeyle, birisi yapmak, diğeri de yıkmak, yok etmek ciheti... Yapmak hususunda insanın eli çok kısadır. İnsan kendiliğinden bir şey yapamaz. Hakikatte her şeyi yapan, veren, takdir eden Cenâb-ı Hak’tır. İnsanın hiçbir iyiliği ve hiçbir salih ameli kendi öz malı addolunamaz. İnsan iyiliklerde fâil değildir. İyilikler Allah’tandır. Kötülük ise aksinedir. Kötülükte fâil insandır. Yani yıkan, bozan, kıran, döken, dağıtan, günah işleyen ve kötülük yapan insandır. 72 şeytan kuvvetindeki kâfir nefs-i emmâre kötülük cihetinde sonsuz cinâyet işleyebilirken; iyilik cihetinde gücü ve kudreti hemen hiç yoktur. İyilik cihetinde sahip olduğu her şey Allah’ındır.

Enâniyeti-benliği, kibr u gururu bırakıp hayrı Allah’tan isteyen, şerden, yıkmaktan, kötülükten ve nefsine itimattan vazgeçen, istiğfar eden ve tam kulluğunu takınan insan ise, “Ancak tevbe ve iman edip salih bir amel işleyenler başka, çünkü bunların seyyiatını Allah hasenâta tebdil eder (günahlarını silip yerlerine iyilikler verir)” [Furkan suresi, 70] âyetinin sırrına mazhar olur.

***

Hâsıl-ı kelâm netice-i merâm:

İlâhî adâlet iktizası; iyilik kendisinin olmadığı için, iyiliğine karşılık hiç sevap alması gerekmeyen, lakin kötülüğün isteyeni ve fâili bizzat kendisi olduğundan bir kötülüğüne karşılık bazen bin günah alması gereken insan; amel defterinde, Allah’ın fazlı, keremi ve rahmeti icabı, iyiliklerinin sevabını en az bire on, bire yetmiş, bire yedi yüz, bire yedi bin, yedi yüz bin… hatta sınırsız olarak buluyor. Fakat bir kötülüğüne karşılık sadece bir günah buluyor. Demek, Allah’ın fazlı, rahmeti ve keremi sadece âhirette ve mahşerde değil; dünyada günahların ve sevapların yazılması esnasında dahî adâletinin ve gazabının önüne geçiyor ve kullarının sevap ve hayır defterini daha dolu hale getiriyor. Zira rahmet zâtının, gadap ise sıfâtının tecellisidir.

Sabredenlere verilecek sevap da hesapsızdır. Sabredenlere o kadar çok sevap verilir ki, bunun miktarını Allah Teâla’dan başkası bilmez. Bu husus âyet-i kerimede şöyle beyan buyrulmuştur: “…sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir.”[Zümer suresi, 10]

Yine meleklerin bilemedikleri-yazamadıkları râbıta-i şerife ve zikr-i kalbînin, hakiki ihlâs sahiplerinin amellerinin mükâfatı da bizzat Rabbimiz (c.c.) tarafından takdir buyrulacaktır.

Sadedinde olduğumuz husus, hadis-i kudsî ve hadsi-i şeriflerde de şöyle beyan buyruluyor:

Ademoğlunun her amelinin karşılığı kat-kat verilir. Bir iyilik on katından yedi yüz katına kadar mükâfatlandırılır.’ Allah Tealâ buyuruyor ki: ‘Ancak oruç müstesna; zira oruç, doğrudan doğruya bana edilen (kendisine riyâ karışmayan) bir ibadettir. Onun mükâfatını ben veririm. Oruçlu yemesini-içmesini ve cinsî arzularını benim için bırakmıştır…” [Hadis-i kudsî, Buhari, Sahih, 4,103-110,  Hadis no: 1894; Fazlu Savm, H. no: 1904; el-Libâs, H. no: 5927;Tevhid, H. no: 7942; Müslim, Sahih, Hadis no: 1151]

“Her kim ki iyi bir işi işlemeye niyet eder de onu yapmazsa, ona tam bir iyilik olarak yazılır. Niyet eder ve yaparsa, on mislinden yediyüz misline kadar, hatta daha fazla bile yazılır. Kötü bir işe niyet edip, de, yapmayana tam bir hasene (iyilik) sevabı, niyet edip yapana ise bir günah olarak yazılır.” [Müslim, Sahih, İman, Hadis no: 207; Buhari, Sahih, Rikâk, Bâb: 31]

 “Allah (c.c.) iyiliklerin ve kötülüklerin yazılmasını (meleklere) emretti. Sonra şöyle buyurdu: ‘Kim iyiylik yapmaya niyet eder, fakat yapamazsa; Allah (c.c.) onu kendi katında tam bir iyiylik olarak olarak yazar. Eğer o iyiliği yapmayı diler ve yaparsa, Allah onun defterine 10 kattan 700 kata kadar veya kendi takdir ettiği kadar sevap yazar. Şayet bir kötülük yapmaya niyet eder ve sonra vazgeçerse, Allah onun amel defterine o kötülüğü yapmadığı için 1 sevap yazar. Eğer o kötülüğü hem niyet edip hem yaparsa, amel defterine sadece 1 günah olarak yazar.” [Buhari-Müslim, Nevevî, Riyâzu’s-Sâlihin, Hadis no: 11]

Yani Rabbiniz celle şânuhu, rahîmdir; bir iyilik yapmak isteyip de yapamayana, bir sevap veriyor. Yapana on mislinden 700 misline kadar veya daha fazla mükâfatta bulunuyor. Kötülüğü isteyip de yapmayana bir sevap, yapana ise sadece bir günah yazılıyor. Hatta Allah Teâlâ onu affederse hiç günah yazılmaz. 

*** 

Son hatırlatma

Günah işleme noktasında inasının içinde doğan arzu beş mertebedir:

1- Hâcis: Bu, nefse ilk gelen arzudur.

2- Hâtır: Bu, nefiste devam edip duran istektir.

3- Hadîsü’n-nefs: Bu da, nefiste o fiili işleyip işlememek hususunda doğan tereddüttür.

4- Hemm: Bu, işi tercih etmeye niyettir.

5- Azm: Bu da nihayet, yukardaki niyetin kuvvet bulmasıdır. [İmam Nevevî, a.g.e., Bedir yay., İst. 1974, Terc. Mehmed Emre, s. 28]

Rabbim (c.c.) cümlemizi ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’i günahın her nev’inden, her mertebesinden hıfz u himaye ve vikaye buyursun. Amin…