Halis ECE


Hasedin lugavî ve ıstılâhî mânâları aynıdır: “Hak etttiği bir nimete kavuşan bir kişinin elindeki nimetin izâlesi için gayret sarf etmektir.” Lisânımızda buna, “çekememezlik” diyoruz.

Hasedin târifinde belirttiğimiz, “Hak ettiği nimet” sınırlaması mühimdir. Kişi, haksız olarak bir nimeti elde etmişse, onun, onda kalmasını istememek haset değildir. Hatta o nimetin, haksız olarak elde eden kişiden alınıp, hak sahibine verilmesi için gayret göstermek ve bu maksatla meşrû yollarla mücâdelede bulunmak, zemme değil medhe lâyık bir harekettir.

Haset ile karıştırılma ihtimâli olan bir tâbir vardır ki, o da “gıpta”dır.

“Gıpta”, başkasının elindeki nimetin onda kalmasını arzu etmekle birlikte, aynı nimetin kendisinde de olmasını istemektir.

Türkçemizde “gıpta” kelimesinin karşılığı “imrenmek”tir. Kur’ân-ı Kerim’de geçen ve gıbta ile alâkalı olan bir başka mefhum da “münâfese”dir. Münâfese, başkasındaki mükemmelliğe ve iyi amellere imrenip o kişiye yetişmek, hatta onu geçmek için yarışmak mânâsına gelir. Yani hayırda yarışmak demektir. Bir âyet-i kerimede, “Yarışçılar (cennet nimetleri ve Cemâl-i İlâhî ile şereflenme hususunda) yarışsınlar” (el-Mutaffifîn, 25) buyurulmuştur.

Hasetçi kemâle düşmandır. Yani tam ve mükemmel olan, fakat kendisinde bulunmayan her şey onu rahatsız eder. Gıpta ve münâfese erbâbı ise, kemâle yani olgunluğa âşıktır. Karşısındakinin düşmesini değil, yarışta öne geçmeyi ister. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde, dünyada iki kişiye gıpta etmek gerektiğini, bu iki kişinin dışındakilerin imrenmeye değer olmadığını ifade etmişlerdir. Onların da biri, Allâh’ın kendisine mal verdiği ve bu malı hak yolda harcamak nasip ettiği kişi... Diğeri de, ilim ve hikmet sahibi olup bununla amel eden ve onu başkalarına da öğreten kişidir.

Hasette Allâh’ın takdirine râzı olmamak ve karşı gelmek hâli vardır. Bu sebeple bir mü’minin hem hakiki bir îmâna sahip olması, hem de haset hisleri taşıması mümkün olmaz. Nitekim bir hadîs-i şerifte, “Bir kulun kalbinde îman ve haset bir araya gelmez” (Nesâî, Sünen, Cihad, 8) buyurulmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de de, “Yoksa Allâh’ın lûtfundan insanlara verdiği için onları kıskanıyorlar mı?” (en-Nisâ, 54) buyurularak, hasedin kadere rızâ göstermemek mânâsına ne vahim bir isyan olduğuna dikkat çekilmektedir.

HASET, HASENÂTI YİYİP BİTİRİR

Haset, çok tehlikeli bir günahtır. Nitekim hasedin tehlikelerine işâret eden Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz buyurmuşlardır ki: “Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi, haset de hasenâtı (güzel amelleri) yiyip bitirir.” (Ebî Dâvud, Sünen, Edep, 44)

Bu hadîs-i şerif, hem haset gibi bir günahın, kişinin mahşer günündeki hesap esnasında amellerinin sevâbını yok edeceğini belirtiyor; hem de haset duyguları taşıyan kişilerin güzel ameller işlemekte zorluk çekeceğine hatta başkalarına zarar verecek, dolayısıyla kul hakkı yüklenecek hareketlerde bulunacaklarına işâret etmektedir. Ayrıca haset illetinin, insanı içten içe kemirerek son derece rahatsız edeceğine ve mânen büyük zararlara sebep olacağına dikkat çekilmektedir.

Allâh Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de, mü’minlerin îmanlarının bile kıskanılabileceğini haber verdiği âyet-i kerimede buyuruyor ki: “Ehl-i kitaptan birçokları sizi, îmânınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Bunu, kendilerine hak zâhir (apaçık belli) olduktan sonra içlerindeki hasetten ötürü yaparlar.” (el-Bakara, 109)

HASETÇİNİN ÇEVRESİNE OLAN ZARARLARI

Hasetçinin çevresine zararı iki türlü olur:

1. Haset duygusu ağır basarak, haset ettiği kişiye zarar verecek faâliyetlerde bulunur. Halbuki bir Müslüman’a maddî veya mânevî yönden zarar vermek haramdır. Ayrıca kul hakkı, helâllik almadıkça affedilmez.
2. Bazı müfessirlere göre hasetçinin kalbindeki buğz, kin, düşmanlık ve çekememezlik hislerinin, gözleri vâsıtasıyla (yani haset gözüyle) baktığı kişiye zarar verdiğini ve “nazar (göz değmesi)” denilen hâdisenin hasetten kaynaklandığını ifade etmişlerdir.


İşte Kur’ân-ı Kerim’deki, “Haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden Allâh’a sığınırım” (el-Felak, 5) duâsı, insanın, şeytânın şerrinden Allâh’a sığındığı gibi, hasetçinin şerrinden de Allâh’a sığınması gerektiğine işâret etmektedir. (Hak Dini Kur’an Dili, 9/6403)

HASEDİN HASETÇİYE VE CEMİYETE ZARARLARI

Cemiyetleri bölüp parçalayan, fertlere de hayatı zehir eden hasedin yani çekememezlik hastalığının, bizzat hasetçiyi ve cemiyet hayatını alâkadar eden pekçok zararları vardır. Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz:

1. Hasetçi cimri olur...

Bu kötü huyun sahibi, çevresindeki insanlara Allâh’ın, ‘kullarım istifade etsin’ diye bahşeylediği nimetleri kabullenemez. Onları kıskanır ve bu nimetlerin faydaları-güzellikleri anlatılınca rahatsız olur. O nimetlere kendisi sahip olduğunda ise cimrilik eder. Keza, güzel gâye ve ulvî maksatlar peşinde koşan insanların mağlûbiyet ve muvaffakiyetsizliği karşısında alabildiğine sevinir, memnun olur. İşte bütün bunların sebebi, haset neticesinde insanda meydana gelen cimrilik illetinden başka bir şey değildir.

2. Bencildir...
Bencil olan insan, sırf kendisini düşünür... İster ki, bende olsun başkasında olmasın; ben yapayım başkaları yapmasın. Bu ve benzeri düşüncelerle hayatı hep kendi mihverinden ibaret sayar ki, bu da cemiyetin bozulmasına sebebiyet verir.

3. Makam ve mevki sevdasına kapılmıştır.

Bu duygu ve düşüncede olan kişi, bütün insanların kendisine hürmet edip ondan emir almasını, rütbede kimsenin kendisine ortak olmamasını ister. Bunun da tahakkuku, tabii ki yine başkalarının başarısını istememek ve onlara mâni olmak gibi çirkin davranışlar neticesinde mümkündür.

4. Kin ve düşmanlık illetlerinden aslâ yakasını kurtaramaz.

Bu iki his de hakikatlerin üzerini kapatarak, hasetçinin her hâline, her ameline sirâyet eder. Böylece hasetçi kişi, hiçbir güzelliğin, ne kadar hak ederse etsin, karşısındaki insana isâbet etmesine, onda bulunmasına râzı olmaz. Velhâsıl haset, kin ve düşmanlığı tâkip eder ve bu iki öldürücü duygunun peşini bırakmaz, dâima onlarla beraber bulunur.
***

BİR RUBÂİ (DÖRTLÜK)

Ahbâbını ister iyi ister kötü seç
İdbâra düşersen seçilirler er geç
Birçokları küsmüş gibi bîgâneleşir
Onlar sana küsmeden sen onlardan geç.

Yahya Kemal