Mevzumuzla alakalı olarak Qur’ân-ı Kerim’de yer alan ayetler, iki sûrede geçmektedir. Bunlar Cin sûresi ile Ahkâf sûresidir. Sırasiyle bu ayetler mealen şöyledir:

1) “(Rasûlüm) De ki: Hakikat bir takım cinnin Qur'ân dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyolundu. Şüphesiz biz, hayret verici bir Qur'ân dinledik. 2 - O Qur'ân hidayete erdiriyor, biz de ona iman ettik. Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız. 3 - Doğrusu, Rabbimizin şânı çok yüksektir. Ne bir arkadaş, ne de bir çocuk edinmiştir.” [Cin suresi, 1-3]

2) “29- (Habîbim Ahmed Rasûlüm yâ Muhammed!) Hani biz cinlerden bir grubu Qur’ân'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onlar Qur’ân'ı dinlemek için hazır bulundukları zaman birbirlerine "susun" dediler. Qur’ân'ın okunması bitince de birer uyarıcı (nezîr) olarak kavimlerine döndüler.30- Onlar kavimlerine şöyle dediler: "Ey kavmimiz! Gerçekten biz Musa'dan sonra indirilen ve kendisinden öncekileri tasdik eden bir kitap dinledik. O kitap hakikati / gerçeği ve hidâyeti / doğru yolu gösteriyor. 31- Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun ve O'na iman edin ki, Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun." 32- Her kim Allah'ın davetçisine uymazsa bilsin ki, yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değildir. Onun Allah'tan başka dostları da yoktur. İşte onlar apaçık bir sapıklık içerisindedirler. 33- Onlar, gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmakla yorulmayan Allah'ın, ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmüyorlar mı? Evet, şüphesiz ki, O'nun her şeye gücü yeter. [Ahqâf suresi, 29-33]

Görüldüğü üzere her iki sûrenin de içinde yer alan ayetlerde “Cin” taifesinden bir grubun Rasûlullah Efendimizden (s.a.v.) Qur’ân dinleyip sonra kavimlerine dönerek bu Qur’ân’a inanmalarını istedikleri anlatılmaktadır. Ayetlerin tefsiri sadedinde zikredilen rivayetlerde ve yapılan tefsir ve te’villerde şu ana başlıklar etrafında durulmuştur:

1- Her iki surede bahsedilen cinler aynı topluluk mudur, yoksa ayrı-ayrı cinler midir?

2- Bu hadiseler ne zaman olmuştur?

3- Cinlerin mahiyeti nedir ve bunlar kimlerdir?

Bahse mevzu rivayetler ve tefsirler ile ilgili üzerinde duracağımız hususlar, ikinci ve üçüncü maddelerde yer alan meselelerdir.

İster aynı hadiseyi anlatıyor olsun, isterse farklı hâdiselerden bahsediyor olsun, ayetlerQur’ân-ı Kerim’i dinleyen cinlerden bahsetmektedir. Binaenaleyh cinlerin varlık olarak mahiyetleriyle alakalı tartışmalar da mevzumuz dışındadır. Bu hususta herhangi bir tereddüde mahal yoktur. Bizi ilgilendiren, zikri geçen ayetleri dinleyen ve kavimlerine dönen cinlerin, rivayetlerde “Nusaybin”li oluşlarıdır. Meşhur bir belde olarak Araplarca bilinen Nusaybin, bu rivayetlerde cinleri sebebiyle zikredilmektedir.

Birazdan üzerinde duracağımız gibi, o zaman Arapların inançlarındainsanlar gibi cinlerin de yerleşim bölgeleri bulunmaktadır. Hatta aynı yerleşim mahallerini insanlar ile cinler müşterek olarak kullanmaktadırlar. [İmam Şiblî, Cinlerin Esrârı, Çev. Muhammed Ferşad, İstanbul yyy., s. 86] 

 

Nusaybin’in zikredildiği rivayetler

 

En erken dönem kaynaklardan İbn Hişâm’da(rh. d.? – v. 218 / 833)Cin sûresiyle ilgili rivayetlerden bahsederken, meseleyi Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) Tâif’ten dönüşüyle ilgili olarak anlatmaktadır. Bilindiği gibiFahr-i Kâinat Efendimiz(s.a.v.) Tâif’ten üzgün ve kederli olarak dönmekteydi. Oradaki tebliği arzu ettiği gibi netice vermemişti.

Mekke-i Mükerreme’ye bir gecelik mesafeye gelince, gecenin karanlığında (ortasında) namaza durdu. Açıktan (cehrî) olarak Qur’ân-ı Kerim kıraat etmeye başladı. Bunun üzerine bir grup cin okunan Qur’ân’a kulak verip dinledi. Daha sonra da kavimlerine giderek, onlardan, bu dinlediklerine tâbi olmalarını istedirler. Muhammed b. Ka’b, el-Kurazî’den yaptığı bu nakilde İbn Hişâm (rahımehumullah) şu detayları da kaydetmektedir: Bu cinler yedi kişi idiler ve Nusaybin cinleriydiler[İbn Hişam, Ebû Muhammed Abdu’l-Melik, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Beyrut, 1994, I, 58-59. Ayrıca bkz. İbn Hanbel, Ahmed, Müsned, I, 167; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Qur’ân’i’l-Azîm, İstanbul 1985, VII, 273] 

Alkame’nin İbn Mesûd’dan (r.anhuma) naklettiği bir rivayet ise şöyledir:

Alkame (soruyor):

- Cin gecesi sizden hiç kimse Rasûlullah ile beraber miydi?

İbn Mes’ûd:

- Hayır. Ancak bir gece O’nu Mekke‘de kaybettik. Her tarafta O’nu aradık ama bulamadık. Acaba kendisine bir suikast mı yapıldı, yoksa onu cinler mi kaçırdı diye endişelendik. Çok kötü bir gece geçirdik. Nitekim gün ağarırken Hıra dağı tarafından çıkageldi. Kendisine çok endişelendiğimizi ve nereye gittiğini sorduk, bize şu cevabı verdi:

Bana cinlerin bir davetçisi geldi. Ben de gidip onlara Qur’ân okudum.” İbn Mes’ûd devamla şunları anlatıyor. Rasûlullah (s.a.v.) sonra bizi cinlerle buluştuğu yere götürdü. Orada onların izlerini ve yaktıkları ateşlerin kalıntılarını bize gösterdi. Cinler o gece Rasûlullah’tan (s.a.v.), neleri yiyip yiyemeyeceklerini sormuşlar. Rasûlullah (s.a.v.) da onlara; “Üzerine Allah’ın adının anılarak (Besmele’yle) kesilen hayvanların kemiklerinin ve deve atıklarının (tezeğinin) kendilerine helâl olduğunu” söylediğini anlatmaktadır. Rasûlullah (s.a.v.) bunu söyledikten sonra ashabına; “Bunlarla taharetlenmeyiniz, onlar cin kardeşlerinizin azıklarıdır” buyurmuştur. [Müslim, Sahih, Salâh, 33, H. no: 150; Tirmizî, Sünen, Tefsîru  Sûreti Ahqâf (46), (V, 382)]

Tirmizî’nin (rh.) naklettiği bu rivayette, söz konusu cinlerin “Cezîre”li oldukları da belirtilmektedir. [Tirmizî, Sünen, Tefsîru Sûreti Ahqâf, V, 382. Ayrıca bkz. İbn Kesîr, a.g.e., VII,274] Bu rivayet cinlerin yurtlarının Cezîre olduğunu söylüyor ki, bu Nusaybin ile aynı bölge demektir.

Buhârî’nin Ebû Hüreyre’den (r.a.) naklettiği bir rivayete göre de Nusaybin adı şu şekilde geçmektedir:

Bana Nusaybin cinlerinden bir hey'et geldi, onlar ne güzel cinlerdi, benden azık istediler, rastladıkları her kemik ve hayvan tezeği üzerinde bir yiyecek bulmaları için onlara dua ettim.” [Buhârî, Sahih, Menâkıbu’l-Ensâr, 32]

Buhârî’nin (rh.), bu rivayeti, cinlerle ilgili ayetlerin tefsirinde değil de abdest ve taharet mevzuu ile ilgili olarak zikretmesi de şayân-ı dikkattir. Çünkü rivayetlerde, meselenin, onlara ait bu yiyeceklerle taharette bulunulmaması ile ilgili ikazlar da vardır.

İbn Mes’ûd’dan (r.a.) yapılan bir başka rivayette yine Rasûlullahın (s.a.v.) cinlere Qur’ân okumak üzere bir gece birlikte gittiklerini anlatmaktadır:

Rasûlullah (s.a.v.) bir gün, ‘bana cinlere Qur’ân okumam emrolundu, benimle gelmek isteyen var mı?’ diye sordu. Kimse cevap vermedi. İkinci kez sordu, yine cevap veren olmadı. Üçüncü kez sorduğunda ben; ‘ben gelirim yâ Rasûlallah’ dedim. Bunun üzerine yürüdük. Tâ İbnü Ebî Dûb vadisindeki Hacûn mevkiine geldi. Burada birçizgi çizdi ve ‘Sakın burayı geçme’ dedi. Hacûn’a varınca Zût erkekleri gibi, yani zencilere benzeyen erkekler üzerine üşüştüler ve etrafını sardılar. Yüzleri Mekâkî’ye benziyordu. [Mekâkî: Mekûk’ün cem’îdir. Üstü geniş altı dar olan kâseye, bardağa denir. Bununla İbn Mes’ûd cinlerin yüzlerini tarif ediyor.] Kadınların deflerini çalması gibi def çalıyorlardı. Nebî sallallahu aleyhi vesellemin etrafını iyice kuşattılar. Artık gözüme görünmez oldu. Ben bir aralık ayağa kalktım, bana eliyle oturmamı işaret etti. Daha sonra Qur’ân okumaya başladı. Gittikçe sesi yükseliyordu. Cinler Qur’ân’ı dinledikçe yerlere yattılar.

Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) döndü. Bana; “Sen de gelmek istedin değil mi?” dedi. Ben de; evet, dedim. “Gelmen gerekmezdi. Onlar cinlerdi. Onlara Qur’ân okudum. Kavimlerine döndüler. Dinledikleriyle onları uyaracaklar buyurdu. Benden azık istediler. Ben de onlara kemikle dışkıyı (hayvanların tezeğini) önerdim. Kimse bunlara bevletmesin” dedi.” [Kurtubî, el-Cevâmiu li-Ahkâmi’l-Kur'âni’l-Kerim, XVI, 213. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, XXX, 152-153]

Bu rivayette, gelen cinlerin memleketleri zikredilmemiş olsa da, rivayetin muhtevasından aynı hadisenin anlatıldığı anlaşılmaktadır.

Buradan hareketle, İbn Mes’ûd’un (r.a.) nakletmiş olduğu rivayetlerdeki cinlerle ilgili hadiseden, Nusaybin cinleri olarak bilinen cinler olduğu sonucuna ulaşmamız mümkündür. Bazı rivayetlerde geçen el-Cezîre cinleri ifadesinin ve Ninova cinni tabirinin de aynı hadise çerçevesinde zikredilmesi, sonuç olarak Nusaybin cinlerine ait olan rivayetlere yapılan yorumların buna derc edilmesi olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü, “Nusaybin” adının geçtiği rivayetler diğerlerinden daha erken dönem eserlerde geçmektedir.

Beyhakî, ed-Delâilü’n-Nübüvve adlı eserinde bu rivayetlerin birçok farklı versiyonlarını zikretmiştir. [Bkz. Beyhâkî, ed-Delîlü’n-Nübüvvetü, II, 48-50] İbn Kesîr, İbn Ebî Hâtim’in naklettiği mürsel bir rivayette İbn Mes’ûd’un (r.anhum) yukarıda zikretmiş olduğumuz rivayetini, yani, “Cin gecesi” olarak rivayetlerde zikredilen hadiseyi Ebû Râfi’ (r.a.) tarikiyle nakletmiş ve gelen cinlerin sayısının on iki bin (12.000) olduğunu ve cinlerin de Mûsul Ceziresi cinleri olduğunu ifade etmiştir[İbn Kesîr, a.g.e., VII, 278] Hadis kaynaklarında daha çok “Kitâbu’l-Vudû‘ (Abdest kitabı)” içinde zikredilen bu rivayet, Rasûlullah’ın (s.a.v.) İbn Mes’ûd’dan (r.a.) abdest için su istediğini, su bulamayıp yanındaki “nebiz” ile abdest aldığını, dolayısıyla âlimler ‘nebizle abdest almanın caiz olduğu’ meselesinde ele almışlar ve nakletmişlerdir[Bu mevzuda bkz. Ebû Dâvûd, Tahâre, el-Vudû bi’n-Nebîz, I, 84; İbn Mâce, I, 135. Tirmizî, Vüdû]

Yine İbn Kesîr, İbn Ebî Hatim’in, “Cin sûresi”ndeki ayetlerle ilgili gelen cinlerin Ninovalı cinler, “Ahkâf sûresi”ndeki aytlerle ilgili olan cinlerin ise Nusaybinli cinler olduğu şeklindeki te’vilini / yorumunu nakletmektedir. [İbn Kesîr, a.g.e., VII, 279]

Beyhâkî’nin ed-Delâil adlı eserinde Ebû Hüreyre’den (r.a.) naklettiği bir rivayet yine abdest mevzuuyla ilgilidir. Bu rivayete göre bir gün Nebî (s.a.v.) kaza-i hâcet maksadıyla araziye çıktı. Ebû Hureyre’den taharet için taş istedi, kemik ve tezek getirmemesini tembih etti. Ebû Hureyre taharet taşlarını getirip, kemik ve tezeği neden istemedin yâ Rasûlullah diye sorunca; “Bir gün bana Nusaybin cinleri geldiler ve benden yiyecek rızık istediler. Ben de onlar için, yanından geçtikleri her kemik ve tezeğin onlar hakkında taam / yiyecek olması için dua ettim” buyurdu. [Beyhâkî, ed-Delâil, II, 49]

Görüldüğü gibi, bu rivayette de Cinler Nusaybinli olarak belirtilmiştir. İbn Kesîr yine İbn Ebî Hâtim’den mevzu ile ilgili olarak, Mücâhid’in (rh.) şöyle bir görüşte olduğunu nakletmiştir: Ahqâf sûresinde zikredilen bir grup cin, yedi kişi idiler. Bunlardan üçü Harranlı, dördü de Nusaybinli idiler. Mücahid (rh.) bu yedi cinin isimlerini de sayar ki, bunlar şöyledir:

1- Hayâ, 2- Hasâ, 3- Mesâ, 4- Şâsır, 5- Nâsır, 6- İbyân veya İnyât, 7-ehkâm veya Ered’dir. [İbn Kesîr, a.g.e., VII, 280. Diğer cinlerden Müslüman olanların isimleri için bkz. el-Gımârî, Ebu’l-Fazl Abdullah b. Muhammed b. es-Sıddîk, Gurretü’l-Ayni bi-Edilleti İrsâli’n-Nebiyyi İlâ’s-Sekaleyn ve Yetemesselü Alâ Esmâi’s-Sahâbeti’l-Cinniyîn, Beyrût 1986, 34-52] 

 

‘Sen gelecekte bir bozkırda öleceksin...'

 

eş-Şiblî (rh.), Cinlerin Esrarı” adlı eserinde bu isimleri saydıktan sonra, İbn Düreyd’den Ömer b. Abdulazîz’in (rahımehumullah) faziletleriyle ilgili olarak şöyle bir hâdise zikretmiştir:

Ömer b. Abdulazîz bir bozkırda yürürken, ölü bir yılan görür. Bunun üzerine elbisesinin bir parçasıyla onu kefenler ve defn eder / gömer. Bu esnada bir sesin şöyle çağırdığını işitir: 

‘Ey Sarak! Rasûlullah (s.a.v.) sana; ‘Sen gelecekte bir bozkırda öleceksin. ‘Sâlih bir insan gelip, seni kefenleyip gömecek’ demişti. İşte ben buna şimdi şâhit oluyorum.’

Ömer b. Abdulazîz bu sese, “Sen kimsin’ diye sordu. O da; ‘Ben Rasûlullah’tan Qur’ân-ı Kerim dinleyen cinlerden biriyim. Sarak ile ikimiz kalmıştık. Şimdi o da öldü, yalnız ben kaldım” dedi. [İmam Şiblî, Cinlerin Esrarı, Çev. Muhammed Ferşad, Üçüncü baskı, İstanbul tarihsiz, 185. Cinlerin farklı isimleri için bkz. Aynı eser, 188]

İbn Kesîr Süfyân-ı Sevrî’nin (rahımehumallah) mevzu ile ilgili görüşlerini aktarmış ve cinlerin sayılarıyla ilgili; on beş, altmış binekte binili, üç yüz, on iki bin gibi rakamlar verdiğini kaydetmiştir. Ayrıca seyyitlerinin adının da “Verdân” olduğunu zikretmektedir. İbn Kesir bu farklı rakamları, Cinlerin farklı zamanlarda Rasûlullah’a (s.a.v.) gelmiş olacaklarına bağlayarak açıklamaktadır[İbn Kesîr, a.g.e., VII, 280]

İbn Kesîr ayrıca Zeyd İbn Selâm tarikiyle yukarıda nakletmiş olduğumuz İbn Mes’ûd rivayetini aktarmış ve burada da cin gecesinde Rasûlullah’ın (s.a.v.) Qur’ân okuduğu cinlerin Nusaybin cinleri olduğunu kaydetmiştir[İbn Kesîr, a.g.e., VII, 283]Ancak rivayetin değerlendirilmesi sadedinde ise; ‘Bu cidden garib bir rivayettir. Râviler arasında 'mübhem' bir râvi de vardır’, demiştir. [İbn Kesîr, a.g.e., VII, 284]

Taberî, İkrime ve İbn Abbas’tan (r.anhum) yaptığı rivayette Ahqâf sûresi 28. ayetteki “Neferan mine’l-cinn” ifadesindeki “nefer” kelimesinin yedi kişiye delâlet ettiğini ve bu cinlerin Nusaybin cinleri olduğunu nakletmektedir. Ayrıca bu yedi kişiyi Rasûlullah (s.a.v.), kendisinin elçileri olarak kavimlerine gönderdiğini de kaydetmiştir. [Taberî,Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kuran, Ahqâf sûresi tefsiri, XIII,40] 

Taberî Katâde’den, İbn Mes’ûd’un (r.anhum) “Cin Gecesi” olarak naklettiği yukarıda detaylı bir şekilde verdiğimiz rivayeti nakletmiş ve rivayetin arkasından farklı olarak şu ziyadeyi kaydetmiştir: “Katâde şöyle diyor: İbn Mes’ûd Kûfe’ye gelince orada yüzleri esmer zencilere benzeyen yaşlılar gördü. Bize; ‘bunlar kim’ diye sordu. Biz de onlar ‘Acemdirler’ dedik. Bunun üzerine; ‘Cin gecesi gördüğüm cinler işte aynen bunlar gibiydi’, dedi.” [Taberî, a.g.e., XIII, 41]

Yine Taberî, Amr b. Gaylân es-Sakafî’nin İbn Abbas’tan (r.anhum) naklettiği Cin gecesihadisesinde, gelen cinlerin “Nusaybinli olduklarını bizzat Rasûlullah’ın (s.a.v.) sözü” olarak vermektedir. [Taberî, a.g.e., XIII, 42]

Yine Taberî İbn Abbas’tan (r.anhum), Nusaybin cinlerinin Rasûlullah’a (s.a.v.) geldikleri gecenin, Peygamberimiz Nahle’de namaz kılarken gelen cinler olduğunu söylediğini nakletmektedir. [Taberî, a.g.e., XIII, 43]

Taberî (rh.), mevzumuzla ilgili enteresan bir rivayeti Cin sûresinin tefsirinde Dahhâk’tan (rh.) naklen şöyle yapmaktadır:

De ki, bana cinlerden bir grubun Qur’ân’ı dinledikleri vahyolundu” ayetinin tefsiri sadedinde Dahhâk şu açıklamada bulunmuştur: Dünya seması bekçilerle gözlenip Şeytanlar şihâblarla kovulunca, büyük İblîs diğerlerini topladı ve ‘yeryüzüne dağılın bakalım neler oluyor, öğrenin’, diye emir verdi. İlk gönderilen grup da Nusaybin Cinleri idi. Burası Yemen’de bir yerdir…”[Taberî, a.g.e., XIV, 127]

Taberî’nin verdiği bu rivayete göre Nusaybin, bizim diğer rivayetlere binaen zikrettiğimiz el-Cezîre’de yer alan Nusaybin’den farklı olmaktadır. Ancak, esas aldığımız Taberî baskısındaki harekelemeye göre bu isim Nusaybin değil, Nasîbin olarak okunmaktadır. Nitekim merhum Mehmed Emre hocaefendi de, el-Cezîre bölgesindeki Nusaybin ismini muhtemelen bu harekeleme sebebiyle olmalıdır ki, Fetvalar’ında “Nasîbin” olarak zikretmiştir. Orada geçen söz konusu 2 soru ve cevabı, hatıralarına hürmeten ve mevzumuzla da ilgili olması bakımından nakledelim:

1- Soru: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e cinlerden iman eden olmuş mudur?

Cevap: Evet, olmuştur. Nasibin cinlerinden bir heyet Batn-ı Nahle'ye uğramışlardı. Orada iken Peygamber (s.a.v.) Efendimizin okuduğu Kur'an-ı Kerim ayetlerini dinlediler ve iman ettiler.

“2- Soru: Cinlerin yiyecekleri nelerdir?

Cevap: Besmele ile kesilmiş hayvanların kemikleri cinlerin yiyeceğidir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bu hususu açıklayan bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: "Tezekle ve kemikle taharet almayın. Çünkü bunlar, cinlerden kardeşlerinizin azığıdır" Cin taifesi, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in duası ve mucizeleri sebebiyle, kemiği, üzerindeki eti ile; tezeği de arpa ve saman şeklinde görmekte ve ondan açlıklarını gidermektedirler.”[Bkz. http://kitap.ihya.org/fetvalar/konu-892.htm]

Biz bu detayın / ayrıntının diğer rivayetlerle karşılaştırıldığında bir sehiv olduğu ve doğrusunun Yemen’de bir yer olan Nasîbin değil el-Cezîre’deki Nusaybin olduğu mülâhazasındayız. Kaynaklarda yer alan rivayetler o kadar çoğalmıştır ki, bunlar arasında zaman-zaman yerlerin ve şahısların adları bile karışmıştır. Yukarıda naklettiğimiz İbn Mes’ûd rivayetinin aynı metnini Medîne’de yaşanmış bir vak’a olarak Zübeyir b. Avvâm (r.a.) için de anlatmaktadırlar. Rivayette farklı olan sadece İbn Mes’ûd’un isminin yerine Zübeyir b. Avvâm adı konulmuştur. Bu rivayette de yine gelenler Nusaybin cinleridir. Azık istemişler, Rasûlullah Efendimiz de onlara kemik ve tezeği azık olarak belirlemiştir. eş-Şiblî gibi tarihçiler bunu farklı hâdiseler olarak görmek isterler. Oysa bunları farklı hâdiseler olarak görmek, rivayetteki metin problemlerini çözmemektedir. Çünkü, her gelen cin grubunun Rasûlullah’tan (s.a.v.) yiyecekleriyle ilgili şeyleri sorması anlamlı ve kabul edilir bir metin olamaz.

 

N e t i c e

 

Cinler meselesi, cahiliye dönemi Arap toplumunda oldukça fazlasıyla gündemde olan bir mevzu idi. Onlar bazı şerleri-kötülükleri, ilham veya gaybî haber türü bilgileri onlara bağlarlardı.

Bu ve benzeri sebeplerden dolayıdır ki, Qur’ân-ı Kerim cinler mevzuuna da yer vermiş... Böylece gerek akîde mevzularında, gerekse ilgili hususlarda Cahiliye insanının problemli cin inançlarını tashih etmiştir.

Keza hadislerde de mevzu yer bulmuş ve bu hususta birçok rivayet nakledilmiştir. Tefsir ve Hadis şerhlerinde mevzu ile ilgili hayli yorumlar ve açıklamalar yer almıştır. Ayrıca cin mevzuunda pek çok müstakil eser de kaleme alınmıştır. Yukarıda zikrettiğimiz İmam Şiblî’nin “Esrâru’l-Cânn”ı ve el-Gımârî’nin “Gurretü’l-Ayni Bi-edilleti İrsâli’n-Nebiyyi İle’s-Seqaleyn ve Yetemesselü Alâ Esmâi’s-Sahâbeti’l-Cinniyyîn” adlı eserleri hem mevzumuzla ilgili Nusaybin cinlerinden bahsetmektedir, hem de diğer cinleri Cin tâifesinin sahabesi / arkadaşları olarak anlatmaktadır. [Bkz. el-Gımârî, Ebu’l-Fazl Abdullah b. Muhammed b. Es-Sıddîk, Gurretü’l-Ayni Biedilleti İrsâli’n-Nebiyyi İlâ’s-Sakaleyn ve Yetemesselü Alâ Esmâi’s-Sahâbeti’l-Cinniyîn, Beyrût, 1986; Ayrıca yazının ana kaynağı olan Doç. Dr. Ahmet Keleş, Geçmişten Günümüze Nusaybin başlıklı makalesine bkz.] 

Son olarak, sahasındaki ehemmiyetine binaen müfti’s-seqaleyn  Abdülvehhab-i Şa’rânî (k.s.) hazretlerinin, cinler hakkında kaleme aldığı “Keşfü’l-Hıcâbi ve’r-Rân an Vechi Es’ileti’l-Cân” isimli eserlerini de hatırlatarak mevzumuza nihayet verelim.