Halis ECE

Sevgili Peygamberimiz sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz’i en iyi tanıyanlardan biri olan Hazret-i Ali kerramellâhü vecheh, onun güzel ahlâk ve mübârek şemâilini şöyle vasfediyor:

“Resûlüllah (s.a.v.), son derece nezîh ve kibardı. Hiçbir şeye bağırıp çağırmazdı. Çarşı ve pazarda sâkindi. Kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Dâima affeder, müsâmahakâr davranırdı. Hiçbir şeye eliyle vurduğu görülmemiş, sadece cihad esnasında vurmuştur. Hiçbir kadın ve hizmetçiye vurmamış, hiçbir kimseden intikam aldığı görülmemiştir. Ancak Allâh’ın haram kıldığı şeyler müstesnâ... Allâh’ın haram kıldığı şeylerden biri çiğnendimi, ona öfkelenir, âdeta aslan kesilirdi.

İki şey arasında muhayyer bırakılırsa, kolay olanını seçerdi.

Hâne halkı arasında onlardan biri gibi olur, ev işlerine bakar, yardım ederdi. Kendi işini kendi görür, koyun sağar, temizlik yapardı.

Dilini gerektiğinde kullanır, boş sözlerle meşgul etmezdi.

İnsanları birleştirmeye çalışır, nefret ettirmezdi.

Her kavmin büyüğüne, onun haysiyetine yakışır şekilde itibar gösterirdi. Onlara, mevkilerine uygun tarzda adamlar gönderirdi.

Herkese güler yüz gösterir, ashâbını gözetir, hâl ve hatırlarını sorar, onları arardı.

İyiyi sever, çirkini beğenmezdi.

Her işte orta yolu tutar; ihtilâfı, aşırılığı sevmezdi.

Her şeye lâyık olduğu değeri verirdi. Hakka riâyete çok dikkat eder, hakkı aslâ çiğnemezdi.

İnsanların hayrını diler, hayatlarını korurdu. Herkese nasîhat eder, iyiliğini isterdi. Yardım edenleri, birbirinin hayrına çalışıp birlik olanları severdi.

Bir yere oturup kalkarken dâima Allâh’ı zikrederdi. Bir cemaatin yanına vardığında, nerede yer varsa oraya otururdu. Başkalarına (rahatsızlık verip omuzlarına) basarak dip sedire (baş köşeye) geçmek istemezdi, ümmetine de bunu tavsiye ederdi. Meclisinde eşitliğe çok dikkat eder, birini diğerine üstün tutmazdı. Bir şey sorana rahatlıkla cevap verir, herkesin ihtiyacını görmeye çalışır, koşardı. İnsanların hepsine bir baba gibi davranırdı...

“Hak hususunda (hukuk mevzuunda), onun nazarında bütün insanlar eşitti. Onun meclisi ilim, hayır, feyz, hayâ ve emniyet meclisi idi... Yüksek sesle konuşulmaz, kimsenin ayıbı söylenmez, kusurlar dile dolanmazdı. Herkes müsâvi idi, insanların biribirine üstünlüğü ancak takvâsıyla olurdu. Meclisinde küçükler sevilir, büyükler sayılır, ihtiyaçlar karşılanır, garipler barınır himâye görürdü.

O, dâima güler yüzlü ve neşeli idi. Ahlâkı yüceydi. Yumuşak huylu idi, lûtuf ve ihsanda bulunmayı severdi. Katı yürekli aslâ değildi. Bağırıp çağırmaz, gürültü koparmazdı. Ayıplayıcı ve cimri değildi.

Sevmediklerinden yüz çevirir, hoşlanmadığı bir soruya cevap vermez, sükût ile karşılık vermiş olurdu.

Kendisi için dünyada üç şeyi terk etmiştir: Kavga, kibr u gurûr ve mâlâyânî (boş, lüzumsuz söz ve fiil).

İnsanlar hakkında da üç şeyi bırakmıştır; dolayısıyla kimseyi zemmetmez, kusurlarını araştırmaz ve ayıplamazdı; ancak sonu hayırlı olacaksa konuşurdu.

O söze başlayınca, yanındakiler başlarında kuş varmış da (âdeta onu uçurtup kaçırtmamaya çalışır gibi) sâkin sâkin dinlerlerdi. Ancak o sözünü bitirip susunca konuşurlardı. Onun yanında aslâ çekinmezlerdi. İçlerinden konuşan olursa sükûnetle dinler, sözünü bitirmesini beklerdi.

Ashâbı bir şeye gülerse, o da gülerdi; onların hayret ettiği bir şeyi, o da hayretle karşılardı. Bir yabancı gelip bir yanlışlık yaparsa, onun yaptığı kabalığa sabır gösterir, müsâmaha ile karşılardı.

Bir hâcet sahibi bir şey istese, onu vermelerini emrederdi. Kimsenin fazla övmesini istemez, kimsenin sözünü kesmezdi. Şayet haddi aşarsa, o zaman keser veya oradan ayrılırdı.

Gâyet sâkin, yumuşak tabiatlı, cömert, düzgün konuşan, muâşereti (geçimi) gâyet tatlı ve en şerefli bir âiledendi. Onu ilk defa gören kimseyi, bir heyecan kaplardı; fakat görüşüp konuşunca (rahatlar) ve onu severdi. Onu vasfedenler şöyle derlerdi: ‘Ondan önce de, ondan sonra da onun benzerini görmedim.”
(Şemâil-i Tirmizî’den hulâsa edilmiştir)