Mustafa Erdoğan, Star Gazetesi, 14 Mayıs 2007 Pazartesi

Önem ve öncelik sıralaması zaman içerisinde değişkenlik göstermekle birlikte Türkiye’de irtica tehdidi her zaman olmuştur ve olmaya da devam edecektir.’

Ayrıca şu noktaları da hesaba katınız: Türkiye’nin rejimi bir demokrasidir, ama öyle bir ‘demokrasi’ ki bu, dinin ‘toplumsal bir güç’ olmasını, din kurallarının ‘toplumsal yaşamda’ bile yer tutmasını önleyecek, sadece hukuku değil ama eğitim ve hatta kültürü de dinden büsbütün arındıracak ve ‘dine dayalı düşünce ve akımlar’ın devlete ‘etki etmesi’ni bile engelleyecek bir demokrasi....

Şimdi düşününüz: Türkiye’nin cari sisteminin karakteristiğini ve onun neden bir demokrasi olamayacağını bundan daha iyi anlatan bir açıklama olabilir mi?...

Evet, gerçekten de böyle bir rejimde, tabiatı icabı, her zaman ‘irtica’ olacaktır. Çünkü, dinin toplum hayatındaki yerine ilişkin olarak yapılan bu açıklamanın hayatla, insani varoluşun gerçekleriyle hiç bir ilgisi yoktur. Gerçeklerden kopuk böyle bir din-toplum ilişkisi anlayışına sahipseniz, hayatla ilgisini bir şekilde devam ettiren dinin varlığını otomatik olarak ‘laiklik karşıtlığı’ veya ‘irtica’ olarak görmeniz gayet doğal olur. Çünkü, bu anlayış insan hayatında dine neredeyse hiç yer tanımıyor.

Heyhat, dünyanın hiç bir uygar ülkesinde ne böyle bir din ve laiklik anlayışı var ne de böyle dini vicdanlara kıstırmış bir demokrasi!...

Türkiye’de ‘irtica tehdidi’nin sadece var olduğu değil, aynı zamanda ‘var olmaya devam edeceği’ne ilişkin vurgu da rejimin özelliği bakımından çok önemli. Bu şu demek: Rejim ‘irtica’ korkusunu canlı tutmaya hep devam edecektir. Çünkü, sistemin devamı önemli ölçüde buna bağlıdır. Zaten sistemin değişmezliği ancak ‘düşman’ imajını canlı tutmakla mümkündür. Sistemin baş düşman da ‘irtica olduğuna göre...

Düşman’ korkusu olmasa, ülkede hiç bir şeyin ‘sonsuza kadar’ öylece değişmeden kalmasına insanları nasıl ikna edeceksiniz?... Çok açık ki, insanları özgürlüksüzlüğe ancak güvenlik korkusuyla razı edebilirsiniz.

Ayrıca, ‘irtica tehdidi’ni sürekli canlı tutmaya, halihazırdaki Şarkvari laikliğe itiraz edilmemesini sağlamak için de mecbursunuz. ‘Bizim bu oryantal laiklikten başka çaremiz yok, baksanıza irtica almış başını gidiyor!’. Eh, irtica çok büyük bir tehlike olduğuna göre, sadece ‘çağdaşlar’ın -’irticacı olmayanların- hukukunu gözeten bir rejime de razı olmamız gerekir. Demokrasi olacağız diye ‘başıbozukluğa müsaade edilmesi’ni herhalde bekleyemezsiniz.

Şu halde, ‘irtica tehdidi’ Türkiye’de iktidar mücadelesinin bir aracı olduğu için hiç bitmeyecek ve bitmesine de asla izin verilmeyecektir. Biter gibi olsa da imal edilecektir. Bitmesine izin verilmeyecektir, çünkü, Allah göstermesin, ‘irtica’ biterse demokrasi ve özgürlük gelebilir!

Nitekim Türkiye’de son yüz yıldır hep böyle oldu. İrticanın varlığının ‘kanıtları’ sürekli değişti, ama o hep varlığını korudu. Kimi zaman İttihatçılara muhalefet, kimi zaman din öğretimi, kimi zaman ezanın orijinal dilinde okunması, kimi zaman takunya, kimi zaman Cuma namazı oldu kanıt, şimdilerde ise başörtüsü...

Bu mücadele, statükodan yana olan güçlerin demokratik değişimciler karşısındaki avantajlı konumlarını muhafaza etme mücadelesidir. Paradoksal gibi görünse de, ‘irtica tehdidi’ söylemi Türkiye’de siyasi gericiliğin en önemli silahıdır. ‘İrtica tehdidi’ sayesinde, demokrasi oyunundaki başlıca oyunculardan birini -daha şanslı görüneni- diskalifiye etmek her zaman mümkün olduğuna göre, statüko güçleri bu silahı neden bıraksınlar ki?...

Kısaca, sistem ‘irtica’ya mahkumdur.