Ahmet Selim, Zaman, 23 Haziran 2006 Perşembe

Bana göre, ayrıntılar, biçimler, metot figürleri falan değil; temel değerlendirmelerimiz yanlış.

Önce şunu tespit etmeliyiz: Lise müfredatı, “bilgi” olarak, üniversite için ne ifade ediyor? Bir öğrenci tıp okuyacaksa, giriş sınavında sorduğunuz matematik, kimya, fizik sorularıyla ilgili bilgileri çok iyi bilmek durumunda mıdır? Çok iyi bilmiyor ise, tıp eğitimini sürdüremez mi? Bu soruyu, her fakülte için, çeşitli bilgi dallarıyla ilgili olarak sorabiliriz. Doğrusu şudur: Üniversite eğitimi için, sadece temel kavramlara yeteri kadar aşina olmak yeterlidir. Hem gereklidir, hem yeterlidir.

İktisatta matematik, hukukta ve sosyal branşlarda olduğundan daha önceliklidir. Buna rağmen, matematik nosyonu olan, ama matematiğin teknik teferruatını pek bilmeyen biri, rahatlıkla iktisat okuyabilir.

Öyle ise, biz eleme değerlendirmesini, müfredat mantığıyla değil, düşünce kriterlerine göre yapmalıyız. “Bu bilgilere sahipsin. Normal olarak herkesin sahip olması gerekir. Ben senin bu bilgilere dayanarak, yani o asgari bilgi çerçevesinde, aklını beynini nasıl kullanabildiğini ölçeceğim” demeliyiz. Çünkü gencin yarınlarını o yeteneği belirleyecektir; üniversitede de, sonrasında da. Bizim matematik hocamız derdi ki: “Trigonometri, elips, analitik, vs. Ben sizi birkaç düzlem geometri problemi ile birkaç cebir sorusuyla, miligramınıza kadar ölçerim. Ne olduğunuzu değil, ne olabileceğinizi de belirlerim.” Doğru söylüyordu. Seçeceksek, kafası yüklü olanları değil, kafası güçlü olanları seçelim. Şunu da unutmayalım: Özellikli zekalar, bu tür yüklemelerden ve bunaltıcı egzersiz çözümlerinin hamallığından hoşlanmaz. Aslında biz seçimi tersinden uyguluyoruz! Basite indireyim, ironik bedele katlanma pahasına da olsa, bir tarafını şöyle açıvereyim:

Milli Takım’a oyuncu seçerken, topu ayağında 150 defa sektirenleri, kafasında 50 defa zıplatanları alsak; nasıl karşılarsınız? Şimdiki eleme sınavları aynen odur! Ne insan böyle değerlendirilir, ne öğrenci. Zeka testlerine vurgu yapıyor değilim, aman öyle anlaşılmasın! Bizde zeka testleri dahi egzersiz ezberciliğine dayanır.

Prof. Hüseyin Nail Kubalı, kendi eseri olduğu halde ders kitabına sınavda önem vermezdi. İstersen kitap yanında dursun, istersen açıp bakabilirsin de! Ama onun sorduğu soru, ancak senin aklında beyninle, “tahlil-terkip-ihata” gücünle cevaplandırılabilecek sorudur. Bunu her dalda ve derste uygulamak mümkündür. “Zor soru” diye bir şey olmaz. Bazı sorular basittir; ama külfetlidir. Bu gibi sınavlar için, hemen saatimi çıkarıp sıranın üstüne koyardım. Hamaliye sorusu; bir sürü işlem lazım, bütün sıkıntı vakitle ilgili! Külfetlisi değil, “seviyelisi” önemlidir sorunun. Adam başını ellerinin arasına alsın, bakıp bakıp güzel düşünsün, sonra başlasın ve bitirsin.

Bunun yolu yok mu? Pekala vardır. Tespiti ve teşhisi yapılmış değil ki, uygulaması aranıp belirlensin. “Üniversite mezununa iş yok” mu doğrudur, “Üniversite mezunu bir işe göre yetiştirilmemiş” mi doğrudur? Haklı olarak yerleşmiş bir kanaat var; bu kanaat yüzünden mezunlar, “aksi sabit olmadıkça boştur” uygulamasına maruz bırakılıyorlar. En küçük bir iş için bile diploma yetmiyor, çeşitli ek sınavlar uygulanıyor. Bu dram, meselenin başlangıcındaki hata sebeplerinin doğal sonucudur. Bugün sıradanlık bir meziyet oldu, diploma da onun bile gerisinde kalmamanın belgesi haline geldi. “Herhalde bir yeri bitirdin.” “Bir yeri bitir de.” tekerlemeleri herkesin malumu. Eğitimdeki seçim böyle olunca, siyasetteki seçim de, her türlü seçim de, derin zaaflara uğradı. Aradaki bağlantı, “meselenin ciddiyetini anlamadan meselenin vahametiyle karşılaşma” gibi bir hayret halini de kötümserlikle dokunmuş bir acziyet örtüsü gibi üstümüze serdi.

Sebepler, kendilerinin düzeltilmesini engelleyen sonuçları, en ileri safhada üretirler. Eğitimde başımıza gelen budur. Yanlış sorular varmış. Asıl yanlış olan, o sınavın kendisi. … Bizim başöğretmenimiz öğretmen arkadaşlarına şöyle derdi: “İlkokul öğretmenisiniz; ama devlet adamı yetiştirmek gibi bir gayretiniz de olmalı! Onların ilkokul öğretmenleri sizin dışınızda değil!”

Ah eğitim, ah!