Halis ECE

Cumhuriyet’in ilk Milli Eğitim Bakanları’ndan Hikmet Bayur anlatıyor:

“Maarif Vekili bulunduğum sırada eski emniyet genel müdürlerinden Trabzon valisi Rifat Bey, vilayetteki bayan öğretmenler arasında bir kısmının başörtü ile okula geldiklerini bildirip, bunu bir emirle yasaklamamı istedi. Mektubu Cumhurreisine gönderdim. Şu yolla konuştu:

‘Bu işe karışma, zamanla kültür ilerledikçe bunlar hep olacaktır; bu sırada bize düşen, başörtü giymeye zorlayanlar varsa onlarla mücadeledir. Başörtü işi, fes işi gibi kör bir taassubun sonucu değildir; insanlarda pek canlı olarak var olan ayrı bir duygunun, kıskançlık duygusunun da tesiri altındadır....’

“Bunun üzerine valinin mektubunu karşılıksız bıraktım.” (1)

Evet, keşke bugün de başörtüsünün kör bir taassubun neticesi veya bir başka maksada mebni bir şey olmadığı idrâk edilebilse... Zira dinimizde, Müslüman hanımların, yabancı erkeklerin görebileceği yerlerde başlarını örtmeleri farzdır.

Nasıl örtülmesi icap ettiğini de, Cenâb-ı Hakk kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’de, “Mü’min kadınlara söyle... başörtülerini yakaları üzerine sarkıtsınlar” (2) buyurarak açıklıyor. Ama “tartışmalar” ya da “kör döğüşü” diyebileceğimiz tazdaki inatlaşmalar maalesef sürüp gidiyor...

AFGANİSTAN – EMANULLAH HAN VE ÇADIRÎ...

1928 yılında Afganistan emîri Emanullah Han, eşi, iki kız kardeşi ve kalabalık bir grupla Ankara’ya gelir. Yanındaki kadınların hepsinin başları açıktır. Oysa memleketlerinde çadırî ismi verilen ve vücudu baştan aşağı örten, yüz kısmı kafesli bir elbiseleri vardır...

Emanullah, Atatürk’ten kendisine bir çeşit danışmanlık edecek birisini ister. O da Hikmet Bayur’u büyükelçi olarak Kabil’e göndermeye karar verir. Bu arada Emanullah, kadınların çadırîlerini polise yırttırır. Yol hazırlıklarını yapan Bayur’a Atatürk, “İnsan başını kayaya çarpmamalıdır! Emanullah’a bunu anlat” der.

Emanullah ise, bütün Afgan milletinin avucunun içinde olduğunu ifade ederek, birkaç gün süren uzun nutuklar verir. Nutuk verirken önlerinden geçen yirmi kadar 16-18 yaşlarındaki genç kızları Bayur’a gösteren Emanullah, ‘Bunları kardeşim Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya gönderiyorum. Okutsun ve yetiştirsin’ der.

Kızlar, çadırî giymemiş ve başları da açık vaziyettedir. Genç kız kafilesi, Hindistan üzerinden Türkiye’ye gelirken yolda sınır bölgesinde, İngiliz uyruklu bir memur tarafından ağırlanırlar. Bu memur, sınırın iki yanından Afgan oymaklarını da, verdiği dâvete çağırır. Yapılan işi över, pohpohlar! Gâyesi kızları teşhir, oymakları kışkırtmaktır. Emeline de ulaşır.

Birkaç ay sonra Emanullah Han ülkesinden kaçmak zorunda kalır. Zira halk, onun yaptıklarına isyan eder.

Emanullah, kardeşinin kızları arasında ve yasaklayıp polislere yırttırdığı çadırî kıyâfetini giyerek sınırdan geçmek mecburiyetinde kalır. (3)
***
Görüldüğü üzere tarih, ibret almasını bilenler için çok yönlü ve pek faydalı derslerle doludur. O bakımdan bu hâdisenin izaha muhtaç bir tarafının olmadığını düşünüyor, muhakeme ve bugünle mukayeseyi değerli okuyucularımızın yüksek şuur ve idrâklerine havâle ediyoruz.

DİPNOTLAR
(1) Türk Tarih Kurumu yayını, Belleten, Ekim 1973, c. 148, no: 37.
(2) Nûr sûresi, , 31.
(3)Belleten, Türk Tarih Kurumu, Ekim 1973, No: 148, c. 37