Oruçta kaza ile birlikte keffâreti de gerektiren haller

1. Keffâret için, kişinin orucu kasden bozmuş olması şarttır; zira oruca niyet eden kimse, hata ile iftar ederse, sadece kaza gerekir. Meselâ abdest alırken ağzına su verdiği anda, elinde olmayarak boğazına su kaçarsa orucu bozulur. Ancak bu fiilde kasıt unsuru mevcut olmadığı için, günü gününe kaza etmesi gerekir.

2. Kişi kendi iradesi ile bozmuş olmalı; zorlama ve ikrah bulunmamalıdır. Mesela kendisiyle cima edilen kadın, bu fiile razı olmuşsa; hem kaza, hem keffâret gerekir. Ancak cima zorlama ve ikrah sonucu olmuşsa, kadına sadece gününe gün kaza gerekir. Çünkü orucunu bozması hususunda zorlanmıştır, ihtiyarı yani kendi isteği mevcut değildir.

3. Oruca başladıktan sonra hastalanmaması veya sefere çıkmaması esastır. Mükellef mü’min, oruca niyet ettikten sonra hastalanır veya sefere çıkarsa, muhayyerdir / serbesttir. İster sıkıntı durumuna katlanır, orucunu tamamlar; ister iftar ederek Ramazan’dan sonra gününe gün kaza eder.

4. Mükellef mü’min, Ramazan orucunu tutarken, niyet etmiş olmalıdır.

5. Kişi orucunu bozarken, tabii gıdalardan veya gıda yerine geçebilecek yiyecek ve içeceklerden faydalanmış olmalıdır. Meselâ, çakıl taşını veya demir parçasını yutan kimsenin orucu bozulur. Ancak keffâret gerekmez. Zira bunlar gıda olmadığı gibi, gıda yerine geçecek besleyici özelliğe de sahip değildirler. [el-Mergınânî, el-Hidâye, 1, 124]

Orucu bozup sadece kazayı gerektiren haller 

Mükellefin herhangi bir kasdı olmadan, zorlama ve hata sonucu orucu bozulursa, gününe gün kaza etmesi gerekir. Meselâ;

Ramazan ayında oruca niyyet eden bir mü’min, unutarak yiyip-içer veya cima eder, daha sonra da sırf cehaleti sebebiyle orucunun bozulduğu zannına kapılarak iftar ederse; günü gününe kaza eder.

Kezâ, kustuğu için veya kan aldırdığı için orucunun bozulduğunu zanneden ve sırf bu zan sebebiyle orucunu yiyen kimsenin durumu da aynıdır.

Zorla iftar ettirilmiş olan kimsenin veya hataen orucunu bozmuş olan mükellefin de sadece kaza etmesi esastır. Keffâret lâzım gelmez. [Hey’et, Fetâvâ-yı Hindiyye, 1, 201]

Bu durumlarda şu kaide uygulanır:

Kasden ve kendi ihtiyarîyle herhangi bir meşrû özrü bulunmadan Ramazan orucunu bozan mükellefe hem kaza, hem keffâret gerekir. Bunun dışında, kendi ihtiyarı olmaksızın ve meşrû bir özür sebebiyle orucunu bozan kimseye, sadece gününe gün kaza gerekir.

Orucu bozan ve sadece kazayı gerektiren hususlar şunlardır:

1- Mazmaza ve istinşak (Ağıza ve buruna su verip çalkalama) anında midesine su kaçıran kimsenin orucu bozulur. Gününe gün kaza gerekir.

2- Cünûp olarak sabahlayan bir mü’min gusül abdesti alırken boğazına su kaçırırsa orucu bozulur; kaza gerekir. Bu sebeple, cünüp olarak sabahlamamaya hassasiyet göstermek veya gusül abdesti alırken dikkatli olmak şarttır.

3- Oruca niyet eden mükellef; kuru çamur, çakıl, pamuk, kuru ot ve kâğıt gibi gıda özelliği olmayan maddeleri yutarsa orucu bozulur; kaza gerekir.

4- Meşrû bir özür sebebiyle; makadından şırınga yaptıran (içeriye ilaç akıtan) veya mesanesine ilâç veren kimsenin orucu bozulur, gününe gün kaza gerekir.

5- Kendi iradesi olmaksızın ağzına kar ve yağmur tanesi kaçan ve bunu yutan kimsenin orucu bozulur; gününe gün kaza gerekir.

6- Bir kimse oruçlu iken karısını öpse ve bu sebeple inzal vaki olsa, orucu bozulur. Gününe gün kaza gerekir.

7- Ramazan ayının dışındaki günlerde herhangi bir oruca niyet eden kimse, orucunu kasden dahi bozsa, keffâret gerekmez, ama kaza vâcip olur. Keffâret sadece Ramazan-ı şerif orucunun bozulması ve bu fiilde mükellefin kasdı sebebiyle oluşan bir cezadır.

Binaenaleyh aşağıda sayılan durumların hepsinde de keffâret değil, sadece güne gün olarak orucu kaza etmek gerekir:

- Boğaza huni ile bir şey akıtmak...

- Ağzına aldığı bir şeyle boyanmış tükrüğü yutmak...

- Karnında veya başında olan bir yaraya akıtılan ilaç mideye veya beyine ulaşmak...

- Zorla (kendi iradesiyle değil de başkasının zoruyla, mecbur bırakmasıyla) oruç bozmak...

- Dişleri arasında kalan nohut tanesi kadar şeyi yemek...

- Unutarak bir şey yedikten sonra orucun bozulduğunu sanarak bile bile yemek ve içmek...

- Kendi isteğiyle ağız dolusu kusmak...

- Ağız dolusu gelen veya getirilen kusmuğu geri çevirmek...

- Kendi isteğiyle boğazına veya genzine duman çekmek...

- Sabah olmuş, imsak vakti girmişken, daha vakit var diye sahur yapmak, yiyip içmek...

- Güneş batmadan, battı zanniyle oruç açmak...

- Ramazan orucundan başka bir orucu bozmak...

- Ramazan orucuna niyet etmeyerek gündüz yiyip içmek...

- Oruçlu ve mukim iken yolculuğa çıkıp orucunu bozmak...

- Makata su veya yağ akıtmak, bez veya pamuk sokmak...

- Uyurken birisi ağzına su damlatmak...

- Oruca niyet etmeden bütün günü oruçlu gibi yemeden içmeden ve cinsî ilişkide bulunmadan geçirmek...

- Kadının tenasül uzvuna bir şey damlatması, yaş parmağı ile rutubet salması veya tıkadığı bezin kaybolması... Ama yarısı dışarda kalırsa orucu bozmaz.

Ramazan orucunu gündüzün bozduktan sonra hastalık, hayız ve lohusalık benzeri şer'i bir özrün meydana gelmesi gibi durumlarda oruca kaza lâzım gelir.

Ramazan ayında bunlardan biriyle orucu bozulan kimseye, fecrin doğuşundan sonra temizlenen hayızlı ve nifaslı kadına, ikamet eden misafire, sıhhat bulan hastaya, iyileşen deliye, büluğa eren çocuğa, Müslüman olan kimseye günün geri kalan kısmını oruçlu gibi geçirmek farzdır. Bir görüşe göre de müstehaptır. Bu şekilde vaktin hakkı verilmiş olur. Son ikisi hariç diğerlerinin, tutamadıkları oruçları uygun bir vakitte kaza etmeleri gerekir. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), "Sana şüphe veren şeyi terk et; şüphe vermeyen şeye bak!. " [Şevkanî, Fethu’l-Kadir, 2, 94] buyurmuşlardır. Dolayısıyla, her mü’min oruç ibadetini edâ ederken titiz olmak mecburiyetindedir. Meselâ;

Oruçlu iken banyo yapmak veya denize girmek, yutmamak şartı ile herhangi bir şeyin tadına bakmak ve bunun gibi birçok husus "mekruh" olarak vasıflandırılmıştır.

Ancak meşrû bir özür sebebiyle bunlara cevaz verilmiştir. Meşrû bir özür mevcut değilken bir şeyin tadına bakmak veya denize girmek, ibadeti tehlikeye sokabilir. Kaldı ki orucu bozulan kimsenin dahi gündüz boyunca imsak etmesi (yiyip-içmemesi) vâciptir. [Bkz. Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali, Bilmen Yay., İstanbul 1966, s.303, md. 164]