Birinci sualim: Ehl-i Sünnet bildiğimiz bazı müelliflerin kitaplarında on iki imam tabiri geçiyor. Bu tabiri kullanmak şiaya mı mahsustur. Mesela bir kitapta Ahmed Rufai hazretlerinden bahsederken (Hânedân-ı ehl-i beyt içinde eimme-i isnâ aşerden sonra ondan fâzıl bir veliyy-i kâmil zuhûr etmediğine katiyyen karar verilmiştir.) diye geçiyor. Böyle kitaplar hakkında nasıl hareket etmek lazımdır?

İkinci sualim: O Müslümanlar ki imanın varlığıyla beraber ehli küfrün adetlerini icra edenler ve onlar günlerine  tazim ederler.... onların namazını kılmak yerinde olur, onları küffar arasına katmak doğru olmaz. Onların ebedi azaptan kurtulacağını ümit etmek lazımdır. / Mektubat-ı İmâm-ı Rabbani  C.1  S.273  M.266

Şirk merâsimlerine, küfür törenlerine tâzim etmek yani müşriklerin-kâfirlerin, gayr-i müslimlerin kutladıkları bayram-seyran ve sair hususi günlerinde onların yaptıklarını yapmak, tebrikleşmek, âdetlerine uymak, gösterilerini gönülden tasvip edip seyretmek de şirkte sağlam bir basamaktır. Zira iki ayrı dini tasdik eden, şirk ehlinden sayılır. İslâm ahkâmını küfürle biraraya getirmeye teşebbüs eden müşriktir.

Küfürden teberri etmek (ondan yüz çevirmek), İslâm’ın şartıdır; şirk şâibelerinden (leke ve izlerinden) kaçınmak ise tevhiddir (Allâh’ın birliğine, eşi ve benzeri olmadığına inanmaktır).

Câhil Müslümanlar arasında yaygın olduğu gibi, hastalıklardan, sıkıntı ve dertlerden kurtulmak için, putlardan ve tâğuttan (kâhin-medyum, cin ve şeytanlardan) medet umup yardım istemek sapıklıktır ve aynen şirktir. Yontulmuş taşlardan (heykellerden) ihtiyaçlarını talep etmek de, yine küfrün ta kendisi olup Vacibü’l-Vücud olan Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretlerini inkârdır.  3. cilt, 41. mektup

Ehl-i küfrün adetlerini icra hakkında söylenenleri izah eder misiniz? 41. mektupta bahsedilen adetler, 266. mektupta bahsedilenlerden farklı mı? Mesela biri itikadi diğeri adet nevinden taklitler mi acaba? Cemile Karpınar

*******

1- Şîa ve on iki imam meselesi

Şiîler; Sebeiyye, Keysaniyye, Zeydiyye, Gurâbiyye, Gâliye, Zeydiye, İmâmiye gibi fırkalara ayrılsalar da, günümüzde Şiî denince, umumiyetle “İmâmiye” anlaşılmaktadır.

Bunlar, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) dâr-ı bekaya irtihalinden sonra Hz. Ali (r.a.) ve sırasıyla iki oğlu ile torunlarını Allah’ın emri, Rasûlullahın tayin ve vasiyeti ile meşru imam (halife) kabul eder ve böylece “on iki İmam”a inanmayı imâna taalluk eden bir rükün olarak görürler.

İşte bu fırka, imam olarak sadece on iki İmamı kabul ettiklerinden, “İsnâ Aşeriyye (onikiciler)”… İmamlara inanmayı imanın şartlarından birisi olarak gördüklerinden dolayı “İmâmiye”… Hem itikat hem de ibadet ve muamelâtta İmam Cafer Sâdık’ın (r.a.) görüşlerine dayandıkları iddiasında oldukları için de “Caferiyye” adını almıştır.

Şiîler, imametin yani halifeliğin, Ehl-i Sünnet’in kabul ettiği gibi, Müslümanların istek ve seçimine bırakılabilecek “küçük” işlerden olmadığı görüşündedirler. Onlara göre imamet, dinin aslında bulunan bir rükündür ve iman esasları arasında yer alır. Bundan dolayı Şiiler Allah’a, peygamberlere ve âhiret gününe nasıl iman ediyorlarsa, aynı şekilde “imam”ın mevcudiyetine de inanmak zorundadırlar. Bu inanca göre imamlar, aynen peygamberler gibi mâsumdurlar; küçük de büyük de hiçbir günah işlemezler, zulmetmezler; onları tanımayan kimse küfre girer. Hattâ “Onların emirleri Allah’ın emirleridir; nehiyleri de O’nun nehyidir. Onlara itaat, Allah’a itaattir, onlara isyan Allah’a isyandır.”

Bugün İmamiyeliği resmî bir mezhep olarak kabul eden İran, dinî selâhiyetleri haiz imamlık vazifesini de “Âyetullahi’l-Uzmâ!”ya vermiştir. Bunun için bu “imam”a mutlak sûrette itaat gerekmektedir. Ona karşı gelmek Allah’a ve Peygambere karşı gelmek gibidir. “İran’ın resmî dini İslâm ve İsnâ Aşerî Câferî mezhebidir. Ve bu madde ebediyyen değiştirilmez” şeklinde yer alan İran Anayasasında “On İki İmama” inanma mühim bir esas olarak kabul edilmektedir. [Bkz. Bilmen, Ö.N., Muvazzah îlm-i Kelam, s. 24-25; Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtîkâdî İslâm Mezhepleri, s. 118-139]

Şiiler tarafından bu şekilde görülen imamet meselesi, Ehl-i Sünnete göre, kesinlikle dinin usûlü arasında yer almaz. İmam, yani halife, Müslümanların meşvereti ve seçimi ile işbaşına gelir. Din ve dünya işlerinde belli vasıfları taşıyan herhangi bir şahıs Müslümanların idaresini üstlenebilir. Hiçbir şekilde mâsum ve günahsız da olmaz.

Ehl-i Sünnetin On İki İmama bakışı 

Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) mübarek neslinden gelen on bir imam (Hz. Ali Efendimizle birlikte on iki olur) fazilet, takva ve mânevî mertebe olarak büyük veli ve kutupturlar. Hepsi de Ehl-i Sünnet’in büyüklerindendir. Zikr-i Cehrî yolu yolu silsilesindendirler. Onlardan sonra da bu yol, Abdülkadir Geylani (k.s.) hazretleri ile devam etmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz sebeplerden dolayı her ne kadar "12 İmam" tabirini Şîîler fazlaca kullansa da, Ehl-i Sünnet âlimleri de yerine göre bu tabiri kullanmış ve onlardan bahsetmişlerdir. Mesela Allâm-i Taftazanî hazretlerinin Şerhu Akaidi'nde isimleri dahi mezkürdür. Geniş ve etraflı bilgi için bkz. http://www.halisece.com/islami-yazilar-ve-makeleler/334-ilim-amel-ihlas-ve-kulu-allaha-kavusturan-yollar.html

On iki İmam şu zatlardır: Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Ali bin Hüseyin, Muhammed Bâkır, Câfer-i Sâdık, Musâ Kâzım, Ali Rıza, Muhammed Takî, Ali Nakî, Hasan Askerî ve Muhammed Mehdî hazeratıdır. (R.anhum ecmaîn)

Mesajınızdaki parantez cümlesi kime aittir, nerden, hangi kitaptan iktibas edilmiştir belirtmemişsiniz. Onun üzerinde konuşmamız hem gereksiz hem de doğru olmaz. Ancak şu kadaranı söyleyebiliriz; Ahmed Rufaî (k.s.) hazretleri kibâr-ı evliyâdandır, soyu, Rasûlullah Efendimizin nesebine mensuptur, ona ulaşmaktadır.

2) İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerinin her iki mektuptaki beyanları da gayet açık; dolayısiyle ayrıca bir izahı gerektirecek bir müphemiyet olduğu kanaatinde değilim. Kaldı ki siz de zaten biri itikadi diğeri adet nevinden taklitler mi acaba?” diyerek bu duruma işarette bulunmuşsunuz. Tabii ki öyledir.

Maamafih şöyle hulâsa edebiliriz:

Gayrimüslimlere ait bir âdeti, içten tasvip etmeden, benzeşmeye zorlanmadan şu veya bu şekilde yapmak veya onların merasimlerine iştirak etmek kendisinde küfür kokusu, tozu-dumanı bulunan büyük ve tehlikeli bir günahtır. O mektup dikkatlice okunduğunda daha iyi anlaşılır ki, o tip günhların temizliği bir bakıma Cehennem ateşine vâbestedir. Kişi muhallet finnâr olmasa bile… Nitekim kendilerinin ziyaret ettikleri hasta örneğinde olduğu gibi, -Allah korusun- o güruhun iman götürmeleri de zordur. Bununla birlikte gene malumunuz, Ehl-i Sünnet inancına göre iman ayrı, günah ayrı olması hasebiyle, bu gibilere kâfir nazarıyla bakmayıp cenazelerini kılmanın yerinde ve münasip olacağı da ifade edilmiştir.

Ancak, teşebbüh amelde-âdette değil de itikatta olursa, yani gayrimüslimlerin bu yaptıklarını hem yapıp hem de tasvip edecek, onların doğruluğuna inanacak olursa… Keza günümüz Müslümanları arasında da yaygın olduğu gibi, hastalıklardan, sıkıntı ve dertlerden kurtulmak için, büyücü-medyum, cin ve şeytanlardan medet umup yardım isteyecek olursa, bu tam bir dalâlettir, şirktir. Heykellerden ihtiyaçlarının giderilmesini istemek de yine küfrün ta kendisidir. Tabii bu durum, özellikle Vehhabilerin tasavvuf erbabı halis Müslümanlar hakkında söyledikleri ithamlarla karıştırılmamalıdır. Peygamberleri, varislerini, salihleri, şehitleri, salih amelleri vasıta edinmek ve rabıta-i şerife vesilesiyle ahz u feyz eylemek ayrı, putlardan-heykellerden medet ummak apayrı bir şeydir. Tevessül için bkz.

http://halisece.com/akaid/211-tevessul-nedir-neyle-ve-kimle-yapilir.html

http://halisece.com/rabita/308-rabita-ve-tevessul.html

http://halisece.com/sorulara-cevaplar/520-tevessul-hakkinda.html

http://halisece.com/akaid/2519-elh-i-sunnet-ve-sia-da-12-imam-meselesi.html