Muhterem hocam selamlar saygılar, değerli yazılarında sanal âlemdeki arkadaşlarının istifade ettiğine inanıyorum. Fakat öyle insanlar biliyorum ki, her gün sabahtan akşama, akşamdan gece yarılarına kadar, ailesine ilgisini de asgariye indirerek, lüzumlu lüzumsuz internette faydalı şeyler yapıyorum adına (daha çok facebook) meşgul olup, günde 1 sayfa, haftada bir cüz, en azından ayda bir hatim Kur'an-ı kerim okumayanlar hakkında bir yazı ikram edebilir misiniz. (İsim saklıdır!)

*******

Çok değerli kardeşim; bilmukabele selam ve muhabbetler… 

Evet, maalesef manzara aynen öyle. 

Facebookta da sadece yazıları girip, soruları almak için bulunuyordum. Şimdi ise tamamen kapattık mâlumunuz. Serzenişlerinizde çok  haklısınız. Öyleleri var ki, buralarda dolaşmaktan ne ailesiyle, ne çevresiyle, ne hayırlı bir hizmetle ilgileniyor… Üstüne üstlük yine dediğiniz gibi faydalı işler yaptığı vehmiyle buralarda güzelim vakitlerini öldürüyor, günde bir cüz bile Kur’an-ı Kerim okumuyor.

Hatırladığım kadarıyla daha önce de bu yaraya parmak basmış ve bendenize aynı hatırlatmada bulunmuştunuz. Biz de bir başka sitede o hususta epeyce uzun sayılabilecek tarzda mü’min kardeşlerimizi uyarıcı bir çalışmayı paylaşmış idik. Aynı yazıyı müsaadenizle buraya da aktarmak istiyorum. Tekrar selâm ve dualarımla…

***

Kur’an-ı Kerim'i çokça okumalıyız

Mesajın sahibi değerli kardeşimiz, hastalığın teşhisini de koymuş tedavisi için yapılması gerekeni de belirtmiş. Kanaatimce bize düşen sadece mü’min için Kur’an okumanın lüzumu, faydası; okumamanın yanlışlığı, maddî-manevî hayatımız üzerindeki olumsuzlukları / zararları üzerinde durmak olacak.

Rabbimiz (c.c.) buyuruyor ki: “Sonra biz o Kitab'ı (Kur’an), kullarımız arasından seçtiklerimize mîras olarak verdik. Onlardan (insanlardan) kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır (orta yolu tutar), kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet/lûtuf budur.” (Fâtır suresi, 35/ 32)

Hemen herkes bilir ki, verâsette en büyük pay, mûrise (ölene) en yakın olanındır. Madem ki Kur’an bize Rabbimiz tarafından miras bırakılmış ve bu mirasın varisleri de yakınlık / fazilet / üstünlük durumuna göre üç sınıfa ayrılmışlar; neden en yakın ve en çok pay alanlardan olmayalım… Niçin onu daha çok okuyup hayatımıza uygulamakta müsabakaya girmeyelim… Manevi yarışta öne geçmek için gayret sarf etmeyelim…

Bizi bundan engelleyen nedir; şeytandan, şeytanlaşmış insanlardan ve nefsimizden başka… Onlarsa bizim apaçık düşmanlarımız.

Gelin, onların dediklerine boyun eğmeyelim. En büyük sermayemiz olan vaktimizi-ömrümüzü boş ve lüzumsuz şeylerle heder etmeyelim. Dilimizi, gönlümüzü, ruhumuzu; evimizi, işyerimizi, büromuzu mutlaka Kur’an’la süsleyelim. Mâlâyâni ile meşgul olmak yerine, Allah’ın Kitabını okuyalım. Düşmanlarımızı güldürüp dostumuz olan ruhanileri ağlatmayalım. Bakınız Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) buyurmuşlardır ki:

"Kur’an-ı Azimüşşanı evlerinizde çok okuyun... Bir ev ki, o evde Kur’an-ı Kerim okunmuyorsa, onun hayrı az, şerri çok olur. Ve o ev, içindekilere dar gelir, onları sıkar (onlar da kendilerini dışarı atmaya çabalarlar).” [Muhtâru’l-Ehâdîs, Hadis no: 221; Ayrıca bkz. Süyûtî, el-İtkan, 1, 105] 

Kur'an-ı Kerim ezberi de çok mühimdir, Allah (c.c.) katında pek makbul bir ibadettir. Hadis-i şerifte, “Kalbinde, Kur’ân’dan bir miktar bile bulunmayan kimse, harap olmuş ev gibidir.” [Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 18/2913; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 1] buyrulmuştur.

Mü’minin ezberindeki Kur’an, okudukça Cennet’te de derecesinin yükselmesine vesile olacaktır. Ebu Saîdi'l-Hudrî (r.a.) şöyle anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:

"Kur'an ehli (onu okuyup, onunla amel eden) Cennet’e girdiği vakit, kendisine:

‘Oku ve yüksel!’ denilir. O da okur ve yükselir. Her ayet için bir derece verilir. Böylece o bildiği ayetleri sonuna kadar okur (ve her biri için bir derece alır)."

Bazı hadis-i şeriflerde, Cennet’teki derecelerin miktarının, Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinin sayısına denk olduğu ifade edilmiştir. Cennet’te, mü'mine Kur'an'dan ezberlediği ayet sayısınca derece verileceği bu hadis-i şerifte ifade edilmektedir. Buna göre Kur'ân hâfızları, ihlâs üzere Kur'ân'la amel etmek şartıyla, ahirette en yüce mertebelere erişecek demektir.

Bazı âlimler hadisten, ahirette Kur'ân'ı her okudukça mertebe kat’edileceğini / alınacağını anlamıştır. Bu durumda Kur'ân ehlinin mertebeleri, devamlı artacaktır ve buna bir hudud koymak mümkün değildir.

Ayrıca hadis-i şerifte, "Kur'an hâfızı" değil, "Kur'an ehli" deniyor. Bu durum, ebedî yükselme imkânının, hâfız olmayanlara da açık olduğunu ifade eder. Kur'an-ı Hakîm’in hakkını vermeyen kimseler, hâfız da olsalar onların derecesi sınırlıdır. Şu halde esas olan, hakikaten Kur'ân ehli olmak / olabilmektir. [Bkz. Canan, İbrahim,Kütüb-i Sitte Muhtasarı, 17, 489, Hadis no: 7124]

***

Peki Kur’an-ı Kerim nasıl okunmalı

Şir’atü’l-İslâm’da ekabir’den bazılarının şu sözleri naklediliyor:

“Kur’an-ı Kerim'i okurken, zevk alamıyordum. Sonra onu okurken Rasûlüllah’ın ashabına okuduğu hali aklıma getirdim ve öyle okumaya çalıştım. Biraz zevk alabildim. Ve sonra bir makam daha yükseldim ve Cebrail aleyhisselâmın Rasûlüllah’a (s.a.v.) Kur’an okuduğu hali düşünerek sanki onların huzurunda okuyormuşum gibi okumaya başladım. Biraz daha zevk aldım. Derken kendimi öyle farz ettim ki, sanki uçsuz bucaksız bir sahradayım ve ben orada Kur’an okuyorum, sadece Hz. Allah dinliyor. İşte o zaman okuduğum Kur’an’dan tam zevk almaya başladım.” [Seyyid Ali Zâde, a.g.e., s. 61]

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), “Kur’an-ı Kerim'i okurken ağlayınız. Eğer ağlayamıyorsanız, ağlar gibi (mahzun mahzun) okuyunuz[İbn Mâce, Sünen, İkametü’s-salah, 176] buyuruyorlar.

İbn Mes’ûd (r.a.) hazretleri anlatıyor: Bir gün Rasûlüllah (s.a.v.) bana, Kur’an oku diye emretti. Ben de “Ya Rasûlellah! Ben sana nasıl Kur’an okuyayım ki, o Kur’an sana nazil oldu” dedim. Efendimiz (s.a.v.), “Ben onu başkasından dinlemeyi de severim. Bana Kur’an oku” buyurdu. Ben de Sure-i Nisa’dan okudum. Ne zaman ki, “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların (hepsinin) üzerine bir şahit yaptığımız zaman bakalım (kâfirlerin) hali ne olacak!..” [A.g.s., 4/41] ayetine geldim ve onu da okudum. Rasûlüllah (s.a.v.) “Kâfi kâfi...” dedi. Ben de okumayı bıraktım. Bir de baktım ki, Rasûlüllah’ın her iki gözü de yaş döküyordu.

Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) de Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) bu emrine uyarak hazin hazin Kur’an okur ve ağlardı…

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) son zamanlarında hastalığı artıp, namaz için mescide çıkamayacak hale gelince, “Ebu Bekir’e söyleyin, İmam olsun, geçip namazı kıldırsın” diye emretti. Hz. Ebu Bekir’in kızı ve Rasûlümüzün hanımı, annemiz Hz. Âişe (r.anhum), “Yâ Rasûlellah! Babamın kalbi çok yumuşaktır ve Kur’an okurken dayanamaz çok ağlar; ne olur onu bu vazifeden affet” diye yalvardı. Fakat Peygamberimiz (s.a.v.) aynı emri tekrarladı ve Rasûlüllah’ın emri Hz. Ebu Bekir’e tebliğ edilip, “Geç imam ol!” denince: mihrabı Rasûlüllah’sız gören Hz. Ebu Bekir, daha Kur’an okumaya başlamadan, gözyaşlarına boğuldu.

Evliyaullah’dan Salih Merrî hazretleri şöyle anlatıyor: Bir gece rüyamda Rasûlüllah’ı (s.a.v.) gördüm. Bana, kendisine Kur’an okumamı emretti. Ben de bir miktar Kur’an-ı Kerim okudum. Beni dinledi, Kur’an okumayı bitirince, “Yâ Salih! Bu okuduğun Kur’an’dır. Ama hani bunun ağlaması?” buyurdu.

***

Kur’an okuyanlara müjdeler

Kıyamet gününde insanların hesabı bitinceye kadar üç çeşit insan miskten mâmul (yapılmış) tepeler üzerinde oturup istirahat ederler. Onlar için ne korku ve ne de hesap endişesi vardır.

Birincisi: Kur’an-ı Kerim’i yalnız Aziz ve Celil olan Allah’ın rızâsı için okuyan ve kendisinden râzı oldukları halde bir kavme imamlık eden kimsedir.

İkincisi: Aziz ve Celil olan Allah’ın rızâsı için, bir mescitte müezzinlik edip insanları Allah’a ibadete davet eden kimsedir.

Üçüncüsü: Dünyada mal ve servete sahip olup, bu servet kendisini, Allah’a kulluktan ve ahiret için amelden alıkoymayan kimsedir.” [İmam Gazali, İhya Tercümesi, Bedir Yay. İst. C. 1, S. 395]

Hz. Ali ibni Ebi Talip (r.a.) anlatıyor: Bir gün Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
Beni Hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, benim ümmetim dininin aslından ve cemaatından 72 fırkaya ayrılacaktır ve bu 72 fırkanın hepsi dalâlettedirler. Cehennem’e çağırılacaklardır. İşte bu zaman geldiğinde size benim tavsiyem; Aziz ve Celil olan Allah’ın Kitabı’na sarılmanızdır. Muhakkak ki onda, sizden evvel geçmiş milletlerin haberleri ve sizden sonra geleceklerin de haberleri vardır. Ve aranızda nasıl hükmedeceksiniz, onlar da vardır. Kim ona düşmanlık ederek muhâlefette bulunursa, Allah onun belini kırar. O, Allah’ın sağlam bir ipidir (ona tutunan kurtulur). O, Allah’ın açık bir nûru ve menfaat veren şifasıdır. O, yapışanı kurtaran ve tâbi olanı necâta erdirendir. Kim ona yapışırsa, asla yamulmaz. O onları doğrultur. Asla hak yoldan sapmaz, dosdoğru olur. O Kur’an’ın incelikleri, acâyibatı (hayranlık veren, anlaşılmaz sırları kıyamete kadar) hiç bitmez, devam eder. Ve onu okuyan, tekrar tekrar okumaktan asla usanmaz”.

Hazret-i Huzeyfe (r.a.) anlatıyor: Ümmet arasında böyle ayrılıkların meydana geleceğini Rasûlüllah’tan (s.a.v.) öğrenince, dedim ki; “Ya Rasûlellah! O zamana yetişirsem bana ne tavsiye edersiniz?” Rasûlüllah (s.a.v.) da cevaben buyurdu ki: “Allah’ın Kitabı’na yapış, onu öğren ve onun hükmü ile amel et, kurtuluş yolu ancak budur.”

Hz. Huzeyfe sualini Rasûlüllah’a üç kere tekrar ediyor. Peygamberimiz (s.a.v.) de her üçüne de aynı cevabı veriyor. [İbn Mâce ve Tirmizî’den, İmam Gazali, İhya Tercümesi, C. 1, S.823- 24]

***

Kur’an ve “Sekîne”

Ashap’tan Esid ibni Hudayr (r.a.) başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

Bir yolculukta idim. Ve gece sahrada kalmam icap etti. Yanımda küçük oğlum Haydar ile atım vardı. Atımı bağladım, oğlumu yatırdım, ben de yatmadan biraz Kur’an okuyayım dedim. (Ve bir rivayette) Sure-i Mülk’ü, (diğer rivayette ise Sure-i Bakara’yı) okumaya başladım. Atım öyle bir kükreyip şaha kalktı ki, oğlum Haydar’ı çiğneyecek diye korkup, okumayı bıraktım. Atım da sâkinleşti. Etrafa baktım bir şey görülmüyordu. Biraz sonra yine okumaya başladım, yine aynı şekilde atım şaha kalktı, yine okumayı kestim. Üçüncüde yine atım şaha kalkınca, Allah Allah bu ata ne oluyor? Ne görüyor da böyle ürküp şaha kalkıyor, diye bu defa başımı kaldırıp semaya baktım. Bir de ne göreyim; ‘Başımın üzerinde bembeyaz bir bulut ve o bulutun içinde de pırıl pırıl parlayan bir şeyler, kandiller var.’

Nihayet sabah oldu, yolculuktan Medine’ye döndüm. İlk fırsatta Rasûlüllah’ın (s.a.v.) huzuruna çıkarak, akşam başımdan geçenleri ve gördüklerimi aynen ona naklettim. Rasûlüllah Efendimiz buyurdu ki: “Ey Esid! Sen ne zannedersin? Kur’an’a sade sen mi âşıksın? O bir sekîne idi ve Kur’an için (onu dinlemek için) inmişti” buyurdu.

Yine bir başka hadis-i şerifte de buyrulmuştur ki: “Mü’minlerin evlerinden Arş’a yükselen misbahlar (nûr meş’aleleri-lambaları) vardır. Ki onları yedi kat sema’nın ve yedi tabaka arzın mukkarreb melekleri tanırlar ve bilirler. Ve o misbahları gören bu melekler derler ki: İçlerinden nur yükselen şu evler, Müslümanların evleridir.”

***

Kur’an-ı Kerim’i okumak ve esrârını düşünüp ibret almak

Her gün okuyup geçtiğimiz şu ayet-i kerimelere ibretle, dikkatle, bir kere daha göz atmamıza ne dersiniz?

Yemin olsun! Biz, Kur’anı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Fakat var mı düşünüp öğüt alan?” [Kamer suresi, 54/17-22-32-40] diye aynı surede Hz. Allah hem de dört defa tekrarlıyor. Acaba okuduğumuz Kur’an’ın ayetleri hakkında hiç i’mal-i fikr edip düşünüyor muyuz?

Ve yine şu ayetlere de bir bakalım, manaları hakkında biraz düşünelim. 

“(Eğer siz bir damla menîden yaratıldığınızı iddia ediyorsanız), O halde gördünüz mü (rahimlere) dökmekte olduğunuz (o) menî nedir? Bana haber verin. Onu siz mi (düzgün bir insan) suretine getiriyorsunuz, yoksa (o surete getirip) yaratan biz miyiz?” [Vâkıa suresi, 56/58-59]

Şimdi gördünüz mü, o yere ektiğiniz tohumu? Onu yerden bitirip çıkartan siz misiniz, yoksa biz miyiz?” [Vâkıa suresi, 56/63-64]

Şimdi de içmekte olduğunuz suyu bildirin bana! Onu buluttan indiren siz misiniz, yoksa biz miyiz?” [Vâkıa suresi, 56/68-69]

Şimdi çakıp yakmakta olduğunuz ateşi bana haber verin; onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa biz miyiz yaratan?” [Vâkıa suresi, 56/71-72]

“(Peyderpey inen Kur’an’a yemin ederim ki), eğer bilirseniz bu yemin, gerçekten büyük bir yemindir. Muhakkak o (Peygambere inzal olunup size karşı okunan), elbette çok şerefli bir Kur’an’dır.” [Vâkıa suresi, 56/76-77] buyuruluyor ve Vâkıa suresi bu minvâl üzre Kur’an’ın ne muazzam, ne muhteşem bir Kitap olduğunu beyan edip gidiyor...

İnsan kendisini bir nutfe’den (bir damla sudan) yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi o dönüp bize apaçık hasım (bir düşman) kesilmektedir.” [Yâsîn suresi, 36/77]

Bu (Kur’an), insanların kalb gözleri(ni açacak bir nur) ve sağlam bilgi edinecek zümre için bir hidayet ve rahmettir.” [Câsiye suresi, 45/20; İmam Gazali, a.g.e., C. 1, S. 808]

Sahabe’den biri, “Yâ Rasûlellah! Allah’a en sevimli gelen amel hangisidir?” diye sordu, Peygambermiz (s.a.v.) de “el-Hâllü’l-mürtehılü” buyurdu. Adam “O kimdir yâ Rasûlellah?” deyince, Peygamberimiz şöyle izah buyurdu: “Kim ki, Kur’an-ı Kerim’i başından okumaya başlayarak, hatmeder, bitirir, sonra yine hatme başlarsa, işte o...”

***

Kur’an’ı, mânâsını bilerek mi okumalı, yoksa bilmeden de okumaya devam mı etmeli

İmam Ahmed bin Hanbel (rh.) hazretlerinden şöyle rivayet olundu: Bu mübarek zat birçok defa, Hz. Allah’ı rüyasında görüyor. Ama heyecanından soramıyor ve diyor ki: “Eğer Rabbimi bir kere daha görebilirsem, elbette ona soracağım ki: “Yâ Rabbi! Kulunu sana en çok yaklaştıran amel hangisidir?” Ve bir kere daha rüyada Allah Teala'yı görüyor ve soruyor.

Cenab-ı Hak da buyuruyor ki:

- “Kitabım Hz. Kur’an’ı okumakla kulum bana yaklaşır, yâ Ahmed!” İmam Ahmed soruyor:

- “Manasını anlamak şartıyla okumak mı ya Rabbi? Yoksa anlamasa da olur mu?” Cenab-ı Hak:

- “Manasını ister anlasın, ister anlamasın, Kur’an okuyan bana yaklaşır yâ Ahmed!” buyuruyor. [et-Tâc, Şerh, c. 4, s. 7]

Dikkat: Bundan anlaşılıyor ki, farzlardan sonra kulu Allah’a en çok yaklaştıran ve en sevimli en faziletli amel Kur’an-ı Kerim okumaktır. Çünki Kur’an-ı Kerim’i okumak, bizzat Allah’a iltica etmek ve onunla konuşmaktır.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyorlar ki: “Bir kul, Kur’an-ı Kerim'i hatmederse, hatim (duası) esnasında ona 60 bin melek dua eder (veya duasına 'âmin' der).” [Muhtaru’l-Ehadis, İza Harfi]

***

Kur’an Okumayı istismar edenlere dikkat

Sevgili peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyorlar ki:

Her kim Kur’an-ı Kerim’i okursa, onunla ne isteyecekse Allah’tan istesin. Yakın zamanda öyle bir topluluk gelecek ki, onlar okudukları Kur’an’la Allah’tan değil, insanlardan bir şeyler isteyip, bekleyeceklerdir.” [Muhtaru’l-Ehadis, Harf-i Men]

İçinizden öyle bir topluluk çıkacak ki, sizler onların kıldığı (ta’dil-i erkânlı) namazlarına bakınca, kendi namazlarınızı beğenmeyeceksiniz. Oruçlarına bakınca, kendi orucunuzu beğenmeyeceksiniz. Amellerine bakınca da, kendi amellerinizi hakir görüp, beğenmeyeceksiniz. O kimseler Kur’an da okuyacaklar, fakat okudukları Kur’an boğazlarından aşağıya geçmeyecek. Ve onlar okun yaydan çıktığı gibi, dinden fırlayıp çıkacaklardır.” [et-Tâcu'l-Usûl, c. 4, s. 8]

Kur’an-ı Kerim Arap şivesi ve Arap lehçesi üzere okunur. Bilhassa aşka gelenlerin ve Ehl-i Kitab’ın (Hıristiyan ve Yahudilerin) makamları ile okumaktan sakının. Benden sonra bir kavim gelecek ki, onlar Kur’an-ı Kerim'i şarkı ve çalgı şekline çevirerek okuyacaklar. Bunların okuduğu Kur’ân boğazlarından içeri (kalplerine) inmiyecektir. Çünki kalpleri fitne ile dolmuştur. Yine bunların halini ve okuyuşlarını beğenenlerin de kalpleri fitne ile dolmuştur.” [Muhtaru’l-Ehadis, Hadis no: 860]

Bu Ümmetin münafıklarının çoğu kurrâları olacaktır.” (Muhtaru’l-Ehadis, Elif harfi)

Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlüllah (s.a.v.) bir gün, "Hüzün kuyusundan Allah'a sığının!" buyurdular. Oradakiler, "Ey Allah'ın Rasûlü! Hüzün kuyusu da nedir?" diye sordular. "O, dedi, Cehennemde bir vadidir; Cehennem, o vadiden her gün yüz kere Allah’a (c.c.) sığınma talep eder." "Ey Allah'ın Rasûlü, denildi, oraya kimler girecek?" "Oraya, amellerinde riya yapan kurralar girecektir! buyurdu" [Tirmizî, Sünen, Zühd, 48, Hadis No: 2384]

***

Kur’an’ın mânevi tesiri

Hz. Allah her devirde gönderdiği peygamberine o devire göre en müessir silah ve mûcizeyi vermiştir. Hz. Musa zamanında sihirbazlık... Hz. İsa zamanında tıp ilmi. Peygamberimizin (salavâtullâhi aleyhim ecmaîn ve alâ Nebiyyinâ hâssah)zamanında ise, Arabistan’da en geçerli silah edebiyat olduğu için, ona da bütün edebiyatçıları yere seren, dinleyenleri cezbedip esir alan Kur’an-ı Kerim'i verdi. Ve Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.), kılıç kullanmaktan çok, dilini kullandı; hazin hazin okuduğu Kur’an ile gönülleri fethetti. Kavimleri, milletleri, cemiyetleri teslim aldı.

Nitekim bir hadisinde, “Allah’ın bu Kitabı sebebi ile, bir çok kavimlar yüceltilecek, bir çokları da (ona sırtını dönünce) mutlaka yerin dibine geçecektir” buyurmuşlardır. [Müslim, Sahih, Müsâfirîn 269, İbni Mâce, Sünen, Mukaddime 16]

***

Kur’an’ın manevi te’sirine dair bir örnek

Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ebu Bekir (r.a.) ile Hicret için yola çıkınca, müşrikler ve bilhassa Ebu Cehil, onları yakalayana 100 kırmızı deve, güzelliği ile dillere destan kızı Ümmü Cemile’yi vereceğini va’d ettiler. Bunun üzerine birçok kişi yollara çıktı, çevreye dağıldı ve onları aramaya başladı. Ama Hz. Allah da onları, Büreydeliler’in yaşadığı bölgeye gelinceye kadar her türlü düşmandan korudu.

Nihayet Büreydeliler, Peygamberimizi ve Ebu Bekir’i keşfedip önlerini çevirdiler. Hz. Ebu Bekir telaşa kapıldı, ama Peygamberimiz’de hiç bir telaş eseri görülmüyordu.

Büreydelilerin reisi Rasûlüllah’ın huzuruna geldi,

- “Artık elimizdesin! Seni götürüp teslim edecek ve va’d edilen mükâfatları alacağız” dedi. Yanında da 70 kişi kadar silahlı askeri vardı. Peygamberimiz (s.a.v.):

- “Tamam, artık ben sizin esirinizim. Yalnız ben ne ile memur oldum, onu benden bir kere dinlemek istemez misiniz?” buyurdu. Büreydeliler:

- “Bir kere dinlemek ile ne kaybedeceğiz! Dinliyelim” dediler.

Peygamberimiz bütün varlığıyla Rabbine dönerek, orada bir Kur’an okuyor… Ama öyle bir okuyuş ki; evvela kendi, sonra Hz. Ebu Bekir, sonra da bütün Büreydeliler hüngür-hüngür ağlıyorlar. Rivayete göre Rahmân suresini okuyor Peygamberimiz... Sonra da:

- “Ey Büreydeliler! Rabbim tarafından benim tebliği ile vazifelendirildiğim, işte bu Kitap! Şimdi istediğinizi yapmakta serbestsiniz” buyurdu. Büreydelilerin reisi arkadaşlarına döndü ve,

- “Arkadaşlar! Ben şimdiye kadar böyle bir söz, bir kelâm, işitmedim. Ve ben iman ediyorum; develerden, Ümmü Cemile’den vaz geçiyorum. Siz ne dersiniz?” dedi. Arkadaşları,

- “Ey Reisimiz! Biz de aynı kanaatteyiz. Şerde Reisimiz olduğun gibi, hayırda da Reisimiz ol ve hep beraber iman edelim” dediler. Ve gelip hep birlikte Rasûlüllah’ın elini öperler, huzurunda Kelime-i Şehadet getirip, Müslüman olurlar. Peygamberimiz onlara,

- “Artık yurdunuza dönebilirsiniz” buyurur. Büreydelilerin reisi:

- “Müsaade et yâ Rasûlellah! Medine’ye kadar senin ilk askerlerin ve ilk bayraktarın biz olalım” dedi.

Peygamberimiz izin verince de, Reisleri başındaki Abaniyeyi çıkarıp, mızrağına taktı ve Rasûlüllah’ın önüne düşerek Kuba’ya kadar ona refâkat ettiler. [Ahmed Nedvi-Said Sahib Ansari, Asr-ı Sadet-Ashab-ı Kiram, Çeviren: Ali Genceli, Hazırlayan: Eşref Edib, Sebilürreşad Neşriyatı, İstanbul, 1964; ve Risale-i Hamidiye’den özetle]

Yine Hz. Ömer’in Rasûlüllah Efendimizi (s.a.v.) öldürmek kastı ile yola çıkışı ve Müslüman olup onu da yanına alarak Kâbe’ye dönüşü... Ki, hemen herkesin malumudur.

***

Yarın Mahşer’de

Mahşer günü Ehl-i Kur’an Havz-ı Kevser’den su içmek için gelince, Peygamberimizin (s.a.v.) bizzat mübarek avuçları ile onlara su ikram edeceğini unutmayalım...

Ve yine Cennet’te Rasûlüllah’ın (s.a.v.) ve Cebrail’in (a.s.) emr-i ilahi ile mü’minlere Kur’an okuyacağını, sonra da bizzat Hz. Allah’ın Kur’an okuyacağını bilelim.

“Her kime ki Allah tarafından Kur’an okumak, ezberlemek, anlamak gibi nimetler verilir de, o kimse başkalarına verilen dünyevi nimetleri kendindeki bu nimetten daha büyük görürse, Allah’ın tazim ettiğini tahkir etmiş olur.” [İmam Gazali, a.g.e., İlim bahsi]

***

Ecdadımızın Kur’an aşkı

Osmanlı’nın kurucusu Osman Gazi’nin Kur’an-ı Kerime olan hürmetini ve onun bereketini nasıl gördüğünü bilmeyenimiz yoktur. Dilerseniz bir de torunlarına bakalım.

1) Kanuni ve Onun Ordusunda Kur’an

46 sene dünyaya hakça ve adaletle hükmeden ve bunun için Kanuni ünvanını alan, Sultan Süleyman, Zigetvar kalesini fethettikten sonra cephede vefat ediyor. Vezir-i azam Sokulu Mehmet Paşa, Padişah’ın ölümünü askerlerden gizliyor. Bir taraftan da oğlu Sultan Selim’e Belgrad’da orduyu karşılaması için haber gönderiyor. Onlar da ordu ile Belgrad’a doğru yola çıkıyorlar. Ve nihayet daha fazla dayanamıyor, Kanuni’nin öldüğünü oğlu Sultan Selim’in ise, onları Belgrad’da beklediğini askerlere haber veriyor. Askerler beyinlerinden vurulmuşa dönüyorlar. Bunun üzerine Sokullu ordudaki hafızları çağırtıyor, onlara Kur’an-ı Kerim okumalarını rica ediyor, Kur’an-ı Kerim okununca yere çakılmış olan askerlere can gelmeye başlıyor ve gözyaşlarına boğuluyorlar.

Sokullu “Kardeşlerim! Yoldaşlarım! Hem Kur’an okuyalım, hem Allah’ı zikredelim! Böyle yola devam edelim. Çünki bundan onun nâşı mahzuz olacaktır. Sultan Selim bizi bekliyor, yola devam edelim” diyor. Kanuni’nin ordusu da, “Derdimize derman Kur’an’dır. Din ve imanımız, Kur’an’dır! Din’le, Kur’an’la, İman’la, bugünlere geldik. Yine onlarla yürüyelim” diyerek ve gözyaşları sel olmuş vaziyette, Belgrad’a dönüyorlar. [Zuhuri Danışman, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, 7, 107]

2) Preveze zaferinde Kur’an

28 Eylül 1538’de Preveze’de düşman Andrea Doria’nın (Anderya Dorya) komutasında tam 600 harp gemisi ile karşımıza çıkıyor. Bunun karşısında Barbaros’un komutasında sadece 122 adet gemi vardır. Düşman zaferden o kadar emindi ki, akşam Anderya Dorya’nın komutanlık gemisinde, bir dans partisi verilmiş ve Osmanlı toprakları harita üzerinde taksim edilmişti. Ertesi sabah harp başlamış; ne hikmettir ki, rüzgâr da tamamen Müslümanların aleyhine esmeye başlamıştı. Bunu gören Barbaros, hemen gemilerin her iki tarafına da birer levha yazdırıp, asılmasını emretmişti. Levha’nın birinde, “İnnâ fetahnâleke fethan mübîna: (Biz sana zâtımızla-azametimizle-sıfatımızla-ef’âlimizle doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik)” [Fetih suresi, 1], diğerinde ise, “Nasrun minallahi ve fethun karîb: (Allah’tan bir yardım ve çok yakın bir fetih)” yazıyordu. Derken rüzgâr sâkinleşmiş, Barbaros bir taraftan, Turgut Reis diğer taraftan Haçlı donanmasını çevirmiş ve mahvetmişlerdi.

Preveze’de mağlup olan İspanya Kralı, ordusundan kalanlar ile Cezayir’e saldırmış, Barbaros’tan böyle intikam almak istemişti. Ama Cezayir’de Barbaros’un oğlu Hasan da bir avuç Müslümanla ona unutulmaz bir ders vermiş, mağlup etmişti.

İspanya Kralı o kadar perişan olmuştu ki, Cezayir’den kaçarken 10 kilometrelik yolu, 4 günde ancak alabilmişti. Ve o kadar perişan bir duruma düşmüştü ki, artık dayanamadı, başındaki altın tâcı çıkarıp denize fırlattı. Ve arkasından şöyle feryad edip ağladı: “Beni bırak artık ey zavallı oyuncak! Belki sana layık bir başka baş bulunur. Benden sana elveda!” [Zuhuri Danışman, a.g.e., 6, 206]

3) Batı’dan bir örnek: Kur’an ve Lord Gürzon

İkinci Cihan harbinin meşhur İngiliz Başbakanı Lord Gürzon’dan, İngiliz parlamenterleri, İslâm âlemindeki (Hindistan, Pakistan’daki) kıyam ve gelişmeler hakkında Avam Kamerasına bilgi vermesini isteyince, Lord Gürzon “Yarın bilgi vereyim” diyor. Ertesi gün Gürzon’un dosyalarla geleceğini zanneden İngiliz parlamenterler, elinde sadece bir Kitap’la kürsü’ye çıktığın görüyorlar. Ve Lord Gürzon diyor ki: “Bu Kitap (Kur’an-ı Kerim) dünyada durdukça ve Müslümanların elinde bulundukça bize rahat yok! Biz rahat edemeyiz ve onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, ya bu Kitabı ellerinden tam almalı veya hiç değilse onları bundan soğutmalıyız ki, onlara hâkim olabilelim.”

İşte bunun içindir ki, son devrin meşhur İngiliz yazarlarından T. W. ARNOLD şöyle diyor: “Bu yayılma, kılıç zoruyla değil, kılıçtan daha müessir olan ruhi temizlik, sâf iman, ilim ve irfan kuvveti ile olmuştur.” [Yukardaki olay bazı kaynaklarda şöyle anlatılmaktadır: “O sırada Başbakan olan Gladstone, 1882'de parlamentoda eline Kur'an'ı alarak yaptığı konuşmada Mısır Müslümanlarını kastederek, "Bu kitap bu Müslümanların elinde kaldıkça İngilizler hiçbir zaman onlara hâkim olamayacaklardır. Yegâne çözüm, Müslümanları Kur'an'dan uzaklaştırmaktır." sözünü söylemiştir.]

Tarih şuna şahittir: Takva sahibi âlim bir tüccar İslâm âleminden kalkıp, Endonezya’ya gidiyor. Orada gösterdiği dürüstlük ve ruhi cazibesi ile… Halka gösterdiği hüsn-i muamele ile adalet ve merhamette herkesi kendine hayran bırakıyor. Bunu gören Endonezya halkı da, bir iki va’z ve nasihatle bir iki de Kur’an ve ezan dinleyerek hemen Müslüman oluyorlar.
Gerçekte de Endonezya’da olduğu gibi, Asya’nın ve Afrika’nın büyük bir kısmını tenvir eden İslâmiyet oralara kılıç zoruyla değil, Kur’an’ın ve Ezan’ın manevi te’siri ile ve İslâm’ın güzelliği ile girmiştir.

Nitekim 1995’li yıllarda İstanbul’daki Kur’an Kurslarını ve Talebe Yurtlarını ziyaret eden ve eski parlamenterlerimizden Ali Ak Bey’in misafiri olan Avustralya’lı bir profesör şu itirafta bulunuyor: “Bizim Avustralya’da en büyük yeminimiz 50 sene öncesine kadar ne idi bilir misiniz?” Talebeler, “Hayır”, deyince prof.: “Öyle ise bilin ki, en büyük yeminimiz şu sözdü: ‘Bak şimdi Türk gibi söylüyorum’ dedi mi bir Avustralyalı, akan sular durur ve ona herkes inanırdı” diyor.

***

İslâm’da ve Kur’an’da reform heveslileri ve düşündüren âkıbetleri

Dinde Reform ile alakalı konferans vermek üzere Konya’ya giden bir zamanların Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin konferans akşamı kırılan karyoladan düşüp ölmesi… Düşündürücü ve ibretlik bir hadise değil mi?

Onkolog Dr. Haluk Nurbaki, “Bay Necati'nin ölümü” başlıklı yazısında şunları anlatıyor:

“Rahmetli babam o zamanlar Konya'nın tek gazetesi olan ‘Babalık’ gazetesinin başyazarı idi. Ondan işittiğim şu olayı aynen naklediyorum:

‘Devrin ilk Maarif Vekillerinden (Milli Eğitim Bakanı) Necati Konya'ya gelmiş ve Latin harflerinin üstünlüğü(!)nü anlatmak üzere bir konferans düzenlemişti. Şehrin her tarafına yapıştırılan ilanlarda:

‘Eski Harflerle Birlikte Kur'ân'ı da Tarihe Gömdük’ yazıyor ve konferansın ertesi gün saat 10:00’da verileceği belirtiliyordu.

"Akşam, mükellef bir ziyafet verildi. Yemekten sonra Bay Necati ani bir apandisit krizine yakalandı ve hemen hastaneye kaldırılarak ameliyat edildi. Gösterilen itinayı anlatmaya lüzum yok, bütün hastahane hatta Konya ayakta idi. Bay Necati kurtulmuş, fakat ne çare ki haddini aşarak Kur’ân'a dil uzatmıştı. Gece yarısı imkânsız denebilecek bir şey oldu ve Bay Necati’nin yatağı yan demirinden kırıldı. Hasta yere düşmüş ve ameliyat yeri patlamıştı. Ertesi gün saat 10:00’da, yani konferansın yapılacağı bildirilen saatte öldü. (Biyografiler 1929’da Ankara’da öldüğünü yazıyor, ayrıntıya girmiyorlar.)" [Zafer Dergisi, Eylül 1994 sayısı]

Sitemizdeki bu mevzuda kaleme alınmış diğer yazılara da bakmakta fayda mülahaza ediyorum. Mesela vakti olanlar lütfedip hiç olmazsa şu linklere de bir göz atmalıdır. 

http://halisece.com/sorulara-cevaplar/873-kur-an-i-kerimi-okumayi-bilmeyenlerin-ahiretteki-kaybi.html

http://halisece.com/sorulara-cevaplar/981-kur-an-i-kerim-in-sirri.html