Es selamu aleyküm Hocam,
Hayrli geceler.. Tasavvufta iki ayrı yolda yürümek mümkün mü, bir sakıncası olur mu?
*******
Ve aleykümü’s-Selam.
Öncelikle şunu belirtelim: Herkesin hür iradesi kendi elindedir; kim, nereye isterse oraya gider. Kimse kimseyi zorla bir yerlerde tutmaz. Bu maddi alanda da böyledir, manevi sahada da… Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) dâhil bütün peygamberlerin (aleyhimüsselâm) vazifesi de, “tebliğ”den ibarettir. Ötesi Mevlâ-yi zû’l-Celâl’e kalmıştır.
Şimdi de gelelim meselenin bâtınî cihetiyle alakalı umdelerine…
Atalar sözüdür bilirsiniz; bu gibi tasavvufî-manevî yolların müntesiplerini ikaz sadedinde, “Çatal kazık toprağa gitmez” derler. Eğer mahzuru olmasa hiç böyle söylerler miydi? Ya da basit manada sorayım: Çatal kazık toprağa gider mi? Binaenaleyh her tarafta olmak, her yolda her mehâfilde bulunmak isteyenin sonu, herhalde ber-taraf olmaktır!
Tasavvufta aslolan, ekseninde bulunduğu merkeze tam ve kâmil manada bağlılıktır. İstikamet, sadakat, teslimiyet ve itaattan taviz vermemektir. Bu hususta Merkez Efendi (k.s.) hazretlerinin sözleri hem çok mânidâr, hem de her maneviyat yolcusuna rehber olacak mahiyettedir. Malumunuz, üstâzı ve hocası Sümbül Sinan (k.s.) hazretleri bir gün kendisine,
- “Evladım Hızır geldi, arkadaşların görüşüyorlar, sen neden gitmiyorsun?” diyor. Üstâzının, bu sözleri üçüncü defa tekrarında Merkez Efendi;
- “Hızır’dan bana ne, hâzırım da sensin Hızır’ım da sensin benim” diye cevap verince, üstâzı pek ziyade memnun olup,
- “Şimdi buldun merkezi” diyerek iltifat buyururlar. Ve bundan sonra çok büyük manevi derece ve makamların, keşif ve kerametlerin sahibi olur Merkez Efendi (k.s.) hazretleri…
Ve yine benzer durumlar hakkında büyüklerimiz, “Karga, kekliği taklit edeyim demiş; kendi yürüyüşünü şaşırmış” tabirini de kullanırlar.
Bilindiği gibi insanların manevi-bâtıni bünyeleri, ahlâkî meziyetleri; yetiştikleri, talim ve terbiye gördükleri çevreye göre şekillenirler. O bakımdan görgüleri, bilgileri, maharetleri, hâl ve hareketleri / davranışları, âdap ve usûlleri birbirinden farklı olur. Tıpkı fıtratlarındaki farklılık gibi…
Buna rağmen bazı insanlar, özenti hastalığına yakalanarak ya da nefsanî tatminsizlikten (rûhî demiyorum) dolayı başka bağa-bahçeye-bostana göz dikip, hakları veya gereği olmadığı halde oralardan da bir şeyler almanın peşine düşerler... Bu hareket tarzı umumiyetle menfi neticeler ortaya koyar. Bu türlü insanlar, içinde bulundukları manevi atmosferden hakkıyla tefeyyüz edemedikleri gibi, elde etmek istedikleri diğer şeylerden de gereğince faydalanamaz, hatta kendi tabiî hâllerini de kaybeder zavallı durumuna düşerler. Tabiri caizse, “Dimyat’a pirince (!) giderken evdeki bulgurdan da olurlar”… Yani bulunduğu yerde kendi adına kırık-dökük de olsa bir şeyler elde etmiş ve ediyorken, Allah korusun, onları da kaybederler!
Hâsılı; kendi yoluna başka yollar ekleyen, ne kendi yolundan ne de başkasınınkinden bir şey elde edebilir!
Cenab-ı Mevlâ hiç kimseyi “İki câmi arasında kalmış bî-namaz” konumunda bırakmasın. Şaşkın ördek misâli engin sulara şuursuzca daldırmasın. Hop oturup, hop kaldırmasın. Yürüdüğümüz feyz-i Muhammedî yolunda sabit kadem kılsın. Kendini akıllı sanıp aldananlardan eylemesin.
Rabbim celle şânuhu cümlemize, üzerinde yürüdüğümüz sırat-ı müstakiminde, nûr ve feyz yolunda istikamet ve sadakatle, teslimiyet ve itaatle ber-hayat olup, kâmil bir imanla teslim-i ruh edebilmeyi nasip ve müyesser eylesin.