Mrblar
Hocam size bazı şeyler sormak istiyorum müsadenizle.
* Mümeyyiz nedir? Büluğa ermiş kişilere de mümeyyiz denir mi
* Mücazat edici ne demek? Allahü teala hakkında bu ifadeyi kullanmak
küfür olur mu?* Beni İsrail ne demek Bir ırk mı yoksa kafir sınıfı mı? Yani hem Beni İsrail den olan ve hem de Müsliman olan birisi diye bir şey olabilir mi? Beni İsrail Cennete girebilirmi? Yâkub aleyhisselamın oğullarına Beni İsrail denmesi doğrumudur?
Şimdeden teşekkürler.
mertoğlu barış – gmail
*******
Selamün aleyküm.
Merhabalar kardeşim;
1- “Mümeyyiz” lûgatte; temyiz gücüne sahip, temyiz eden, iyiyi-kötüyü seçen, ayıran, doğru ve yanlışı ayırt edebilen demektir. İslâm fıkhında-hukukunda ise, yedi yaş ile büluğ çağı arasında bulunan çocuk demektir. Bülûğa ermiş genç, diğer şartlar da mevcutsa şayet artık reşit sayılır, ona mümeyyiz denmez. Çocuk filasıl yedi yaşından itibaren tam vücûb ehliyetini almıştır, lehine ve aleyhine olan hak ve mükellefiyetlere sahiptir. Ehliyet lûgatte ‘yetki; elverişli, lâyık ve yeterli olmak’ anlamlarına gelir. Fıkıh tabiri olarak, kişinin dinî ve hukukî hükümlere muhatap olmaya elverişli oluşunu ifade eder. Başka bir ifadeyle, insanların leh ve aleyhindeki hak ve sorumluluklara muhatap olabilmesi halidir. İnsanın şer'î hitaba ehil ve muhatap oluşu, akıl denilen anlama-kavrama, düşünme ve ona göre davranma kabiliyetine sahip bulunmasıyladır. Kişinin bu anlamdaki ehliyet ve sorumluluğuna ehliyetü'l-hitap denir. Fakat bu devrede çocuğun aklı tam manasıyla olgunlaşmadığı için ‘eda ehliyeti’ eksiktir. Edâ ehliyeti; bir borcu ödeme, verme, yerine getirme demektir. Binaenaleyh İslâm hukukunda mümeyyiz çocuk, reşid durumdaki insandan mâlî tasarruflarda ve hukûkullah mevzuunda farklı hükümlere tâbidir. Mesela mâlî tasarrufları sırf menfaatine olanlar, sırf zararına olan tasarruflar, mahiyet (nitelik) bakımından faydalılık ve zararlılık arasında değişiklik gösterebilen tasarruflar olarak değerlendirdiğimizde, bu üç kısımda da mümeyyiz çocuk kendi başına îfâ-infaz ve icrâda bulunamaz. Bu tür işleri ancak velîsi ya da vasîsinin izniyle yapabilir. Hukûkullah mevzuunda ise imanı ve yaptığı diğer bedenî ibadetler -edâ ehliyeti noksan da olsa- sahihtir / geçerlidir. Çünkü bunlar tamamen onun menfaatinedir. Ancak bunların mümeyyiz tarafından eda edilmeleri vâcip / farz değildir. [Bkz. Muhtelif lügat ve mu’cemler, fıkhî eserler; Ayrıca bkz. Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, Bağdad, 1405/1985, s. 97] Meselenin detayı için İslâm hukukuna dair temel fıkıh kitaplarına müracaat edilebilir.
***
2- “Mücâzât edici” demek, karşılık veren demektir. Binaenaleyh bir iyiliğe mukabil mükâfat vermeye de, bir kötülüğe karşılık cezâ vermeye de mücâzât denmektedir. Kur’an-ı Kerim’de bu mefhum, be-tahsis bu manalaradır. Cenab-ı Mevlâmız hakkında bu ifadeyi kullanmak niçin küfür olsun! O hem mükâfatlandırır, hem de cezalandırır. Yaptığından dolayı kimseye de hesap vermez. Böyle bir ifade de küfür olmaz. Ancak Türkçemizde bu kavram, daha çok ‘kötülük karşılığında verilen ceza’ anlamında kullanılmaktadır. Bu mevzuda unutulmaması gereken önemli bir nokta ise, kelime ve kavramların karşılıklarının sadece lugavî manadan (sözlük anlamından) ibaret olmadığıdır. Nitekim İlm-i Vazı‘ye göre lugavî mananın dışında ıstılâhî, örf-i âm ve örf-i hâs manaları da vardır. Bunları bilmeden, etraflıca değerlendirmeden bir ibareye, hele hele ayet ve hadislere doğru mana verilemez, sıhhatli bir hüküm ortaya konulamaz, hata ve noksanlardan uzak kalınamaz.
***
3- “Beni İsrail ne demek Bir ırk mı yoksa kafir sınıfı mı? Yani hem Beni İsrail den olan ve hem de Müsliman olan birisi diye bir şey olabilir mi? Beni İsrail Cennete girebilirmi? Yâkub aleyhisselamın oğullarına Beni İsrail denmesi doğrumudur?”
- Benî İsrâîl, İsrail oğulları demektir. İsrâîl, Yakûb aleyhisselamın lakabıdır. Onun nesline Yakub Nesli veya Yâkub Oğulları yerine İsrail nesli manasında, "İsrâîl Oğulları" denmiş ve o şekilde anılmışlardır. Yani Yakub aleyhisselâmın oğullarına Benî İsrâîl denilmesi doğrudur, bunun yanlış bir tarafı, tereddüt edilecek bir yanı yoktur. Bu ırka aynı zamanda “İbrânî” ve “Yahûdî” de denilmektedir.
Hz. Yâkûb, Hz. İshak'ın oğludur. Hz. İshak da Hz. İbrahim'in oğludur. Hz. İbrahim'in hanımı Sâre validemizin çocuğu olmuyordu. Fakat Allah’ın lütfu ile 97 yaşında Hz. İshak'ı dünyaya getirdi. Kur’an-ı Kerim’de bu husus şöyle beyan olunmaktadır:
“(İbrahim’in) karısı (Sâre) bir çığlık atarak geldi ve elini yüzüne vurarak, ‘Ben kısır bir kocakarıyım, nasıl çocuğum olur?’ dedi. Misafir melekler: ‘Evet bu böyledir. Rabbin böyle buyurdu. Hakikaten O hüküm ve hikmet sahibidir. Her şeyi hakkıyla bilir.’ dediler.” [Zâriyat suresi, 29-30]
Hz. İshak'ın da iki oğlu oldu, biri Ays, öbürü de Yâkûb. Yâkub aleyhisselâm, babası ve dedesinin memleketi Kenan ilinde (Filistin) ikamet etti. 12 oğlu vardı ki, işte Benî İsrâil bunlar ve onların nesillerinin devamıdır. Hz. Yâkûb'un küçük oğlu Hz. Yûsuf'un, kardeşleri tarafından kuyuya atılması ve köle diye satılması, İsrail Oğulları’nın içinde daha ne kötülerin ve kötülüklerin olabileceğinin âdeta bir habercisi gibidir.
Görüldüğü üzere “Benî İsrâîl” bir ırkın, bir neslin adıdır. Mutlak manada bir kâfir sınıfı-güruhu anlamında değildir. Her ırkta, her kavim ve millette olduğu gibi, az da olsa Yahudilerden de hidayete erenler vardı. Nitekim Asr-ı Saadet’te Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) Benî İsrâil’den yani Yahudilerden de iman edenler oldu. İman kimsenin tekelinde değil. Kim iradesini samimi olarak o yönde kullanırsa, Allah Teala ona imanı nasip eder. Hangi ırktan, hangi milletten olursa olsun… Ve iman edip Müslüman olan her mü’min gibi, onlar da Cennet’e girecekler şüphesiz. Yeter ki tam anlamıyla İslâm’a girip mü’min olarak ruhlarını teslim edebilsinler… Ama tabii birilerinin-bazılarının dediği gibi, Müslüman olsun olmasın Yahudi ve Hıristiyanlar da Cennet’e gidecek değil elbette… O apayrı bir sapıklık. Allah korusun bunu söyleyen ve buna inanan kişi iman sınırlarının dışında kalır. Ebedî Cehennemlikler zümresine dâhil olur. Ancak Yahudilerin dalâlette çok ileri gittikleri de gün gibi aşikâr bir gerçektir. Bu sapkınlık ve azgınlıklarından bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
- Musa aleyhisselam Tur dağına gidince, bunlar dinden çıktı, buzağıya taptı. İki grup, buzağıya tapanlar ve tapmayanlar birbirleriyle öldüresiye çarpıştılar. Bir rivayete göre 70 bin İsrailli öldü. [Tefsir Taberi, 2/73 ; Tefsir Tantâvî, 1/91] Sonra pişman olup tevbe ettikleri için, Yahudi denildi. Yahudi, doğru yolu bulucu / bulan demektir. Fakat bugün ne halde oldukları, ne denli sapıttıkları da ortada… Hatta sadece İslâm âlemine de değil, hemen her alanda topyekün dünya milletlerine çektirdikleri inkâr edilemez bir gerçek!
- Yahudiler, peygamberleri Hz. Musa’ya çok eziyet etti.
- Keza bazı peygamberleri şehit ettiler. Kur'ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde, Yahûdiler tarafından öldürülen peygamberlerin isimleri sarahaten belirtilmez. Ama bu durum, o kadar açıktır ki, Yahûdilerden bu mevzudaki âyetlere itiraz eden kimse çıkmamış, dolaylı yoldan hepsi bu tarihsî suçu, bu meş’ûm fiili kabul etmiştir. Bazı tarih ve araştırma kitaplarında Yahûdiler tarafından öldürülen peygamberler olarak Zekeriyyâ ve Yahyâ aleyhimesselâm ile birlikte başka peygamber isimleri de zikredilir.
- Hz. İsa’yı babasız çocuk diye kötülediler. Annesi Hz. Meryem’e iftira ettiler, onları öldürmek için saldırdılar.
- Ahir zaman peygamberi Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’yı (s.a.v.) zehirlediler. Hz. Osman (r.a.) zamanında fitne çıkararak, halifenin şehit edilmesine sebep oldular. Hurûfîliği meydana çıkarıp, Müslümanları parçaladılar. Asırlarca Allah’ın gönderdiği hak dini / ilahi şeriatleri, peygamberleri yok etmeye uğraştılar. Dini ve şer’î ahkâmı bozup yok etmek için Masonluğu kurdular. 1918’de biten I. Cihan Harbi’nden sonra, din düşmanı olan komünist devletler kurdular. Bir yandan da önce İstanbul, sonra Mısır’da hahambaşı olan Hayım Naum, dünyanın biricik İslam devleti Osmanlıyı yıkmak için, kapitalist ve emperyalist devletler arasında fırıldaklar çevirdi. Neticede, İslam âleminin liderliğini yapan Hilâfet merkezi koca devlet parçalandı. Günümüzde ise halen bu yıkıcı-bozguncu mesailerine hiç ara vermeden devam etmektedirler. İslâm’a ve Müslümanlara karşı olan kinleri-düşmanlıkları olanca hızıyla sürmektedir. Onun içindir ki Mevlamız Kelâm-ı Kadîm’inde Habîbine hitaben buyuruyor ki:
“İman edenlere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve Allah'a ortak koşanları (müşrikleri) bulursun. Ve yine iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da, ‘Biz Hıristiyanlarız’ diyenleri bulursun. Çünkü onların içlerinde keşişler ve rahipler vardır. Ve onlar büyüklük taslamazlar.” [Mâide suresi, 82]
Benî İsrail’in yaptığı bu kötülüklere mukabil hangi cezaya, azaba çarptırıldıklarını ise Kur’an-ı Kerim şöyle haber veriyor:
“(Rasûlüm) De ki: Allah katında cezaya çarptırılma bakımından bunlardan daha kötüsünü size haber vereyim mi? Allah, kimlere lânet etmiş ve gadabına uğratmışsa; kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytana tapanlar yapmışsa, işte bunların makamı daha kötüdür ve onlar düz (doğru) yoldan daha çok sapmışlardır". [Mâide suresi, 60]
Bu âyet-i celilenin delâletine göre, Beni İsrâil'in uğradığı kötülüklerinin bir kısmının özeti şunlardır:
a) En kötü bir şekilde cezalandırılmaya müstehak olan bir kavimdir;
b) Allah'ın lânetlediği (mel'ûn) bir kavimdir;
c) Allah'ın gadab ettiği kavimdir (Mağdûbu aleyhim);
d) Allah'ın, onların bazılarını maymun, bazılarını domuz yaptığı bir kavimdir;
e) Allah'ın onların bazılarını Tâğût’un kulları yaptığı, Şeytan kulu bir kavimdir;
f) En kötü menzilde ve en şerîr derekede olan bir kavimdir;
g) Sırat-ı müstakîmden, Allah'ın doğru yolundan sapanların en sapıklarıdırlar!
Rabbimizin (c.c.) “daha kötüsü” buyurduğu bu cezanın, bu çirkinlik ve rezilliklerin üzerinde, dünyada daha ne gibi kötü bir şey olabilir ki! Tabii ahiretteki Cehennem azabı müstesna...
"Bozgunculuk yapacak ve kan dökecek bir kavim"
Topyekün kâinatı, mahlûkatı ve insanı yoktan var eden Allah Teala, Hz. Âdem’in yaratılacağı toprağı getirmek için Azrâîl aleyhisselâmı vazifelendirdi. O da yeryüzünün her yerinden, her renginden; karasından-kırmızısından-bozundan, güzelinden-çirkininden, temizinden-pisinden, kokmuşundan-murdarından velhasıl her çeşidinden toplayıp getirmişti. [İbn-i Esîr, el-Kâmil fi't-Târih,1/27-28; Sünen-i Ebi Dâvud, 2/634 (4693); Sahîhu't-Tirmizî, 5/204 (2955)]
İnsanın ilk yaratılışıyla alakalı bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle beyan olunuyor:
"Hatırla ki, Rabbin meleklere; ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’, dedi. Onlar da, ‘Bizler hamdinle seni tesbîh ve seni takdîs edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak / bozgunculuk yapacak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın?’ dediler. Allah da onlara, ‘Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim’, buyurdu.”[Bakara suresi, 30]
Bu âyet-i kerimede dile getirilen "bozgunculuk yapacak ve kan dökecek" ifadesiyle, Yahudi kavminin bu pis vampir karakterinin değişmeyen cibilliyeti mi haber verilmişti acaba, diye düşünmeden edemiyor insan… Allahu â‘lem, Benî İsrail'in Siyonistleri, bu toprak çeşitlerinin en kötüsü, en pis ve en kokuşmuşundan nasiplerini almışlar olsa gerek.
Yani, mayaları toprağın en çirkefi…
Ruhları İblis'in racîm ve lânetlenmiş ruhuyla yoğrulmuş…
Katil Kâbil'in damarından gelmiş…
En kötü Tâğûtî insan tipi olarak o gün bugün, insan kanı dökmekle vampirleşmiş…
Dünyanın ve özellikle de İslâm âleminin başına bela olmuş, bir mikrop, bir virüs, bir habis ur haline gelmiş...
Bunların tarihleri, baştan sona hep böyle kan döken, öldüren, insanlık düşmanı kâtil bir kavim olarak geçmiş…
El’an / hâlen de;
- Mâsum insanları,
- Yataktaki çocukları, beşikteki-kucaktaki bebekleri,
- Hasta, yaşlı, engelli, sandalyeye mahkûm kötürüm insanları, kadınları,
- Bilhassa düşman olduğu asâletli milletlerin yetişmiş kıymetli güzide âlim ve önderlerini, hatta teknik elemanlarını dahi öldürmekten çekinmeyen…
- Bağları-bahçeleri-zeytinlikleri harap eden, yakıp yıkan,
- Hayvanları ve dahi bulduğu-gördüğü, kendisinin olmayan her canlıyı katleden…
En aşağılık terörist, eşkıya bir güruh olarak mukaddes bir beldeyi-bölgeyi Kuds-i Şerîf'i ve Mescid-i Aksâ'yı, Müslümanların zâ'fından bilistifade kirletmeyi, kan dökmeyi sürdüren bir kavimdir Yahûdi… Benî İsrâil!
“Qaatelehumullâh!”
“Lânetullâhi aleyhim ecmaîn!”