Farz namazlardan sonra okuduğumuz tesbih-tahmid-tekbir ve zikir esnasında kullandığımız ve adına “tesbih” dediğimiz boncukları kullanmak bid’at mıdır değil midir?



Belki bu soru pek çoğumuza abesle iştigal gibi gelebilir. Asırlardır Müslümanlar arasında yaygın olarak kullanılan bu şeyin bid’at olması düşünülebilir mi, diye akıllarından geçebilir. Ama maalesef zaman-zaman gündeme geldiği de bir gerçek… Bu çalışmayı da o vesileyle yapmış olduk.

Dilerseniz mevzuyu evvela bid’at diyenlerin görüşleri açısından ele alalım… 


Onlar diyorlar ki; “Boncuklarla yapılan tesbih bid'attır; çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.v.) zamanında olmayıp, O'ndan sonra icad edilmiştir. Lugat âlimleri, ‘tesbih'in yeni bir kelime olduğunu ve Araplar'ın bu kelimeyi tanımadığını söylerler. Bu itibarla nasıl olur da, Rasûlullah (s.a.v.), ashabına bilmedikleri bir şeyi tavsiye eder?

İbn Vaddah el-Kurtubi, Salet b Behram'dan rivâyet ettiği bir eserde; "İbn Mes’ud boncuklarla tesbih çeken bir kadına uğrar, onları kopartıp atar. Sonra da taşlarla tesbih çeken bir adama gelir ve ayağı ile vurur. Ardından şöyle der: "Çok ileriye gittiniz! Karanlık bid'atlara daldınız! Hz. Muhammed’in (s.a.v.)'in ashabını ilimde geçtiniz!" [1]

Boncuklarla tesbih çekmek Rasûlüllah’ın (s.a.v.) yoluna muhâliftir Bu mevzuda Abdullah b. Amr şöyle der: "Rasûlullah’ı (s.a.v.) sağ eliyle tesbih ederken gördüm " [2]

Diğer taraftan biri gelip de, parmaklar ile olan tesbihin, adet çoğaldıkça sayısının muhafazasının imkânsız olduğunu söylerse, ona şöyle deriz: Bu karmaşıklığa sebep, diğer bir bid'attır. Yani dinimizde gelmediği şekilde, Allah Teâlâ'nın çokça belirli bir sayıda zikredilmesidir…. Sahih sünnette sabit olan en çok zikir adedi yüz'dür Bunu da âdet edinen kişi kolaylıkla, yanlışsız bir şekilde yapabilir. Parmaklarla tesbihin daha faziletli olduğuna ittifak etmelerine rağmen, boncuklarla yapılan tesbih, parmaklarla sünnet olan tesbihi fiilen bitirmiştir.” [3]

Bildiğimiz tesbihlerin kullanılmasının bid’at olduğunu söyleyenlerin görüşleri böyle…

***

Şimdi de gelelim bunun bid’at olmadığını, bilakis sünnet olduğunu söyleyenlerin görüşlerine…

Feyyûmî el-Misbah’da şöyle dedi: “Allah (c.c.) mahlûkatı ibdâ’ etmekle ibdâ’ etti, yani onları modelsiz olarak yarattı. Ebda’tü ve Ebda’tühü onu çıkardım ve ihdâs ettim demektir. Bu mana’dan olarak muhâlif hale bid’at denilmiştir. Bid’at ibtida’dan isimdir. Yükseklik manasına gelen rif’at irtifa’dan geldiği gibi… Genelde bid’at tabiri dinde noksanlık yahut fazlalık olan şeylerde kullanılmıştır. Lakin bunların da bir kısmı kimi zaman mekruh olmaz ve mubah bid’at olarak isimlendirilir.”

Hadis-i şerifte buyruldu ki: “Kim İslâm’da iyi bir çığır açar da, kendinden sonrakiler onunla amel ederlerse, onunla amel edenlerin sevaplarının aynısı, o çığırı açan kimseye yazılır ve öbürlerinin sevaplarından da hiçbir şey eksiltilmez. Kim de İslâm’da kötü bir çığır açar, kendinden sonrakiler de onunla amel ederlerse, onunla amel edenlerin günahlarının aynısı, o kötü çığırı açan kimseye yazılır ve öbürlerinin günahlarından hiçbir şey eksiltilmez.” [4]

Hz. Ömer’in (r.a.)“Bu ne güzel bir bid’attir”, [5] sözü bu nevidendir. Bu (terâvîh namazının topluca kılınması) hayırlı fiillerden olunca ve methedilen fiillere dâhil bulununca, onu bid’at diye isimlendirip methetmiştir. Çünkü Nebi (s.a.v.) onu bu şekliyle onlara sünnet kılmamıştır. Onu bazı gecelerde kılmış sonra da terk etmiş, ona devam etmemiş, onun için insanları toplamamıştır.

Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) işlediği mubahların tamamı ümmet tarafından bilinir, görülmüştür diyemeyiz. Nitekim kendisi işlediği zaman, ümmetine farz olması yahut meşakkatli hale gelmesi korkusuyla bazı mendupları kasten terk etmiştir. O yüzden kim Rasûlüllah’ın (s.a.v.) bir şeyi yapmadığını söyleyerek, o şeyin haramlığını iddia ederse, hakkında delil bulunmayan bir şeyi iddia etmiş olur.

Bida’atle murad edilen, Şeriatın kendisine delalet edeceği aslı bulunmayan şeyler türünden yapılan icatlardır. Şeriat’tan kendisine delalet edecek bir aslı bulunan şeyler ise, lugat olarak her ne kadar bid’at tabir edilse de şeriat’ça bid’at değildir.

Nevevî (rh.) şöyle demiştir: Rasûlüllah’ın (s.a.v.) “Her bir bid’at sapıklıktır” sözü, sınırlandırılmış bir umûmî hükümdür. Kastedilen bid’atların çoğunluğudur.

Lugat âlimleri demişlerdir ki; bid’at demek, geçmiş misâli/aslı olmadan yapılan her bir iştir. 

Âlimler de bid’atın beş kısım olduğunu söylemiştir:

Vacip, mendub, haram, mekruh ve mubah.

Vacip olan bid’atlerden birisi, kelam âlimlerinin mülhid ve bid’atçılara karşı delilleri ortaya koymaları ve benzeri şeylerdir.

Mendub olan bid’atlerden biri de ilmî eserler yazmak, medreseleri, tekkeleri ve buna benzer hizmet mahallerini bina etmektir.

Mubah olan bid’atlerden biri de değişik yemekler ve benzeri şeylerde genişliktir.

Haram ve mekruh olan bid’atler ise açıktır. Bu anlatılanlar bilinirse, hadis-i şerifin aslında manası genel olan fakat sınırları (başka deliller yüzünden) daraltılan bir hadis olduğu da kolayca anlaşılır.

Hz. Ömer’in (r.a.) “Ne güzel bid’at” sözü de bunu teyid etmektedir.

İmâm Şafii (rh) şöyle demiştir: 'Şeriattan dayanağı olan her şey, selef (öncekiler) onu yapmasa da bid’at değildir. Zira selefin onunla amel etmeyi terk etmesi, bazen o anda kendileri için mevcut olan bir mazeret sebebiyle… Veya ondan daha üstün bir şey vesilesiyle… Yahut da onun bilgisi tamamına ulaşmaması dolayısiyle olmuş olabilir.' 

İmâm Dârimi (rh.), Sünen'inde yaptığı bir rivâyette, Ebû Mûsa'l-Eş’arî, Mescidde ellerinde küçük taşlar bulunan insanlardan meydana gelen bir zikir halkası görmüştü. Birisi, yüz defa tekbir getirin, diyor, yüz defa tekbir getiriyorlardı. Sonra yüz defa lâ ilâhe illallâh deyin diyor, onlar da yüz defa lâ ilâhe illallah, diyorlardı. Yüz kere sübhanallah deyin, diyor onlar da yüz defa sübhanellah diyorlardı. Ebû Mûsâ'l-Eş'ari bunu hayırlı bir iş, İbn-i Mes'ud da bid’at olarak gördüklerini söylüyorlardı. Yani taşlarla topluca zikretmeyi bir sahabi güzel ve hayır diğeri de bid’at ve şer olarak görmüştür.

Yine Sahabilerden bazıları, Kur’an’ın toplanıp Mushaflaştırılmasını, Rasûlüllah (s.a.v.) tarafından yapılmadığını söyleyerek bid’at diyorlardı. Hz Ömer (r.a.) ise bid’at olarak görmedi. Hz. Ömer’in teravih namazını cemaatle kılma uygulamasına da bazı sahabe bid’at demiştir.

Kimi âlimlerin sahabi kavlini hüccet-delil görmediği rivâyet edilse de İslâm âlimlerinin Cumhuru (ekseriyeti-çoğunluğu) onu delil görüp, bağlayıcı kabul ederler.

Hanefîler de onlardandır. Hatta bazı rivâyetlerde, bunu, İslâm âlimlerinin sadece cumhuru değil, hepsi kabul eder. Yanlız bir sahabî kavline zıt başka bir sahabî kavli varsa, tercihe gidilir; içlerinden birisi alınır. [6]

Sûfiyye/maneviyat erbabı da burada sahâbeden birçoklarının fiilini ve Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) takrirî sünnetlerini esas olarak almış, başka birisinin sözünü almamıştır. Başka birçok delilden istifâdeyle Abdullah İbn-i Mes'ud'un değil de, Ebû Mûsâ’nın (r.anhüma) kanâatini seçmişlerdir.

Evet, Abdullah İbn Mesud'un (r.a.) Sünneti muhafazadaki hassasiyeti her türlü takdirin üstündeydi; lakin öte yanda Rasûlüllah’ın (s.a.v.) takrirleri ve sahâbeden (r.anhüm) taşlarla tesbih edenler de vardı. Nitekim bu taşlarla zikir hususunda İmâm Celâleddin es-Suyûtî müstekil bir risale de yazmıştır. Ondan istifâdeyle aşağıya birkaç rivâyet alıyoruz.

Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâi, İbn Mâce, İbn Hibbân ve Hâkim Sa'd İbn-i Ebî Vakkas’tan (r anh) rivâyet etmişler. Tirmizî bu rivâyetin hasen, Hâkim de sahih olduğunu söylemişlerdir. Hz. Sa'd ve Nebî (s.a.v.) bir kadının yanına girmişler… Kadının önünde hurma çekirdekleri veya küçük taşlar vardı; tesbih ediyordu. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) “Bundan daha kolay” veya (râvînin tereddüdü) “daha efdâl olanı sana haber vereyim mi?” buyurdu. Burada da inkâr / reddetme / kabul etmeme gibi bir durum bulunmayıp, takrir/tasvip vardır.

Ahmed İbn Hanbel, ez-Zühd'de Yunus İbn Ubeyd'in (rahımehumallah) anasından şöyle dediğini rivâyet etti: “Ebû Safiyye'yi -ki O Rasûlüllah’ın (s.a.v.) ashabındandı ve komşumuz idi- küçük taşlarla tesbih ederken gördüm.”

Bu rivâyet benzer bir lafızla, Hilal el-Haffar'ın Cüz'ü’nde, Beğavi'nin el-Mu'cemu's-Sahâbe’sinde ve İbn-i Asâkir'in Târih'inde de mevcuttur.

İbn-i Sad ve İbn-i Ebî Şeybe el-Musannef'te, Sad İbn-i Ebî Vakkas'tan, taşlarla tesbih ettiğini, rivâyet etmiştir.

Ahmed İbn-i Hanbel de Zühd'de, Ebu'd-Derdâ'nın (r.a.) hurma çekirdekleriyle tesbih çektiğini, rivâyet etmiştir. [7]

***

Daha çok tasavvuf ehlinin yaptığı Hatm-i Hâcegân başta olmak üzere sair hatimlerin, zikirlerin halka şeklinde olması ise, sünnet'te yer alan ilim ve zikir halkalarıyla alâkalı nice hadisten alınmıştır. Mesela bunlardan bazıları şöyle:

1) Ebû Vâkıd el-Leysî şöyle dedi: “Rasûlüllah (s.a.v.) ile beraberken, gördük ki, bize üç kişi uğradı. Onlardan biri, halkada bir aralık/açıklık buldu ve oturdu.” [8]

2) “Cennet bahçelerine uğrarsanız (orada) otlanın. (Oralardan faydalanın-gıdalanın.)” Ashap, Cennet bahçeleri de nedir, dediler. "(Cennet bahçeleri) Zikir halkalarıdır" buyurdu. [Tirmizî, Sünen, Deavât, 82. H. no: 3510. A. b. Hanbel, Müsned, c. 3 sh. 150]

Rivâyetleri daha da çoğaltmak mümkün; ancak bizce burada lüzumsuz. Bütün bunlar Sahâbe’nin (r.anhüm) tatbikatıdır. Bu rivâyetler göz önünde bulundurularak, maneviyat ehlince topluca veya tek başına taşlarla zikretmenin bid'at olduğu tarafı değil de, hayır olduğu, güzel bulunduğu tarafı tercih edilmiştir

Şu halde taşlarla zikir Rasûlüllah’ın (s.a.v.) takrirleri ve sahâbe’nin (r.anhüm) amelinden alınma bir sünnettir.

Binaenaleyh takrîrî sünnete dayanan, tesbih-tahmid-tekbir ve zikirleri, tesbihler, taşlar, ipler vs. ile yapmak bid’at değil, müstehaptır, sünnettir.

İbn Sa’d'ın tahric ettiği bir esere göre, Sa’d bin Vakkas (r.a.), küçük çakıl taşlarıyla tesbihlerini sayardı. İmam Ahmed’in de tahric ettiği bir esere göre, Ebû Hureyre’nin (r.a.) de kendisine mahsus, ikibin düğümlü bir ipi vardı; onunla tesbihlerini sayardı. 

Deylemî’nin Firdevsî’den tahric ettiği Hazret-i Ali’den (r.a.) gelen merfû’ bir hadiste şöyle buyrulur: ”Ne güzel hatırlayıcıdır şu tesbih.” Nasreddîn Elbânî bu hadisin mevzu’ olduğunu söylemişse de, Şeyh Abdullah Hererî Habeşî, reddiyesini yazmış olduğu risalede, bu hadisin mevzû’ olmadığını kaydetmiştir.

İmam Suyûtî (rh.) bu hususta el-Minha fi’s-Sebhâ adlı eserinde şöyle diyor: Selef ve haleften hiçbir kimse tesbih ile zikrin sayılmasını mekruh görmemiştir. Bilakis onlardan büyük bir topluluk, zikirlerini tesbih ile sayarlardı.

Ebû Dâvud’un şârihlerinden Muhammed Mahmud Hattab (rh.), el-Menhel’de... Şeyh Halil Ahmed es-Sihâren-forî (rh.), Bezlu’l-Mechûd’da... ve Avnu’l-Ma’bûd’un yazarı, 1486 nolu hadisin şerhinde... Ayrıca el-Mubarekfurî (rh.), Tirmizî’nin 3553. hadisinin şerhinde... Süyutî’nin (rh.) ibaresini naklettikten sonra; ”Tesbih ile, taş ile, zikir ve tesbihlerin sayılmasını bid’at sayanların sözlerine asla bakılmaz, itibar edilmez” demişlerdir.

Bunda asıl, Ebû Dâvud ve başkalarının tahric ettikleri, Sa’d bin Vakkâs (r.a.) hadisidir. O diyor ki: Nebî (s.a.v.) ile birlikte bir kadının yanına gittim. Ne göreyim; önünde hurma çekirdekleri (yahut ufak taşlar) vardı. Onlarla tesbihlerini sayıyordu. Nebî (s.a.v.) ona: "Bundan daha kolayını ve daha faziletlisini sana söyleyeyim: Subhânallahi adede mâ halaka fissemâi. Subhânallahi adede mâ halaka fil’ardı ve Subhanallahi adede mâ halaka beyne zâlike ve Subhanallahi adede mâ huve Halikun Vallâhu Ekberu mislü zâlike velhamdü lillahi mislü zâlike ve lâ ilâhe illâ billâhi mislü zâlike" buyurdu.

Rasûlüllah (s.a.v.) onu, taşlarla tesbih saymaktan men etmemiştir. Eğer mekruh olsaydı men ederdi.

İşte bu hadiste, taşlarla, tesbih taneleriyle tesbih ve zikrin sayılmasına delil vardır. Bu hadisi Tirmizî, Neseî, İbn Mâce, Hâkim ve daha başkaları tahric etmişlerdir. Kaldı ki, Elbânî’nin mevzu’ saydığı Deylemî’nin hadisini, Şevkânî de naklediyor ve mevzû’dur demiyor.

***

Hâsıl-ı kelâm netice-i merâm:

Namaz tesbihlerini parmakla saymak sünnettir, tesbihle de yapmak caizdir. Bid’at olan tarafı, tesbihe üflemek ve dili kıpırdatmaksızın tesbihi devretmektir.

Her hâlukârda hatimler, zikir, tesbih-tahmid-tekbir-tehlil’in (nefy u isbatın) taşlarla, parmaklarla, tesbihle sayılması vârid olmuştur. Mesela Ebû Dâvud, Tirmizî ve Hâkim’in de tahric ettikleri, "Siz kadınlara tesbih, tehlil ve takdis gerek... Parmaklarınızın eklemleri ile bunları sayınız. Çünkü onlar (yaptıklarından) sorumludurlar. Lehte ve aleyhte konuşucudurlar. Sakın ha, gaflete dalmayın; unutursunuz.” mealindeki hadis-i şerif meseleye delildir.

Münâvî (rh.) diyor ki: İmam Suyûtî, Celâleddîn Bulkî’nin (rahmetullahi aleyhima) muasırlarından şunu nakletmektedir: “Bu hadisin zahirine göre, şaşırmaktan emin olan kimseye nazaran parmaklarla tesbih saymak, tesbih ve taşla saymaktan daha efdaldir. Eğer emin olunmazsa tesbih ile yapılması efdâl olur.” 

Nitekim Hz. Âişe (r.anha) annemiz bir ipliğe düğüm atıp, namaz sonrası zikirlerini onunla saymıştır. Âlemlere Rahmet Efendimiz (s.a.v.) onu uyarmış ve ‘parmaklarınla say ki, sonra sana şahitlik etsinlerbuyurmuş... Yani onun yaptığına bir daha böyle yapma dememiş ama tercihini de belirtmiştir. Kur'an-ı Kerim'de, parmakların konuşup ayakların da şahitlik edeceğini bildiren ayet-i kerimede buyrulmuştur ki: "Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz de neler kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder." [Yâsîn suresi, 65] 

Usûlü de, ellerimizi uyluklarımız üzerinde tabii olarak yaymak ve gözlerimizle mafsalları takip etmek suretiyle tesbihleri çekmektir. Şöyle ki: Sağ elin serçe parmağından başlayıp onu iki defa tekrarlayarak, baş parmakları da üçleyip adedi 33'e tamamlamış oluruz.

Evet, birçok evliyanın ellerinde tesbih eksik olmamıştır. Hatta Cüneyd-i Bağdâdî’ye (k.s.): 

- Sen de mi tesbihi eline alıyorsun, denilince: 

- Evet, bununla Rabbim Teala’ya (c.c.) kavuştum. Artık bu yoldan ayrılmam. Başlangıçta bunu kullandık; nihayette bırakmayız. Kaldı ki dilim, kalbim ve ellerimle zikretmeyi severim.” demiştir.

Tesbih kullanmanın mendub olmasının şartları vardır: Dil ve kalp yahut cem'iyetle (dağınıklıktan uzak, kalben derli-toplu) zikretmek ve bunu çok gizli yapmak şarttır. Yoksa gaflet halinde, ya da uyuklayarak elde tesbihi devretmenin; kalp ve dil dünya ile meşgul iken şakır-şakır tesbih çekmenin, en çirkin bid’at ve mekruhlardan olduğunu ve bunun sahibine hiçbir faydasının olmayacağını hatırdan çıkartmamak lazım.

Şeyh Ahmed Gümüşhânevî ve İmam Münâvî (rahmetullahi aleyhima) bu hadisin şerhinde yukardaki paragrafları özellikle yazmışlardır.

Bunlardan daha çirkini de, zamanımızdaki bir kısım âdetlerdir... Çoğu zaman karşılaşır, görürüz; kişi sağa-sola baktığı halde, kalbi çarşı-pazarda gezerken, Tevhid ve Tehlil hatmi diye durmadan tesbih tanelerini devrederler. Güya bu, mevtanın ruhuna okunan tehlilmiş… Bunlar hele bir de para mukabilinde olursa, çok daha çirkin bid’attir. Bunun için yapılan vasiyetin bâtıl olduğunu, İbn Âbidîn (rahmetullahi aleyh) de açıklamıştır.

Keza namazdan sonra cemaat fertleri yahut imamın, tesbihleri dağıtmaları veya atmaları da çirkin bid’attir. Hele bir de âdeta oyuncak gibi tesbihi alır, üfürür; dilini-dudağını hiç kıpırdatmadığı halde aşağıya yukarıya devreder ki... Bütün bunlar çirkin birer bid’attir. Kurtulmak için sünnete sarılmak gerek.


DİPNOTLAR
[1] el-Bid'a ve'n-Nehyu Anhâ, s. 12.
[2] Ebû Dâvûd, Sünen, 1, 230; Tirmizî, Sünen, 4, 255 (hasen olduğunu söylemiştir.); İbn Hibban, 2334; Hâkim, el-Müstedrek, 1, 547; el-Beyhakî, Sünen, 2, 253; ez-Zehebî'nin de ifâde ettiği gibi hadisin isnadı sahihtir.
[3] Selefiler Ve Tasavvufçuların Görüşleri.
[4] Müslim, İlim 15 “Zekat” 69, Tayâlisî, el-Müsned, s 92 h No: 670, Humeydî, el-Müsned, c II, s 353 h No: 805, Ahmed b Hanbel, c 4 s 360-361.
[5] Buhârî, Sahih, Terâvîh Namazı, 2010.
[6] Geniş bilgi için Menar ve şerhlerine mesela, Fethu'l-Gaf¬far'a, 347-348 ve İ'la mukaddimesi Kavâid Fi Ulûmi'l-Hadis, 85-86-87'ye bkz.
[7] İmâm Celâleddin es-Süyuti, el-Minha Fi’s-Sibha, el-Hâvî li’l-Fetâvâ içinde, 2, 37-38.
[8] İmam Malik, Muvatta’, Selâm: 4; İmam Ahmed, Müsned, 5, 219; Buhârî, Sahih, İlim, 8, Salat, 84; Ebû Dâvûd, Sünen, Edep, 14; Tirmizî, Sünen Edep, 12, İsti’zan, 29; Mu'cem, 1, 503.