Hocam hayırlı akşamlar. Dinimizin şansa bakışı nedir? Şans ve nasip aynı şey midir? "Allah şanslı kullarından eylesin" diye dua etmek doğru mudur? Allah cc razı olsun hocam

*******
Size de hayırlı günler kardeşim;

Bildiğiniz gibi halk arasında “Şansım yâver gitti”, “Şans bana güldü”, “Şansım yardım etti”, “Şanslı olarak dünyaya gelmişim” gibi tâbirler müsbet / olumlu mânâda, işi yolunda olan, aksiliklerle karşılaşmayan kimseler tarafından kullanılır. “Bizde şans mı var”, “Şanssızın biriyim”, “Şansım olsaydı bu hale düşmezdim” gibi sözler de menfi / olumsuz anlamda sık sık tersliklerle karşılaşan, hayatını tesadüflere bağlayan kimselerce dile getirilir. Günümüz toplumunda ise “şans” kelimesi daha çok kumar, piyango, toto gibi çevre ve kuruluşlarca tekrar edilir. “Şansınızı deneyin”, “iyi şanslar” bunun için tekrarlanır.

Aslında “şans” müsbete kullanıldığı halde, daha çok “menfî” için istimâl edilir. “Şans”a güvenen, ümit bağlayan kişinin nasıl bir düşünce ve psikoloji içinde bulunduğu şans mefhumunun / kavramının mahiyetini anlatmaya kâfidir.

“Şans”la iş görmeye başlayan insan kendisini boşlukta hisseder, tesadüflere inanır, sabah-akşam kalbini, ruhunu, hattâ hayatını bir stres, bir heyecan, bir telâş içinde bırakır. İstediği olmaz, arzu ettiği netice çıkmazsa huzursuz olur, sıkıntıya kapılır, morali bozulur, günlerce o hâlin ezikliğinden kendisini kurtaramaz.

Bu durumdaki bir insan kendisini neden bu derece “şans”a kaptırmıştır?

Sebebi gayet açıktır. Anne sütünden mahrum olan çocuk nasıl yalancı naylon memeye sarılırsa; bu kişi de “kader, tevekkül, kısmete rıza” gibi hakiki dayanma-güvenme noktalarını bilemediği, göremediği için “şans” gibi mevhum (evham-hayâl ürünü olan, hakikatte olmayan), belirsiz, boş bir yere dayanmıştır.

Halbuki İslâmiyet insanları hiç boşlukta bırakmamış… Onların boş şeylere, mahiyeti meçhul dşüncelere kapılmasına müsaade etmemiş, meydan vermemiştir.

Velhasıl;

İslâm'da “şans, talih” gibi sözlerin yeri yoktur. Dinimizde “kader vardır, tevekkül vardır, Allah’tan gelene rıza vardır.” Bunun da kaynağı imandır. Mü’min, Allah’a iman eder, kadere boyun eğer, hâdiseler karşısında bocalamaktan kurtulur…Her ne ile karşılaşırsa karşılaşsın, imanın kuvveti ve nûru ile onları aşar. İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder (sonucunu verir). İmanlı olan insan, tek güç ve kudret sahibi olarak Allah’ı “bir” bilir. Ona teslim olur. Ona tevekkül eder, sırtını o kudrete dayar. Neticede de iki âlemde saâdete ve selâmete kavuşur.

İmanlı insan güçlüdür, “kâinata meydan okuyabilecek” bir cesârete sahiptir. Kendisini yoktan var eden, dünya gibi yaşayacağı bir âlem hazırlayıp hayat, sıhhat, huzur gibi madde ile ölçülemeyecek nimetler ihsan eden, sadece dünyayı değil, güneşi, milyarlarca yıldızı, kâinatı elinde tutan bir Rabbinin (c.c.) olduğuna inanır. Hâlikı'nın / Yaratıcısı'nın kendisini boş yere yaratmadığını bildiği gibi, boşlukta bırakıp bir “tesadüf” oyuncağı halinde bırakmadığını da bilir.

Dünyaya ilk göz açtığından, hayata gözlerini kapayıncaya kadar geçen ömür, dakika ve saniyelerinin Allah Teala tarafından bilindiği, programlandığı ve tesbit edildiği inancını taşır. Bunun için tesadüfe inanmaz, bel bağlamaz, ona dünyasında yer vermez. Başına iyi şeyler de gelse, kötü haller de gelse Allah’ın bilgisi dâhilinde olduğunu idrak eder. Bütün gayreteni harcar, bütün vesile ve sebeplere başvurur… Sonunda kendisini, kendisinden daha iyi bilen ve her haline şahit olan Yaratıcısına tevekkül eder, neticeyi ondan bekler. İlâhî programda (kaderde) ne varsa onun tecellisine razı olur.

Fakat, tevekkül etmeyip, “tesâdüf” ve “şans” içinde çırpınan insan öyle mi? O, ya elinden geleni yapmaz, hiçbir güç sarf etmez veya bunları yapsa bile ilahi kudrete dayanmaz; neticede ne olur? Ömür boyu dilencilikten yani her şeye, her gördüğüne el-avuç açmaktan, güç farz ettiği şeyler karşısında acze düşmekten, hâhideseler karşısında titremekten, kendisinde bir şeyler tevehhüm etmekten, kısacası maskaralıktan, ebedî hayatı kaybetmekten, dünyevi sıkıntılardan kurtulamaz.

İşte tevekkül, Allah’a güvenme ve ondan gelene rıza gösterme gibi duyguları zayıf olan kimseler “şans”a, yıldızlara, burçlara, talih gibi lüzumsuz, mânâsız ve boş şeylere bel bağlar… “Yıldızı düşükmüş”, “yıldızı yüksekmiş” gibi bâtıl inançlara saplanır kalır.

Rabbim (c.c.) cümlemizi ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’i ve evladını, bu ve benzeri her türlü yanlış, bâtıl inançlardan muhafaza buyursun.