Halis ECE

Eski şâir ve yazarlarımızdan Ahmet Muhip Dranas’ın gazete yazılarından bir buket:

“Sabahleyin gazeteleri elime alıp da yazılanlara bir göz attığımda günün en büyük hâdisesi hangisidir, ayırt edemiyor, tereddütler içinde kalıyorum. Bu sütunda okuyucularıma her gün bir nebze düşünce sunmak zorundayım. İsterim ki bu düşünce, fikir, politika, mânâ ve ehemmiyet bakımından onların ihtiyaçlarına cevap vermiş olsun...

“Gazetelerin sayfaları gerçek bir büyücünün kazanları gibi kaynıyor. Ahmaklıklar, hıyânetler, fırsatlar, yalanlar, küçük kurnazlıklar, sefâlet, ıztırap, merhamet yoksulluğu, kan, cinnet, ukâlalık, megalomani...

“İmdi, bu cehennem içinden size hangi akla yakın, hangi halledilir, hangi beşerî mevzuu bulup çıkarayım da bu sütunu doldurayım. Dante'nin ‘burada ümitlerinizden ayrılın’ dediği kapıdayız.

“Bütün dostlarım, ahbaplarım, uzaktan yakından tanıdıklarım, onda dokuz nisbetle, varsa sinema, yoksa kâğıt oyunu; kitabın semtine yanaşmadan bütün günlerini öldürüp gitmekteler. Bunu bütün Türkiye'ye şâmil kılarsanız, okumayan koskoca bir memleket çıkar ve insanı derin derin düşündürür.

“Hasbî yaşama zevkini kaybetmiş bir dünya içindeyiz... (Sonra Valery'den uzunca bir iktibasta bulunuyor ve bir başka yazarın sözüne atfen şuraya bağlıyor:) Kalbimiz dolu olmadığı için, konuşmak yerine şaşırtıcı gürültüler çıkarıyoruz.”

***
Evet, yazarımız yıllar öncesinden basının hâlini böyle tasvir ediyor. Görüldüğü üzere bugün de değişen bir şey yok. Hatta denilebilir ki, daha da kötü vaziyette devam edip gidiyor.
***

BASINIMIZLA İLGİLİ KISA BİR DEĞERLENDİRME

Karizma dergisi 2001 yılında, “Modern Çağın Köle-Efendi Fenomeni: Medya” dosyasıyla medyamıza bir ayna tutmuştu. Dergide çıkan dikkat çekici yazılardan bir tanesinin kısa bir parağrafını –hiç değiştirmeden, kelimesine dahi dokunmadan, sonunda bir lûgatçe ile– aktarmak istiyorum. Sanıyorum basın ve medyamızın içler acısı durumunu anlatması bakımından yeterli olacaktır.

“Türk basını gayr-i millîdir. Birincisi coğrâfî olarak ulusal değildir, ikincisi de içerik olarak tüm Avrupa’nın en gayr–i millî basınıdır. İster ‘en çok satan gazeteler’ diye tanımlayın, ister ‘İstanbul merkezli basın’ diye... Gündemine aldığı meselelere baktığımızda, bu basının aşırı derecede yerel olduğunu görmekteyiz. Ulusal bile olamayan bir yerel İstanbul basınıyla küreseli yakalamak ise kolay değil...” (Gazeteci-yazar, Zeynep Göğüş)
***

Lûgatçe:

Ulusal: [sıfat uyd.] millî.
İçerik: 1. yatak veya yorgan içinde kullanılan eski çaput, içirik. 2. [uyd. ‘İçeri’ gövdesine getirilen ‘k’ eki isimden isim yapma eki değildir.] muhtevâ.
Tüm: 1. [uyd.] bütün, bir şeyin tamamı. 2. [ask.] tümen kelimesinin kısaltılması.
Tanımlamak: [uyd.] târif etmek.
Yerel: [sıfat uyd.] 1. mahallî, 2. mevziî.
Küresel: [sıfat-isim uyd.] kürevî. Ancak buradan anlaşılan, ‘küresel’ kelimesi ile ‘cihanşümûl’ mânâsı kastediliyor. Yani; millî bile olamayan bir basının, cihanşümûl (bunun da uydurmasıyla evrensel) olabilmesinin imkânsız olduğu ifade edilmek isteniyor.
***
Ama ne acıdır ki maalesef bugün, yukarıda lûgatçede uydurma olduğunu belirttiğimeye çalıştığımız kelime ve kavramların ve daha pekçok benzerlerinin dilimize yerleşmiş olduğunu görüyoruz... Kaçınmamın da neredeyse imkansız olduğu bir gerçek... Bilmiyorum, bu durumda dilimizi nasıl koruyacağız! Bu meselede Fransız kaldığımız aşikâr... Bari hiç olmazsa Fransızlar kadar sahip çıkabilsek dilimize... Geçenlerde malum, bir AB toplantısında bir Fransız işadamı konuşmasını İngilizce yaptı diye, Cumhurbaşkanları toplantıyı terk etti... Bizde ise bu gibi durumlar, üzülerek görüyoruz ki, üvünme vesilesi oluyor.

Rabbim dinimize, dilimize, tarihimize, İslâm'a uygun örf ve âdetlerimize sahip çıkabilme şuur ve idrakinden yoksun bırakmasın.
***

Milletlerin dili...

''Türk Einstein'i'' diye anılan Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) Kimya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, ''Milletleri, her şeyini yok edip ilelebet köle yapmak istersen, dillerini yok edersin. Milletler, tarihten böyle silinmiştir'' dedi.

Sinanoğlu, Koç Üniversitesi Sevgi Gönül Oditoryumu'nda ''Türkiye'deki Bilimin Dünyadaki Yeri'' konulu konferans verdi.

Konferansın konusunu kendisinin seçmediğini, başlığın da kendisine garip geldiğini dile getiren Sinanoğlu, yabancı kelimelerle değil halkın anlayacağı dille konuştuğunu, başdanışmanlarının mahalledeki bakkal, YTÜ'deki kantinci, bekçi ve hademeler olduğunu, bunların aklının birçok şeye erdiğini söyledi. Sinanoğlu, öğrencilere, kendisinden bir şeylerin İngilizcesini söylemesini beklememelerini ifade etti.

Bir Türk başbakanın, heyetle gittiği İtalya'da bir araya geldiği İtalyan bilimadamlarına İngilizce bir şeyler söylediğini, İtalyanca cevap alınca da yanındakilere ''Bunlar İngilizce bile bilmiyor, ne biçim bilimadamı'' dediğini anlatan Sinanoğlu, halbuki İtalya'da çok büyük bilimadamlarının yetiştiğini kaydetti.

Bütün bilimlerde, işin başının ve bilimin dilinin, matematik olduğunu ifade eden Sinanoğlu, bu dalın, düşünmenin asayişi, düzeni ve idmanı olduğunu vurguladı. Matematiğe en yakın dilin de Latince, İngilizce veya Fransızca gibi diller değil Türkçe olduğunu vurgulayan Sinanoğlu, buna karşın eğitim dilini gönüllü olarak değiştiren tek ülkenin Türkiye olduğunu söyledi.

DİLİN ÖNEMİ

''Dil gönlü yüzdüren gemidir'' diyen Sinanoğlu, şunları kaydetti: ''Akla hükmeden gönül olmalı. Akıl bilgisayar gibidir, hesaplamaya yarar. İnsana nereye gideceğini ise gönül söyler. Toplumun da gönlü kültürdür. Kültür, Hakkari'nin köyünde bale gösterisi yapmak değildir. Her ülkenin kültürü vardır. Dilini unutan millet, gönlünü batırmış olur. Onunla birlikte tarihten gelen bütün birikimi, kültürü gider. Gidince, seni köle yapmak isteyenlerin kölesi olursun. Çünkü bir milleti askeri yöntemlerle ancak bir süre köle yapabilirsin. Milletleri, her şeyini yok edip ilelebet köle yapmak istersen, dillerini yok edersin. Bunu iyi düşünün. Milletler, tarihten böyle silinmiştir.''

Oktay Sinanoğlu, gönüllü olarak köle olmak isteyen böyle bir toplumun ilk kez görüldüğünü savunarak, ''Türkçe giderse, o kafalar, gönüllü olarak tapuları da yabancılara teslim eder, diye 30 sene önce yazdık. Bugün ne oluyor; tapular veriliyor. Gönlünü teslim etmiş bu kafa değişmezse, bu ülke gider. Ama çok şükür insanlar uyanmaya başlamıştır'' diye konuştu. Bazı kişilerin ''Adam toprağı cebine alıp gidecek değil ya'' dediğini dile getiren Sinanoğlu, ''Adam cebine koyup gitmez, daha kolayı var; seni sepetler. Sepetleyecek de görürsün'' dedi.

“TÜRKÇE'Yİ İYİ ÖĞRENİN”

Türkiye'nin 1970'lere kadar bilimi Türkçe yaptığı için dünyadaki Türk bilimadamlarının bir ekol oluşturabildiklerini, daha sonra bunun terk edildiğini anlatan Sinanoğlu, öğrencilere kendilerini geliştirmek istiyorlarsa iyi Türkçe öğrenmelerini öğütledi.

Türkiye'de yapay olarak ''sağcı-solcu'', ''dinci-laik'' gibi ayrımların geliştirildiğini, bunun da eğitimi ve bilimi gerilettiğini anlatan Sinanoğlu, şartlar ne olursa olsun atılacak küçük adımlar olduğunu, olumsuzlukların bütün ayrımcılıkları reddederek küçük adımlarla yavaş yavaş düzeltilmesi gerektiğini söyledi.