S.a muhterem hocam. Birisi sülalemize küfrederse kısasa kısas yapıp biz de onun sülalesine küfretsek hakkımızı almış olur muyuz veya ahirete mi bırakmalıyız bu küfrün karşılığını? Hakkımızı orada alsak daha mı iyi olur? Bu küfrün karşılığında nasıl bir  cevap vermemiz gerekir? Teşekkür ederim şimdiden...

 

 

*******

Ve aleyküm selam.

Sevgili kardeşim;

Malumunuz küfür etmek harımdır, günahtır. Atalar sözüyle ifade etmek gerekirse, “Küfür kâfire yakışır”! Bu işin kısası-mısası olmaz. Küfüre küfürle mukabele edilmez. Kısas ayrı bir bahis... Küfreden kişiyi, ettiği küfür dinden çıkaracak denli ağır olmasa bile, onu imanın kemâlatından mahrum bırakır. Dolayısiyle mü’minin, küfürden şiddetle kaçınması gerekir.

Peki bu durumda sövenlere, hakaret edenlere karşı tavrımız ne olmalıdır?

Dünyanın fâni / geçici olduğunu unutmayıp, her şeyi asıl itibariyle ahiretteki ebedi hayatımız adına yaşamaya çalışmalıyız. O bakımdan insanlar arası ağız bozukluğundan el bozukluğuna, hakaretten haksızlıklara, nezaketten saygıya her şey, ama her şeyin hesap günü için mahkeme-i kübra’da bulunmaz imkânlara-faydalara vesile olacağını unutmamalıyız.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Müslüman’ın Müslüman’a sövmesi haramdır. İster ilk saldırı mahiyetinde, ister cevap mahiyetinde olsun, fark etmez, her ikisi de haramdır. Eğer ilk saldırı mahiyetinde olursa günahı, “kebâir” derecesine çıkar. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) Müslümanlığı şöyle tarif buyuruyor: “Müslüman, Müslüman’ın elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir”. [Nevevî, Riyâzu’s-Sâlihîn, H. no: 211]

Fahr-i Kainat Efendimizin (s.a.v) verdiği bir haberde, beşerî münasebetleri bozuk olan ve fakat mahşer gününe namazıyla, orucuyla ve zekâtıyla gelen bir Müslüman’ın orada kaybına sebep olan ve kendisini hayırlı amel bakımından iflâs durumuna getiren içtimai hataları arasında “Müslüman’a sövmesi” de vardır. [Riyâzu’s-Sâlihîn, H. no: 218]

***

Mevzu ile alakalı diğer bazı hadisler

Biri sana dil uzatır ve sende olmayan bir kusurla seni ayıplarsa, sen onu sahip olduğu kusurla dahi ayıplama. Onu; günahı kendine, sevabı sana olduğu halde terk et. Kimseye asla sövme”. [Süyûtî, Câmiü’s-Sağîr, 1, 66]

Allah’ın mü’min kulu kızdığında zulmetmez. Sevdiği kişi için günaha girmez. Kendisine emanet edilen şeyi zayi etmez. Haset etmez. Başkasının şerefini lekelemez. Etrafına sövüp saymaz. Şahidi bulunmasa da, üzerindeki hakkı itiraf eder. Başkasına kötü lâkap takmaz”. [Câmiü’s-Sağîr, 2, 1375]

Dikkat ediniz! Mü’mini öldürmek kâfirlerin vasfıdır. Mü’mine sövmek fâsıkların vasfıdır. Bir mü’minin, kardeşini üç günden fazla konuşmayarak terk etmesi helâl değildir”. [Câmiü’s-Sağîr, 2, 1435]

Müslüman’ı öldürmek kâfire yakışır. Müslüman’a sövmek günahtır”. [Câmiü’s-Sağîr, 3/2912]

Bir kişinin Müslüman’ın şerefine dil uzatması büyük günahlardandır. Bir sövmeye iki sövme ile karşılık vermek büyük günahlardandır”. [Câmiü’s-Sağîr, 3/3491]

Birbiriyle sövüşen iki kimsenin söyledikleri şeylerin günahı, kendisine sövülen haddi aşmadığı sürece ilk sövmeye başlayan kimse üzerinedir”. [Müslim, Sahih, Birr, 68]

Demek haddi tecavüz etmek / sınırı aşmak yok. O halde;

1) Asla sövmeyi başlatan taraf olmamalıyız.

2) Karşı taraf sövmeyi başlatan taraf olduğunda da, mümkünse sabretmeli ve onun aşağılık seviyesine inmemeliyiz. Onu Allah’a havale etmeli, Cenab-ı Mevlâ’nın adaletinin hak olduğunu unutmamalıyız.

3) Karşılık vermediğimizde, muhatabın pişman olacağı ve özür dileyeceği hesaba katılmalı... Bu vazilette onun işi bizim elimizde olacaktır. Eğer onu affedersek, mahşerde karşımıza çıkmaktan onu kurtarmış oluruz. Eğer hakkımızı helâl etmez isek, özür dilemiş olsa bile hakkımızı bir gün muhakkak alırız. Veya biz bilmesek de, Allah (c.c.) bizim hakkımızı ondan alır. Bize de insanlık adına gösterdiğimiz sabır-sadakat-istikamet ve vakardan dolayı sevap ve rızasını lûtfeder.

4) Eğer kendimize hâkim olamamışsak, bu defa bir fazlasıyla değil, çünkü bu zulme girer, aynıyla iade etmekten öteye geçmemeliyiz.

5) Tam bu esnada şeytanın çok şiddetli telkinleri kulaklarımızda yankılanır. Şeytan gözümüzü döndürür. Ona uyup zulmetmekten Allah’a sığınmalıyız.

6) Halkın tahrikleri ile şeytanın telkinleri ne acıdır ki, bu noktada birleşmektedir. Asla ve kat’a bunlara  kulak vermemeliyiz.

Eğer kötü sözü veya dil belâsını başlatan karşı taraf ise, aynıyla iâde hakkımız var. Fakat bu durumda da bu meseleden mahşere bir hak kalmadığını, çünkü kötü sözünü kendisine aynıyla iade etmek sûretiyle hakkımızı aldığımızı unutmamalıyız.

***

İnsanlarla münasebetlerimiz nasıl olmalı

Yüce dinimiz İslâm, muhataplarımızla hoş muamele ve muhavereler (diyaloglar) içerisinde bulunmamızı emreder. Doğru ve sünnete uygun olan davranış; öfkeye kapılmadan, onlar hakkında da hidayetleri için duâda bulunmamızdır. Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor ki:

Ey îmân edenler! Bir kavim (bir cemiyet-topluluk, başka) bir kavimle alay etmesin; olur ki (onlar), kendilerinden daha hayırlı olabilirler! Birtakım kadınlar da (başka) kadınlarla (alay etmesinler)! Belki (onlar da) kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi kendinizi de ayıplamayın ve birbirinizi (kötü) lâkablar ile çağırmayın! İmandan sonra fâsıklık ismi (günahla anılmak), ne kötüdür! Artık kim (bu kötü amelinden vazgeçerek) tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir!” [Hucurat suresi, 11]

İbn Abbas (r.anhuma), bu ayeti izah ederken, “Bir kısmınız bir kısmınıza dil uzatmasın. Muhakkak Allah, çirkin söz kaçıranı, kasden çirkin söz söylemeye yelteneni sevmez” demiştir. [Buhârî, Edebü'l-Müfred, 1, 344]

Kötü sözlü olmak mü’minlik sıfatıyla imtizaç etmez / bağdaşmaz. İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:

Mü'min ne ta'n edici (ayıplayıp kınayıcı ve sövücü), ne lânet edici, ne kaba ve çirkin sözlü, ne de hayasızdır.” [Tirmizî, Sünen, Birr 48, Hadis no: 1978]

Kötülüğe kötülükle karşılık verilmez. Hele küfüre küfürle mukabele etmek mü’min hiç yakışık almaz. Atalarımız, “Kem söz sahibine aittir” demişlerdir. Ben de söylediklerini aynen sana iade ediyorum, der geçeriz. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor ki:

Allah, zulme uğrayanların dışında, çirkin sözün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz. Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir”. [Nisa suresi, 148]

Bu âyetin sebeb-i nüzûlünde deniliyor ki; bir gün Rasûlullah’ın (s.a.v.) huzurunda bir adam Hz. Ebu Bekir'in (r.a.) yüzüne karşı küfretmiş, o da birkaç kere sustuktan sonra sonuçta karşılık vermişti. Karşılık verince Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) meclisten kalkıverdi. Hz. Ebu Bekir (r.a.),

- "O bana söverken oturuyordunuz, ben karşılık verince kalktınız" dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da,

-  "Bir melek senin tarafından ona cevap veriyordu... Sen karşılık verince o melek gitti, şeytan geldi. Şeytan gelince ben de oturmadım" buyurdu ve bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

***

Takva sahibi mü’minlerin vasıfları

Cenab-ı Mevlâmız bir ayet-i celilede de hakiki mü’minlerin vasıflarını bildirirken şöyle buyurmaktadır:

O takva sahipleri; bollukta ve darlıkta nafaka verenler, kızdıklarında öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını bağışlayanlardır. Allah, muhsinleri (iyilik yapan ve iyilikle muamele edenleri) sever”. [Âl-i İmran suresi, 134]

Demek ki takva ehli mü’minlerin bariz vasıfları;

1- Bollukta da darlıkta da tasadduktan, hayır hasenattan geri kalmamalırı...

2- Kızdıklarında öfkelerini hâkim olmaları...

3- Kendi kusurlarıyla meşgul olmaktan, başkalarında kusur aramaya vakitlerinin olmaması... Hasbelbeşer gözlerine ilişen hatalar-kusurlar olursa da, onları affetmeleridir.  

***

Kişinin ana-babasına sövmesi

Büyük günahların en büyüklerinden biri de, kişinin anne-babasına sövmesidir. Nitekim Abdullah ibn Amr (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.),

Büyük günâhların en büyüğünden birisi, kişinin anasına-babasına lânet etmesidir” buyurdu. Kendisine orada bulunanlar tarafından,

Yâ Rasûlallah! İnsan anasına-babasına nasıl lânet eder?” denildi.

(Bu soru üzerine) Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

O kimse birisinin babasına söver, o da karşılık olarak onun babasına söver; yine o kişi birisinin anasına söver, o da karşılık olarak onun anasına söver”. [Buharî, Sahih, Edeb, 4]

***

İnsanlara karşı güzel konuşmak

Sözlerin en güzeli olan Allah Teala’nın kelâmını ümmetine tebliğ eden Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) de birçok hadislerinde, insanlara karşı güzel söz söylemeyi emir ve tavsiye etmiş; bizzat kendisi de hayatı boyunca kaba sözden sakınmış; şahsına hakaret eden insanlara bile, اللهمَّ اغْفِرْ لِقَوْمِي فَإِنَّهُمْ لا يَعْلَمُونَ"Allah'ım kavmime hidayet et, çünkü onlar (hakkı-hakikatı, beni) bilmiyorlar" [Buhari, Sahih, Enbiya, 54; Müslim, Sahih, Cihad, 105; Kadı İyaz, Şifâ, 1, 105] diyerek duada bulunmuş ve rıfk ile muamele etmiştir.

O'nun bu yüksek ahlâkı, gün gelmiş, düşmanlarının bile sevgi ile etrafında imanla toplanmalarına vesile olmuştu...

Yahudilerden bir grup Efendimize (s.a.v.) gelip, güya selâm veriyormuş edasıyla,

- “es-Sâmu Aleyküm (Ölüm üzerinize olsun)” deyince, yanında bulunan Hz. Âişe (r.anha) validemiz dayanamayarak,

- “Ölüm sizin üzerinize olsun, Allah size lânet etsin, Allah size gazap etsin” diye cevap verince Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.),

- “Yavaş ol Âişe! Yumuşak hareket et; sert hareketten ve çirkin sözden sakın” buyurmuştur. [Benzer hadis için bkz. Buharî, Sahih, İsti'zan, 22, Mürteddîn, 4; Müslim, Sahih, Selâm, 9, 87; İmam Mâlik, Muvatta', Selâm, 3; A.b. Hanbel, 2, 9, 3, 99; İbn Kesîr, Tefsîr, 3, 462]

Câbir İbn Abdullah (r.a.), Nebî (s.a.v.) Efendimizin, “Kötü söz ve harekette bulunanla kendini kötü söz ve hareketlere zorlayanı ve çarşılarda bağırıp çağıranı Allah sevmez” buyurduğunu haber vermiştir.

Sonuç

Müslüman, elinden ve dilinden zarar görülmeyen insandır; başkalarına dil uzatmak, küfür ve lânet etmek, kötü iş yapmak ve kötü söz söylemek, Müslümana yakışmayan hallerdir. Mü’minin en düşük ahlâklısı, kötü sözlü olanıdır.

Malumunuz, hemen hepimizin sıklıkla okuyup dinlediğimiz bir hadis-i şerifte mealen, “Bir kötülük gördüğünüz zaman onu elinizle değiştirin, gücünüz yetmezse dilinizle değiştirin, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz...” [Müslim, Sahih, İman 78; Ebu Davut, Sünen, Salat, 232] buyuruluyor.

Herkes her durumda bu hadisi kendine göre te’vil edip yola koyulmamalı... Mesela, bir kötülükle karşılaştığımızda, gücümüz de yettiğinde onu elimizle düzeltmeye kalksak ve failine dayak atsak, o adam da davacı olsa, bu durumda bize de ceza tatbik edilir, biz de zarar görürüz. Öyle değil mi? O halde hadis-i şerifin manasını nasıl anlamalıyız?

El ile düzeltmek idari bakımdan mes’ûliyet makamında bulunan insanların, yani devletin / emniyetin vazifesi; dil ile düzeltmek âlimlerin vazifesi, kalben buğz etmek ise diğer insanların üzerine düşen bir vazifedir.

Kalp ile buğz nedir?

Yapılanı, söylenen o çirkin sözleri tasvip etmeyip, o kişinin hidayeti, düzelmesi için dua etmektir. Yoksa ona belâ ve lânet okumak değil.

 

Go to top