Benzer bir soru da müsaadenizle benden. ‘Şu işim olursa kurban keseceğim’ diyorum ve daha iş neticelenmeden kurbanı kesilmesi için talebe yurdunu arayıp adak kurbanım vardı diye kestiriyor ve bağışlıyorum. Bunda bir beis var mı sayın hocam? Özcan Yılmaz

*******

Değerli kardeşim Özcan bey;

Bir şarta bağlanmış olan bir nezir/adak, o şartın bulunmasından önce yerine getirilemez. Mesela, "Falan zat gelince üç gün oruç tutayım" diye nezreden kimse, daha o zat gelmeden üç gün oruç tutacak olsa, nezrini yerine getirmiş olmaz. O bakımdan söz konusu nezirlerinizi kaza etmeniz gerekir. Zira Nezir, Allah Teala'ya saygı için haram/yasak olmayan bir işin yapılmasını üzerine alıp yüklenmektir. Böyle bir işin yapılmasını kendine vacip kılmaktır.

Nezirler/adaklar bilindiği üzere ekseriya bir dileğin gerçekleşmesi maksadıyla kurban kesip yoksullara dağıtmak veya mukaddes/kutsal olduğuna inanılan bir şeye niyette bulunmaktır.

Bir kimsenin, dileğinin-isteğinin yerine gelmesi veya bir bela ve musibetin giderilmesi gayesiyle Allah için namaz kılmak, oruç tutmak, kurban kesmek gibi farz veya vacip nev’inden başlıbaşına ibadet olan bir şeyi yapmaya söz vermesi, bunu kendisine vazife kabul etmesidir.

***

Şarta bağlanarak yapılan bir nezir de, zamanla-mekânla, belli bir para ve belli bir fakirle kayıtlanmaz. Misâl: "Falan işim olursa cuma günü oruç tutayım, şu yerdeki falan fakire şu parayı vereyim" şeklinde nezir yapan kimse, o iş olduktan sonra herhangi bir günde o orucu tutabilir veya herhangi bir yerdeki başka bir fakire o paranın karşılığını verebilir. [Bkz. Bilmen, Ö. N. Büyük islam İlmihali, Bilmen yayınevi, İstanbul, 1966, s. 320, Md. 240-41]

Kurban adayan bir kimse, nezrettiği şey (dileği-arzusu) gerçekleştiğinde, bunu müsait olduğu herhangi bir zamanda kesebilir.

Türkçemizde adak olarak ifade edilen nezir, bir çeşit ibadettir. Zaten nezrin asıl mânâsı da, kişinin Allah rızası için yapması mubah olan bir şeyi yerine getirmeye söz vermesi, adadığı şeyi yapmayı kendi üzerine vacip kılmasıdır. Dinen adanan bir şeyin yerine getirilmesi vâciptir. Çünkü kişi Allah için söz vermiş bulunmaktadır. “Adaklarını da yerine getirsinler[Hac suresi, 29] âyet-i kerimesi, adak sahiplerine Cenab-ı Hakk’ın bir emridir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de, “Bir kimse bir şey adar da, adını koyarsa, belirttiği şeyi yerine getirmesi lâzımdır” buyururlar. [Molla Husrev, Dürerü’l-Hukkâm, İstanbul, yyy., Fazilet Neşriyat ve Matbaacılık, 1976, 2, 45]

Ancak burada göz önünde bulundurulması gereken bir husus varsa, o da, adağın, adanan şeyi değiştirmediği, yani İlâhî takdire tesirinin bulunmadığıdır. Nitekim Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz bu meseleye şöyle işaret eder:

Adak kaderden hiçbir şeyi değiştirmez. Ancak cimri kişiden adağı sebebiyle bir mal çıkarılır.” [Tirmizî, Sünen, Nüzûr, 10]

Adağın, insanın saadetine ve bedbahtlığına (mutluluk ya da mutsuzluğuna) bir tesirinin olmadığını bilerek Allah için bir şey adanır, sonra da yerine getirilirse, kişi elbette ki sevaba kavuşur. Ayrıca adak ancak farz veya vacip olan bir şeyden yapılabilir. Bu vazifeleri yerine getirmek de, şüphesiz insana manevi mükâfat kazandıracaktır. Böyle olmakla beraber adak yapmadan da bu ibadetler yapılabileceğinden, hayır-hasenat işlenebileceğinden, adak âdetine fazla alışmamak en iyisidir. Çünkü borçlanıp yapamama durumu da, insan için her zaman söz konusu olabilir.

Velhasıl, adakta gaye Allah rızası olmalıdır. Bütün bu meselelerde Allah rızası şart koşulmalı, bir şey adanacaksa mutlaka Onun rızasını kazanmak için adanmalıdır.

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, adakta vakit, yer, para, fakir gibi sınırlamaya ve tayin edilmeye itibar edilmez. Ramazan ayında bir kurban keseceğini adayan kimse, onu herhangi bir ayda kesse olur. Yine, meselâ Fatih Camiinde namaz kılacağını nezreden bir kimse, adadığı aynı namazı Süleymaniye ya da Sultanahmed Camiinde kılsa caizdir. ‘Falan fakire bir miktar para vermeyi adayan’ kimse, o parayı bir başka fakire verse de adağı yerine gelmiş olur.

Go to top