selamunaleykum muhterem hocam. Hz. vahşinin akıbeti hakkında olacak sorum. Yasin Suresi Hammami Tefsirinde tevbe edipte tevbesinde sebat gösterenlerin önde gideni olacağı belirtirken, mevahib-i ledünniyye de İbn-i hişamdan rivayetle içki içip fasık bir halde iken boğularak vefat ettiği yazılıdır. Allah razı olsun hocam selam ve dua ile... Murat Aslan

*******

Ve aleyküm selam sevgili kardeşim;

Bahis mevzuu ayetin mefhumiyle alakalı husus doğrudur. Burada uzun uzadıya nakledip okuyanları yormak istemem. Uzunca bir hadisedir. Merak edip arzu edenler, onun hayatına ait makale ve siyerlerden okuyabilirler.

Kaynaklarda onun vefatıyla alakalı fazlaca bir bilgiye rastlamış değilim. Anlatılanlar özetle şöyle:

‘Vahşî (r.a.) daha sonraki yıllarda Humus’a yerleşmişti. Hastalandı ve orada Hicret’in 25’nci yılında vefat etti. Rasûlullah’a, Onun âline ve ashabına salât u selam olsun. O’nun ve ashabının yolunu takip edip iman ile dâr-ı beka’ya intikal eden bütün mü’minlerden, Allah razı olsun’.

Mevâhib’den naklettiğiniz rivayeti bilmiyorum. Hangi baskı, kimin yayını ve sayfa numarası nedir belirtirseniz ya da kısmın fotokopisini kopyalayıp gönderirseniz, tedkik etme fırsatımız olur. Yoksa oturup onu araştıracak kadar geniş vakte sahip değilim. Kaldı ki, dediğiniz gibi orada yazılanlar doğru bile olsa, her doğru her yerde ve aynı üslûpla anlatılmaz. Edebe riayet, istifade ve istifazayı gözetmek gerekir. Rabbim, ashap hakkında dilimizi ve kalemimizi korumayı, gönüllerimizi onların muhabbetiyle doldurmayı nasip eylesin.

***

İki Cihan Serveri Âlemlere Rahmet Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.), “Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz” [Beyhakî, el-Medhal, s.164; Kenzu’l-ummal, Hadis no: 1002] mübarek sözlerine istinaden onlar hakkında konuşurken çok dikkatli olmalıyız. Zira onlardan sonra gelen ümmetin fertleri arasında manevi bakımdan en yüksek mertebeye sahip olan Üveysi’l-Karnî (Veysel Karanî) hazretlerinin omuzları, ashabın en aşağı derecesinde bulunan Hz. Vahşî’nin (r.a.) ayakları altındadır, ashaptan olması hasebiyle ondan faziletlidir, buyuruyor İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri. [Bkz. el-Mektubat, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yyy., 1, 66 ve diğer bazı mektuplar]

Yıldız” olma vasfında ve özelliğinde olan bütün seyyareler eşit oldukları halde, aralarında büyüklük ve küçüklük itibariyle farklılıklar bulunduğu gibi, sahabeler arasında da fazilet ve mertebe noktasında elbette farklılıklar olacaktır. Bazısı İslâmiyet’le daha önce / fetihten evvel şereflenmiş, hizmette diğerlerini geçmiş, bir kısmı adalet ve idarede hepsinin üzerine çıkmış, bir diğeri yumuşak huy ve cömertlikte daha ileri gitmiş, bir başkası ilim ve kahramanlıkta öbürlerini geçmiştir.

Bizim ölçülerimiz her şeyden önce elbette Kur’an ve Sünnettir. Kitap ve Sünnet’ten sonra sahabeler, bizim en mühim referans kaynağımızdır. Çünkü onlar her şeyi / veya lüzumlu bilgilerin önemli bir kısmını doğrudan vahiyden, Rasûlullah Efendimizden (s.a.v.) öğrenme imkânını bulmuş bir güzide cemaattir. Bilhassa Hulefâ-İ Râşidîn hazeratı, Hz. Aişe, Hz. Ebu Hureyre, Hz. Muaz, Hz. Abdullah b. Abbas, Hz. Abdullah b. Mesud’un (r.anhum ecmaîn) içinde bulunduğu yedi Abdullah gibi âlim sahabilerin yeri çok müstesnadır.

Ancak, peygamberler dahil her insana olduğu gibi sahabeye de yanlış şeyler isnat edilebilir ve haliyle bu yanlışlar sahabeye ait değil, uydurucu yalancılara aittir. Yanlış çizgide yürüyen değişik kişiler-cemiyetler, kendi işledikleri hatalarkusurlara mazeret bulmak için, onlara isnatlarda bulunmaktan çekinmeyebilirler. Ama bizim mutlaka dikkatli olmamız gerekir. Bu tavrımız, onlara gösterilmesi gereken saygının bir ifadesi olmalıdır.

Beşerî hatalara gelince… Kul olarak mutlaka her insanın eksik ve kusurları vardır, olacaktır. Çünkü, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) dışında -insan olarak- herkesin yanlış yapma ihtimali vardır. Onlar masumdur sadece... Cenab-ı Mevlâ tarafından korunurlar. Onların da malumunuz “zelle”leri olabilir, fakat onları Allah Teala derhal düzeltir. O yanlışlar -tabiri caizse- tedavüle girmeden ortadan kaldırılır.

Diğer taraftan, bir sözün hangi makamda, hangi maksada müteveccih / yönelik olarak söylendiği de önem arz etmektedir. Bir muhataba irşat için verilen hususi bir ders, başkaları için geçerli olmayabilir. Nitekim, her hastaya aynı ilacı vermek doğru değildir. Hastalık aynı olsa bile bünye farklıdır.

Bu ifadeyle şunu kast ediyoruz; diyelim ki, Hz. Ali’nin (r.a.) muhatabı olan kimse, İslâm’ın bütün emir ve yasaklarına riayet ediyor, sadece anne-babasına karşı gereken hassasiyeti göstermiyor. Hz. Ali (r.a.) onun bu durumunu bildiği için ona “anne-babanın hakkına riayet edersen Cennet’e gidersisin” demiş olsa, bu söz o kimse için doğrudur. Çünkü, adamın tek kusuru odur, onu da tamamladı mı, Cennet’e gitmesine bir engel kalmaz. Fakat siz kalkıp aynı sözü namazı da kılmayan, orucu da tutmayan, hırsızlığı da yapan, içkiyi de içen birine söylerseniz bu söz elbette yanlış olur. Ayrıca bir kimse, anne-babanın hakkının büyüklüğünü göstermek için “onların hakkına riayet eden Cennet’e gider” dese ve bununla  anne-babanın rızasını kazanmak da Cennet’e götüren vesilelerden biri olduğunu kastetse, bu söz irşat üslûbu açısından doğrudur. Ve yine büyük günah sahibi olan birilerini, Allah’ın rahmetine karşı ümitlendirmek, tevbeye teşvik etmek için bu ve benzeri hadiseleri ona mahsus olarak anlatmak, yanlış olmayabilir. Ama bu halleri aleıtlak konuşmak, yazıp çizmek, yaymak kime ve neye hizmet eder?! Öyle değil mi?

Bütün bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, herhangi bir mevzuda söz söylerken, yazarken, bir hükme-neticeye varmaya çalışırken, acele etmemek gerekir. İslamî ilimlerin ve bahusus siyer alanının geniş ulaşım hattını elde etmeden, gönül hattını kapatmaya sebep olacak / olabilecek vak’aları nekletmek her zaman ve zeminde isabetli olmayabilir. Bu hat çok hassas bir çizgidir, ihtiyatı-tedbiri elden bırakmamak gerekir.

*** 

Mevzu ile ilgili bir haber:

ATV kanalında yayınlanan 'Dosta Doğru' programında izleyicilerin sorularının yanıtlayan Nihat Hatipoğlu, yöneltilen bir soru üzerine bir hayli sinirlendi.

"Hz. Hamza'yı öldüren Vahşi'ye 'Hazret' demek doğru mudur?" sorusuna, "Ne demek? Tabiki diyeceksin" diye
çıkışan Hatipoğlu, "Hatta geçen ki programda biz de Hz. Vahşi diye bahsetmişiz. Çok bildiğini zanneden birisi yazmış 'Hoca nasıl ona 'hazret' dersin' diye. Sen kimsin? Edep edep... İki kelime okumuşsun, okuduğunu da yanlış okumuşsun, tersten okumuşsun, Hz. Vahşi’ye senin ne haddine Resullahın sahabesi hakkında ayet inmiş, senin ne haddine" şeklinde tepkisini gösterdi. [Sabah gazetesi,  28 Mart 2015 Cumartes]

Go to top