selamun aleyküm hocam.

benim merak ettiğim konu ülkemizde reröristler isyan ediyor yol kesiyor dükkanları talan ediyor.İslama göre bunun cezası nedir.ölüm ise bu öldürme işi mesela isyan edenlere karşı devlet güvenlik görevlilerine öldürme yetkisi verebilir mi.yoksa illaki o kişilerin yakalanıp mahkemeye mi çıkarılması lazım.yakalamanın zor olduğu durumlarda bu öldürme yetkisi verilebilir mi.bu konuda dinimizin hükmü nedir.Allah razı olsun hocam. cenk kayhan

*******

Ve aleyküm selam.

Sorunuz, İslâm ceza hukukuyla alakalı bir mevzu. Binaenaleyh tatbikatı da İslâm devletine düşer. Beşerî sistemlerin yırtığına yama bulmak da, herhalde İslâm hukukunun üzerine terettüp eden bir mesele değildir. Çok merak edenlerin de, müracat edecekleri makam-merci bellidir. Bu sahada yapılmış hayli çalışmalar da mevcut. İsteyen herkes rahatlıkla ulaşabilir.

Yürürlükteki hukuk sistemine göre zaten gerekenleri devlet yapıyor. Uygulamaları icap eden kanunları uyguluyor, yetmediği yerde eksikleri tamamlıyorlar. Bununla alakalı bizim diyeceğimiz bir şey olamaz. İşin o yönü malum, seçilmişlerin vazifesi…

Ancak, mademki sormuşsunuz, dinimizin bu meselelerla alakalı beyan ve hükümleri üzerinde bir nebze durabiliriz.

***

Tedhîş / terör-anarşi

Tedhîş / terör… Biri Arapça, öbürü Latin kökenli, fakat manaları aynı iki kavram… Yani adına ne derseniz deyin, netice değişmiyor. Bu fiilin faillerinin hedefi; etrafa dehşet saçmak, korku salmak, yıldırmak, öldürmek, yaralamak, tahrip etmek suretiyle insanları mal, can, namus gibi maddî ve mânevî değerlerinin tehlike içinde olduğuna inandırmak, emniyet ve asayişi / güvenliği ortadan kaldırmaktır.

Anarşi de terörün bir nevi ikiz kardeşidir. Kamu düzen ve disiplininin ortadan kalkmasını, kaosun oluşmasını, tabiri caizse, toplumda orman kanununun hâkim hâle gelmesini hedefler...

İslâm'ın terör ve anarşiye nasıl baktığına gelince… Bunu da Edille-i Şer’iyye’nin iki aslî temeli olan Kitap ve Sünnet’e / hadîslere ve yine onlara istinad eden İcmâ ve Kıyas’a müracaat ederek kolayca öğrenebiliriz. Mesela Kur’an-ı Kerim’de Mevlâmız şöyle buyuruyor:

مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَۚۛ كَتَبْنَا عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْساً بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يـعاًۜ وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعاًۜوَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِۘ ثُمَّ اِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ فِي الْاَرْضِ لَمُسْرِفُونَ

Bu ecilden (bundan doyadır ki), Benî İsraîl’e Kitap’ta bildirmiştik: Her kim bir nefsi / canı bir nefis mukabili veya yeryüzünde bir fesâdı (bozgunculuğu) olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir adamın hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur. Celâlim hakkı için Rasûllerimiz onlara beyyinelerle geldiler (apaçık deliller getirdiler) de, sonra içlerinden birçoğu bütün bunların arkasından hâlâ yeryüzünde fesat ve cinayette israf etmekte (çizgiyi-sınırı aşmakta) bulunuyorlar.” [Maide suresi, 32]

اِنَّمَا جَزٰٓؤُا الَّذ۪ينَ يُحَارِبُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداً اَنْ يُقَتَّلُٓوا اَوْ يُصَلَّـبُٓوا اَوْ تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِۜ ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ

Fakat Allah’a ve Rasûlüne (karşı) harbetmeğe kalkışan ve Yeryüzünde fesada çalışanların cezası, taktil olunmalarından (öldürülmelerinden) veya asılmalarından ya da ellerinin ayaklarının çapraz kesilmesinden veyahut bulundukları yerden nefy (sürgün) edilmelerinden başka bir şey olmaz. Bu onlara dünyada çekecekleri bir zillettir, ahırette ise kendilerine azîm (çok büyük) bir azâb vardır.” [Maide suresi, 33]

Rasûlullah Efendimizden bu mevzuda gelen bazı hadisler de şöyledir:

"Dünyanın yok olması, Allah nezdinde, bir Müslümanın öldürülmesinden daha önemsizdir." [Tirmizî, Sünen, Diyât, 7]

"Bize karşı silah taşıyan (veya silah çeken) bizden değildir." [Buhârî, Sahih, Fiten, 7]

"Hiçbiriniz kardeşine silâh ile işaret etmesin; çünkü o farkında olmadan şeytan elinden çıkarır da (istemeden bir müslümanı yaralama veya öldürmesi sebebiyle) Cehennem’in bir çukuruna yuvarlanır." [Buhârî, Sahih, Fiten, 7]

"Şüphe yok ki, kanlarınız, mallarınız, namuslarınız, vücutlarınız birbirinize Mukaddes Şehir'de, mukaddes aydaki mukaddes gün kadar haramdır, dokunulmazlıkları vardır... Benden sonra, birbirinizin boynunu vuran (canına kıyan) kâfirler (gibi) olmayın." [Buhârî, Sahih, Fiten, 8]

Bu bağlayıcı hükümleri muhtevî metinlerin sayısını daha da çoğaltmak mümkündür. Ortaya çıkan kesin ve açık sonuç İslâm'da, ister Müslüman olsun, ister Müslümanlara karşı savaşmayan (andlaşmalı) gayrimüslim olsun her insanın canı, malı, namusu ve vücûdunun dokunulmaz olduğudur. Bunlara dokunabilmek için kişinin cezâ gerektiren bir suç işlemesi ve selâhiyetli mahkemenin hüküm vermesi şarttır. Ortada kişinin işlediği suç ve bu suça uygulanacak cezâ hakkında mahkemenin hükmü bulunmaksızın bir kimsenin canına, malına, hürriyetine.... tecavüz etmek, düzeni bozmak, yeryüzünde fesat / bozgunculuk çıkarmak cinayettir; bunun, yukarıda da belirtildiği üzere dünya ve âhirette ağır cezâları vardır.

***

Anarşî ve terör mevzuunda Müslümanları bağlayan İslâmî tatbikat, en başta Rasûlullah (s.a.v.) ile Hulefâ-i Râşidîn (Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Alî ve Hasen r.anhum) zamanlarında vâki uygulamalardır. Çünkü İslâm tarihi, bir bakıma İslâm hukuk düzeninin uygulama alanıdır. Filasıl umumi manada bu örnek devirlerde anarşi ve terörden medet umulduğu olmamıştır. Bununla birlikte Hz. Osman (r.a.) zamanından itibâren Müslümanlar arasına fitne (kargaşa, ihtilâf, tefrika, fesat) girmiş, fakat bu davranışlar sahâbe tarafından asla tasvip görmemiş, fitnenin ortadan kalkması için meşrû düzen ve Halife ile işbirliği yapılmıştır.

Hz. Ali'nin (r.a.) hilâfetinde ona isyan eden / başkaldıran, bîat etmeyen, bunun için haklı olmayan şartlar ileri sürenler arasında bazı sahâbilerin (r.anhum) bulunduğu da olmuştur. Ancak bunlar teröre başvurmadıkları gibi, Hz. Ali (r.a.) de düzeni bozan davranışlarını tasvip etmemiş, bunu suç saymış ve üzerlerine asker sevkederek yola getirmeye çalışmıştır. Bu devirde anarşi ve teröre ilk başvuran fırka Hâricîler olmuş, bunlar kendilerine göre bir düzen kurmak üzere suikastler tertip etmişler ve bu arada Hz. Ali'yi (r.a.) de şehit etmişlerdir. Hâricîlerin bu davranışları ümmet tarafından hiçbir zaman kabûl görmemiş, kendileri daima sapık fırkalardan biri olarak tavsif ve tarif edilmişlerdir.

Nasslardan ve örnek uygulamalardan hareket eden İslâm ulemâsı, ‘şahsî hayatında veya idarede / yönetimde İslâm'dan sapan idareciye karşı alınacak tedbir’ mevzuunu müzakere etmişler, fitnesiz olarak değiştirilmesi mümkün ise derhal harekete geçilmesi, aksi hâlde uygun zamanın beklenmesi gerektiği sonucuna varmışlardır. İdareyi, düzeni İslâmî çizgiye getirmek üzere harekete geçmeyi önleyen husus ‘fitne’dir. Fitne ise Müslümanların birbirine silâh çekmesi, asayiş ve emniyetin ortadan kalkması, can, mal ve namus... emniyetlerinin / dokunulmazlıklarının tehlikeye düşmesidir.

Ehl-i Sünnet’in çoğunluğunun; İslâm'ı, Kitab, Sünnet ve Hulefâ-i Râşidîn çizgisinde yaşayanların görüşü budur. Aksini düşünen, fitneye rağmen zâlim sultana karşı çıkılır diyenler de ‘masum insanlar öldürülür, cana, mala, namusa tecavüz edilir’ dememişlerdir.

Şu hâlde terör ve anarşi, hemen bütün hizibleri / fraksiyonları / parçaları ile İslâm'a aykırı bir davranış biçimidir, asla meşrû bir davranış değildir.

***

Eşkıyanın / haydutların, teröristlerin cezası ve affıyla alakalı hükümlere gelince…

Yukarıda da zikrettiğimiz üzere bu mevzu ile ilgili olarak Cenab-ı Hak şöyle buyuruyordu:

Allah’a ve Rasûlüne harbetmeğe kalkışan ve Yeryüzünde fesada çalışanların cezası, taktil olunmalarından (öldürülmelerinden) veya asılmalarından ya da ellerinin ayaklarının çapraz kesilmesinden veyahut bulundukları yerden nefy (sürgün) edilmelerinden başka bir şey olmaz. Bu onlara dünyada çekecekleri bir zillettir, ahırette ise kendilerine azîm (çok büyük) bir azâb vardır. اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْۚ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ Ancak elinize geçirmezden evvel tevbe edenleri olursa biliniz ki Allah gafur, rahîmdir (çok bağışlayıcı, çok merhametlidir).” [Maide suresi, 33-34]

Bir önceki âyette "Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olmaksızın kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur" [Maide, 32] buyurulmaktadır. Bu âyetlerde ise yeryüzünde fesat çıkaranlara dünya ve âhirette verilecek ceza belirtilmekte, tevbe edenlerin ise affedilecekleri bildirilmektedir. Bir önceki ayetin gelişine, Medine'deki Yahudilerin antlaşmayı bozarak Müslümanlara hıyanet etmeleri sebep olmuş ise de "sebebin hususi olması hükmün umumi olmasını engellemez" kaidesinden hareketle bu âyetlerin kapsadığı hükümlerin genel olduğunu söylemek mümkündür. Haksız yere bir kişinin öldürülmesini bütün insanların öldürülmesi gibi telakki ederek öldürme vak’asını insanlığa karşı işlenmiş suç sayan Kur'an, bu âyetlerde de silâhlı eşkıyalığı ve yol kesiciliği, halkın huzurunu kaçırdığı ve düzeni bozduğu için, Allah ve Rasûlüne (İslâm devletine) karşı işlenmiş büyük bir suç, açılmış savaş olarak görmüş ve caydırıcı cezalar getirmiştir.

***

Allah ve Rasûlüne savaş açanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlardan maksat kimlerdir?

Bunlardan kasıt;

a) İnsanların Allah inancını sarsmaya ve yıkmaya yönelik faaliyetlerde bulunan,

b) Allah ve Rasûlünün koyduğu esaslara / umdelere karşı düşmanca tavır alıp meşrû nizama karşı çıkan,

c) Hırsızlık, eşkıyalık, haydutluk ve kanunsuzluk yapan, yol kesip insanlara korku salan, halkın emniyet ve asayişini bozup canlarına, mallarına veya namuslarına tecavüz eden şahıslar veya bu fiilleri teşkilatlanarak / örgütlenerek yapanlardır.

Âyette kullanılan kelimeden hareketle İslâm hukukunda bu suç "hırâbe" olarak adlandırılmıştır. Bunlar gayrimüslimlerden olabileceği gibi Müslümanlardan da olabilir. İslâm, getirmiş olduğu itikat, amel ve ahlâk düzenine / sistemine karşı düşmanca tavır almaya müsaade etmediği gibi, yeryüzünde fesat çıkararak gerek çevrenin gerekse meşrû devlet düzeninin bozulmasına da izin vermez. Zira o, sadece insanların değil, aynı zamanda çevrenin ve ekolojik dengenin de korunmasını, böylece insanların huzurlu ve mutlu bir hayat yaşayabilmelerini gaye edinir (hedefler).

Uygulamada bazı görüş ayrılıkları olmakla birlikte İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre silâhlanıp açıktan devlete başkaldıran ve eşkıyalık yapan kimseler;

- Yalnızca adam öldürmüş iseler, idam edilirler.

- Hem adam öldürmüş hem de soygun yapmış iseler öldürülür ve asılırlar.

- Sadece soygun yapıp terör havası estirenlerin bir elleriyle bir ayakları çapraz olarak kesilir.

- Yalnızca terör havası estirmiş, fakat soygun yapmamış olanlar sürgün edilirler. (Sürgünü hapis cezası olarak te’vil edenler de vardır.) Bir başka te’vil ve tefsire göre ise âyette öngörülen cezalar suçun çeşidine ve mahiyetine göre sıralanmış olmayıp içlerinden birinin seçilmesi istenmiştir; devleti yönetenler benimsenen ceza siyasetine göre bu cezalardan uygun gördüğü birini tercih edebilecektir. [Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 3, 1664]

Eşkıya, yaptıklarına pişman olup da kendiliğinden teslim olduğu takdirde âyetin zâhirine göre yukarıdaki cezaların tamamı düşer. Ancak gerek müfessirlerin çoğunluğu, gerekse fukaha / hukukçular, mevzu ile ilgili diğer âyetleri de göz önünde bulundurarak, bu durumda âmme hukukuyla alakalı cezaların düşeceği, fakat kısas ve tazminat gibi ferdî hakların mahfuz olduğu kanaatindedirler. Hak sahipleri isterlerse ceza talebinde bulunabilirler, isterlerse de affederler. [Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 12, 218; Elmalılı, a.g.e., 3, 1667; Ebüssuûd Efendi, İrşâdü'l-Akli's-Selîm Mezâye'l-Kitabü'l-Kerim, 3, 32; Abdurrahman Malikî, İslâm Hukukunda Ceza, s. 138-148]

Daha geniş ve detaylı bilgi için bkz.

http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2484-kat-u-t-tarik-ve-kuttau-t-tarik-yol-kesmek-ve-yol-kesiciler.html

http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2482-peygambere-hakaret-ve-sebb-in-hukmu.html

Çatışmada ölen teröristin cenaze namazı için de bkz.

http://www.mollacami.net/soru-ve-cevaplar-288.html

 

Go to top