Selamün aleyküm hocam, hayatım hep sıkıntı, stres ve ağır işlerde geçti. bunlar günahlarımın cezası mı, yoksa Allah beni sınıyor mu, sabredebilecek miyim diye.. ya da kaderimde böyle olacağı mı varmış da onu mu yaşıyorum? bu konuda açıklada bulunabilirseniz sevinirim. A. Hamdi Söğütlü - İstanbul
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Durumunuzu zaten kendiniz yorumlayıp özetlemişsiniz… Söylediklerinizi tekrardan başka diyecek bir şey yok aslında… Hepsi de doğru olan sözler. Ama madem sormuşsunuz, mevzuyu bir nebze açmaya-açıklamaya çalışalım.
Elbette ki günahlarımızdan bazılarının bir kısım cezasını daha dünyada iken çekmeye başlarız. Bunda şüphe edecek bir şey yok. Bu husustaki nasslar (ayetler-hadisler) da bunun açık delilidir. Bunlardan bazıları şöyledir: “Başınıza ne musibet geldiyse kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Oysa birçoğunu da bağışlıyor.” [Şûrâ suresi, 30] Bu âyet-i celiledeki beyanı iki şekilde anlamak mümkün:
a) İnsanın başına gelen musibetler, kendi eliyle işlediği günahların sonucudur. Üstelik Allah Teala birçok günahı da baştan affediyor. Yoksa her hatanın karşılığı dünyada verilseydi, insan felaketten felakete sürüklenirdi. Nitekim yine Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “Bununla beraber Allah, insanları kendi işledikleri yüzünden hemen cezalandıracak olsa, yeryüzünde hiç bir deprenen (canlı) bırakmazdı. Fakat onları belirlenmiş bir süreye kadar erteliyor. Nihayet ecelleri geldiği vakit, işte o zaman şüphe yok ki, Allah kullarını görendir (hiçbirini karşılıksız bırakmaz).” [Fâtır suresi, 45] “Bununla beraber rahmet sahibi olan Rabbin çok bağışlayıcıdır, tevbe eden kullarına rahmeti boldur. Eğer Allah, işledikleri günahlar yüzünden onları hemen cezalandıracak olsaydı, onlara hemen azab ederdi. Fakat onlara vaad edilen bir zaman vardır ki, o geldiğinde Allah'ın azabından bir kurtuluş yeri bulamazlar.” [Kehf suresi, 58]
Bu hususta gelen bir hadis de şöyledir:
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: Allah Teala hazretleri diyor ki: ‘Ey âdemoğlu! Sen bana dua edip, (affımı) ümid ettikçe ben senden her ne sâdır olsa, aldırmam, ben seni affederim. Ey âdemoğlu! Senin günahın semanın bulutları kadar bile olsa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam, seni affederim. Ey âdemoğlu! Bana arz dolusu hata ile gelsen, sonunda hiç bir şirk koşmaksızın bana kavuşursan, seni arz dolusu mağfiretimle karşılarım." [Tirmizi, Sünen, Deavât, 106, Hadis no: 3534]
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), yukarıda zikri geçen ilk âyet-i kerimeyi Hz. Ali'ye (r.a.) şöyle açıklıyor: "Ey Ali, sana bu âyeti tefsir edeceğim: Dünyada iken sizin başınıza gelen bir hastalık, bir musibet veya bir bela sizin kazandıklarınızdandır. Allah, âhirette ikinci kez cezalandırmayacak kadar Halîm'dir. Dünyada iken bağışlamış ise Allah bağışladıktan sonra tekrar dönmeyecek kadar Kerîm'dir." [İbn Mâce, Sünen, Hudûd, 33]
b) Âyet-i celilenin ikinci manası da, başa gelen musibetler ya insanın sabrının sınanması, ruhen olgunlaşması, mükafât ve yüksek mertebeler elde etmesidir veya günahlarının bağışlanmasına vesiledir. Keza mezkür âyet nazil olduğunda Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Muhammed'in nefsi / canı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bir kamışın yaralaması, bir damar seyrimesi, bir ayak sürçmesi mutlaka bir günah yüzündendir. Allah'ın onlardan bağışladığı ise daha çoktur." [Taberî, Câmiu'l-Beyân, 12, 150,151; Zemahşerî, Keşşâf, 3, 471; Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, 27, 173; İbn Kesîr, Tefsîr, 4, 116 Ve benzeri bir hadis; İbn Hanbel, Müsned, 6, 261]
O halde nedametle tevbe ve istiğfara devam edelim, duadan geri kalmayalım, burada çektiklerimiz öbür tarafta hem göreceğimiz azaba keffâret, hem de manevi derecelerimizin yükselmesine vesile olması için Rabbimize niyaz edelim.
Hâsılı, bu âlem imtihan âlemi… Herkesin imtihanı da kendine göredir. Atalarımızın, “Allah dağına göre kar verir” sözü meşhurdur malumunuz. Rabbimiz’den (c.c.) dileyelim ki bizleri imtihana tâbi tutmasın, çünkü bizler imtihan ehli kullar değiliz. Ya da en azından, sabredip altından kalkamayacağımız imtihanlara, sizin deyiminizle “sınavlar”a muhatap kılmasın bizleri...
Kader meselesine gelince… Bildiğiniz üzere imanın 6 şartından biri ‘kadere inanmak’tır. Filasıl kader’in dışında tecelli eden bir şey yoktur bu âlemde ve olamaz da... Şüphesiz ki hepimiz, orada yazılı olan proğramı yaşıyoruz. Ama kaderde neyin yazılı olduğunu bilemeyiz. Biz işimize, kulluğumuza bakmalı, yükümlülüklerimizi yerine getirme gayretinde olmalıyız. Rabbimiz bizim kendi hür irademizle ne yapacağımızı ezelden bildiği için yazmış onları… Bilmemesi zaten düşünülemez, öyle değil mi? Meselenin o yönü bizim kafamızı-gönlümüzü karıştırmamalı... Biz elimizden geldiğince hidayet ve istikamet üzere (doğru yolda dürüstçe) yürümeye çaba göstermeliyiz. Bize düşen bu. Şunu da unutmayalım:
“Kadere inanan kederden uzak olur”.
Kaderle ilgili geniş bilgi için bkz.
http://halisece.com/islami-makaleler/318-imanin-altinci-sarti-kadere-inanmak.html