Hocam geçtiğimiz cumayı diyarbakır surda kılmak nasip oldu..cemaat genel itibari ile şafi idi..taktir edersiniz ki farklılıklar var..burada şafi mezhebini taklit edip cemaate göre mi hareket etmeliydim?hanefi mezhebine göre her zaman kıldığım üzere eda ettim namazımı.yalnız herkes cemaate uyunca bende ister istemez cemaat ortasında tek kaldım ve namazımı bu şekilde kıldım..bir eksiklik oldu mu size sormak istedim..
hocam diğer bir konu daha öncede sorulmuştu ama geçen hafta cumayı kılmazdan önce camide vaaz veren hoca şu şekilde bir açıklama yaptı..hutbede edilen türkçe duada bir sakınca yoktur çünkü bu dua edildiğinde hutbe bitmiştir salli barikler okunmuştur ve sonrasında bu türkçe dua yapılmaktadır demişti..burada hutbeden inmediği sürece yapılan dualar hutbede olunduğu hükmünde değil midir?Allah razı olsun Hocam..selam ve dua ile.. Fazıl Karataş – Facebook

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

1- Hak mezheplere mensup olan mü’minler, namazlarda biribirlerine uyabilirler. Mesela sizin durumunuzda olduğu gibi, Hanefî bir kişinin Şâfiî olan imama, Şâfiî birinin de Hanefî olan imama uyması caizdir. Bu noktada aslolan taklit değil, herkesin kendi mezhebinin hükümlerine uymasıdır.

Maamafih farklı mezhepten olanlara imam olacak kişinin dikkat etmesi gereken hususlar vardır. İmam da kanaatimce bunun şuur ve idrâkindedir, mutlaka bilirdir.

Malumunuz, ülkemizde ekseriyetle Hanefî ve Şâfiî mezhebine mensup Müslümanlar bulunmaktadır. Diğer iki mezhebe tâbi olanlar nadirdir, hatta ender de diyebiliriz.  Bu sebeple mevcut fıkıh kitaplarının ekserisi de Hanefî ve Şâfiî mezhebine göre yazılmıştır.

Bu iki mezhebe bağlı olan Müslümanlar daha önceleri çğunlukla belli bölge ve şehirlerde bulunmaktaydı. Fakat günümüzde ülkenin hemen her tarafında her iki mezhep mensuplarını da görmek mümkün... Bilhassa bu durum camilerde açıkça müşahede edilmektedir. Aynı şekilde, camilerimizde her iki mezhebe bağlı olan imamlar da mevcuttur. Şâfiîler azınlıkta olmakla birlikte… Bunun için, öncelikle imamlık vazifesini yapanların her iki mezhebin ibadetle, bilhassa abdest ve namazla alâkalı farklılıklarını bilmesi gerekir. Böylece arkalarında bulunan cemaatin namazı daha sıhhatli bir şekilde edâ edilmiş olur. Bu hususta efdâl olan, herkesin kendi mezhebine mensup imamın arkasında namaz kılmasıdır.

Ancak Hanefî bir kimsenin Şâfiî olan imama, Şâfiî bir kimsenin de Hanefî olan imama uyması caizdir. Bu meselede mühim olan husus, imam olan zatın, namazın şart ve rükünlerine riayet etmesidir. Çünkü değişik mezhepten de olsa, namazı cemaatle kılmak tek başına kılmaktan daha faziletlidir.

Ashâb ve Tâbiînden pek çokları müçtehid derecesinde büyük âlimlerdi. Farklı içtihadlara sahip olmakla beraber, biribirlerinin arkasında namaz kılmışlardır. Bu hususta ciddî bir farklılık olmamıştır. [Bkz. İbni Âbidin, Reddü’l-Muhtâr, 1, 378-79] Lakin bu meselede cemaatin ve imamın ihtiyatlı davranması, namazın sahih olması açısından mühimdir.

Meselâ;

Hanefi mezhebine mensup olan imamın, cemaat içinde Şâfiî birisinin bulunabileceğini dikkate alarak, abdest dâhil bazı hususlarda dikkatli olması gerekmektedir. Şâfiî bir imamın da, cemaat içinde Hanefî birisinin bulunacağını hesaba katarak, bir tarafından kan ve benzeri şeyler çıkmışsa veya ağız dolusu kusmuşsa abdestini yenilemesi lâzımdır. Aksi takdirde Hanefî cemaatin namazı sahih olmaz.

Sabah namazına gelince; Şâfiîler sabah namazının farzının ikinci rek’âtında rükûdan sonra doğrulunca kunut duâsı okurlar. Bu sünnettir. Cemaatle kılındığında da kunutu yalnız imam okur, cemaat “Âmin” der. Hanefî mezhebine mensup bir kimse Şâfiî bir imamın arkasında sabah namazını kıldığı zaman kunut esnasında susar, hiçbir şey okumaz. Namazını imama uyarak tamamlar. Kunut duası okunurken elleri kaldırıp açmak da sünnettir. Hangi mezhepten olursa olsun, cemaatte bulunanlar da ellerini açıp iştirak ederler.

Hanefi imâmın arkasında namaz kılan bir Şâfiînin sabah ve diğer namazlarda yanılma secdesi yapması sünnetdir. Çünkü Hanefî mezhebinden olan bir şahıs sabahleyin kunut duâsını okumaz ve diğer namazlarda da ilk teşehhüdte Peygamber Efendimize salâvat getirmez, hattâ getirse kendi mezhebine göre yanılma secdesi yapması lâzımdır. Şâfiîye göre ise bunların terkinde yanılma secdesi yapıldığından, imâmın selâmından sonra Şâfiî muktedinin yanılma secdesi yapması sünnetdir.

Hanefi olan imam kendi mezhebine göre kılar. Yani ilk oturuşta salavat okumaz. Ancak Tahıyyat’ı yavaş okuyarak Şâfiî cemaatin salavatları okumasına zaman tanır. Şâfii cemaat ise yetiştirebilirlerse salavat da okurlar. Yetişmezse de sehiv secdesi yapmaları sünnettir. Şafiilere göre teşehhüdde salavat okumanın en azı: "Allahümme salli alâ Muhammed" demektir. Fakat Salli ve Bârik salavatlarını okumak en ekmeli, en güzelidir.

Hâsılı; kendi mezhebinden olmayan bir imama uyan kimse, o imamda kendi mezhebine göre namaza mâni olacak bir şey görmedikçe ve yakînen bilmedikçe, ona uyarak namaz kılması caiz, namazı da sahihtir. Ancak arkasında namaz kıldığı imamda kendi mezhebine göre namazı bozacak bir durumu gören, buna vâkıf olan kimsenin o imama uyması caiz olmaz. Meselâ, Hanefî mezhebine mensup olan bir kimse, Şâfiî bir imamın bir tarafının kanadığını gördüğü halde gider ona uyarsa, bu kimsenin namazı sahih olmaz. Çünkü namazı kendi mezhebine göre sahih değildir.

2- Evet, Salli ve Bârik okunmakla artık hutbe bitmiştir. Hatip “İnnallâhe ye’mürü bi’l-adli…” âyet-i celîlesini okur ve namazı kıldırmak üzere minberden inip mihraba yönelir.

Neden?

Çünkü hutbeyi uzatmamak, hutbenin sünnetlerindendir. Dua edeceğim diye bu sünneti terk etmek, hutbeye bir şeyler ilsak etmek (bitiştirmek) en azından fıkıh tabiriyle “evlâ olanı terk” olur ki, münasip değildir; dolayısiyle kerahetten uzak olmaz. Oysa dinimizde aslolan; her şeyi zamanında ve zemininde yapmaktır. 

Go to top