Selamün Aleyküm abi,

Nasılsınız? Hazret-i Allah'tan afiyette olmanızı niyaz ederim.

Abi bir sorum olacaktı. Rabbim salihlerden eylesin bir oğlum var daha 3 yaşında onunda bizim gibi Varis-i Resul'ü tanımasını onun yolundan gitmesini istiyorum. Malumunuz ağaç yaşken eğilir misali küçük yaştan hafız olmasını istiyorum ama bulunduğumuz ilçede hafızlık kursumuz yok fakat il merkezinde var bu yüzden evde yavaş yavaş başlama niyetindeyim. Sorum şu olacaktı hafızlık için hangi yaşlarda başlamak iyi olur, en uygun yaş hangisidir?

Birde Hazret-i Üstazımıza ait bir usul ve öğretme şekli var mıdır, Arapça bilgim iyi nereden başlamalayım?

Öğretme ve öğrenme yönü ile alakalı tavsiye edebileceğiniz, faydanabileceğim bir eser var mıdır?

En kalbi duygularımla selam ederim abi. hadime hadime – gmail

*******

Ve aleyküm selam kardeşim; teşekkür ederim, sağlığınıza duacıyım.

Oğlunuzun salâhatı, tâlim ve terbiyesiyle alakalı temenni ve dualarınıza en samimi duygularımla “amin” diyorum. Rabbim hidayet-i kâmileden ayırmasın. İslamî usûl ve esaslara uygun tarzda yetiştirebilmeyi nasip eylesin.

Bendeniz, çok çok üzülerek ifede edeyim ki, hafız değilim. Onu baştan belirteyim. Ve her ne kadar burada bu mevzuda nazarî bazı bilgiler aktarmaya gayret etsek de, en doğru ve en isabetli yol, bu işi ehline sormaktır. Çevrenizdeki hafiza hocahanımlar ve hafız hocaefendilerle istişâre edip ona göre karar veriniz.

***

Bir hafızdan bazı tavsiyeler

“Hafızlık, ortalama iki yıl sürer. Altı ayda da, bir yılda da bitebilir, üç yıl da sürebilir. Normal süre iki yıldır, ama siz en az elli yıl sürecekmiş gibi hazır olmaya çalışın. Elli yıl sürecek bir proje olarak görün bunu… Böylece Şeytan sizi ikinci basamakta yıldıramaz, dolayısiyle pes etmezsiniz.

Hafızlık veya Kur’an ehli çocuk yetiştirmek, hafız olmaktan-Kur’an ehli olmak için çalışmaktan çok daha zordur. Buna hazırlıklı olun. Zira zaman zaman, ‘ben kendim mi hafız olsa idim?’ diye düşünebilirsiniz.

Hafızlığı evde yapmak, yaptırmak risklidir, zordur. Mutlaka ev ortamının dışında olmasını temin etmeye çalışın.

Hafızlık, onu yapacak talebe kadar yaptıracak hoca işidir aynı zamanda... Hafıza ayarları ile oynanmış bir çocuğun, hafızlık süreci neredeyse tıkanmış gibi olur. Hani meşhur hattat Hafız Osman’a birileri gelmiş ve, ‘Efendim mahdumu size getireceğim ama, önce biraz eli kırılsın diye mahallede birilerine gönderiyorum’ demiş. O da, ‘Aman, eli kırıldıktan sonra bize hiç getirme!’ demiş. Bunun gibi, Hafızlığın temeli de ehil hocanın elinde atılmalıdır.

Gerek hafızlık öncesinde ve gerekse süreç işlerken çocuğu sürekli abluka altında tutacaksınız. Emsâlleri ile bir beraberliğine dikkat edeceksiniz. Tamamen tecrit ederseniz kompleksli, kendini hiç sayan bir çocuk yetiştirirsiniz. Büyük ihtimalle de psikolojik problemleri olan bir çocuğunuz olur. Hafız da olabilir ama öyle olur. Karma bir ortamda tutarsanız bu sefer de hafızlık yaptıracak bir akıl bırakmazsınız çocukta… Ortasını bulmak gerek.

Hafızlık öncesinde ve esnasında, çocuğun matematik zekâsının ezber zekâsını ezmemesine dikkat etmelisiniz. Matematik zekâsı ezber zekâsını ezerse, hafızlık işi yokuşa sürülmüş olur. Oyuncağından espriye kadar her alanda buna dikkat etmeniz gerekir.

Çocuğunuz, dört yaşından itibaren hafızlık süreci için incelenmelidir. Dört-beş yaşını doldurunca da muhakkak çocuğu, Kur’an hafızı yetiştirebilecek ehil bir hoca görmelidir.

Yavrunuz beş yaşında bu testlere girmeye başladığında, hafızlıkla ilgili zaman da belirlenebilir. Genelde mevcut şartlarımızda zorluk ortamından yola çıkarak, okul hayatının çocuk için hafızlık yolunu tıkamayacağı düşünülebilir. Hatta üniversite bile bu yolu tıkamaz. Tıkayan, çocuğun kafasında Kur’an’a yer kalmayacak ortamlar ve anlayışlardır. Ya da çocuğun Kur’an’ı ikinci iş olarak görmesidir.

Çocuğun üç yaşından itibaren, çevresini yorumlamada hassas olacağını bilin. Buna göre dikkat edin. Mesela çocuğu, Kur’an kıymeti bilmez bir akraba ile görüştürüp konuşturmayın, kendisi gibi olmasını istemediğiniz bir hafızla da asla buluşturmayın. Kur’an’ın ehli olamamış bir hafızı görürse, bindiğiniz dalı kesmiş olursunuz.

Eğer tesbitlerde, çocuğun hafızlığı size tavsiye edilmezse de asla üzülmeyin. Hafızlığı, ‘ezberlemek’ ve ’emmek’ olarak ikiye ayırabiliriz. O takdirde çocuk ezberleme bölümünden alınıp emme bölümüne geçirilir ki, asıl hedef de budur. Sürekli emsin dursun Kur’an’ı, Kur’an ilimlerini ve damarlarındaki kan gibi olsun Kelâm-ı Kadîm’in ruhu onda...

Unutmayalım ki; kuru temennilerin hiçbir değeri yoktur. Bu sürecin öncesinde ve sonrasında gücünüz, ehil kişilerle yapacağınız istişarelerle aktif hâle gelir. Evhama dönüşmeyecek tarzda ehil insanlarla bir istişare ağı kurmaya bakın.

***

Pîranımızın tâlim ve terbiye usûlü

Üstazımız (k.s.) hazretlerinin Eflifbaları, lafız ve mânâ cihetiyle Kur’an-ı Kerim’i -mâlumunuz- öğrenme ve öğretme hususunda eşsiz bir eserdir. Zahirî nazarla bakıldığında -hâşâ-anlamsızmış gibi gelen o kelimeler-heceler nice engin mânâlarla yüklüdür, rûhaniyet isimleridir.

Alet ve âlî ilimlerin tahsili hususunda da usûl mâlumunuz… Sarf, nahiv, akâid, fıkıh, edebiyat, mantık… Bu derslere mündemiç olarak kısmen tefsir ve hadis ilimleri… Bu sahalarda okunan eserlerin de neler olduğunu sayıp dökmeğe herhalde gerek yoktur.

Ancak hafızlık ve usûlü hakkında bir tavsiyeleri olup olmadığını bilmiyorum. Rahle-i tedrislerinde bulunma şerefine nail olan büyüklerimizden bu hususta bir şey dinlemedim. Herhangi bir mâlumata ulaşırsak paylaşırız.

***

Hâfızlığın yaşı yoktur

Hâfız olmanın belli bir yaşı yoktur. Tabiîn ulemâsından Süfyan bin Uyeyne (rahımehumullah) gibi dört yaşında hâfız olanlar olduğu gibi, 60-70 yaşında da hıfzını tamamlayanlar da olmuştur.

Mezhep imamımız İmam-ı Azam (rh.) hazretleri de 4 yaşında hafızlığını ikmâl etmiştir.

Meşhur hikâyedir bilirsiniz: Babası Sabit (rh.) hazretleri işi icabı uzun bir sefere çıkar. Hayli yol aldıktan sonra bir dere kenarında bulunan söğüt ağacının gölgesinde hem öğle namazını kılmak hem de yemeğini yemek üzere atını çayıra bırakarak konaklar.

Tam bu esnada, önündeki derede akıp gelen güzel bir elma görür. Derhal atlar, onu yakalar ve hemen ısırır. Fakat haram olduğunu hesap ederek, yutmadan derhal tükürür. Tükürür ama elmanın suyu da midesine inmiştir.

Dereyi tâkiben elma bahçesine ulaşır. Elindeki elmanın bu bahçeden olduğuna hükmederek, sahibini bulur ve helâllik ister.

Elma sahibi ise,

- ‘Helâl ederim ama bir şartım var, şartımı kabul etmen gerekir’ der.

Sabit hazretleri,

- ‘Neymiş o şartın’ diye sorar?

- ‘Elmayı helâl etmem için yanımda bir sene çalışmandır. Eğer 1 sene çalışırsan hakkımı helâl ederim’.

Sabit hazretleri, kul hakkıyla Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkmamak için elma sahibine 1 yıl çalışmayı kabul eder. Çalışıp, tam bir yılı tamamladıktan sonra elma sahibine,

- ‘Bir yılımı bitirdim ben gidiyorum’ der.

Elma sahibi,

- ‘Hakkımı helâl ederim etmesine amma, bana bir yıl daha çalışman şartı ile’ karşılığını verir.

Sabit hazretleri,

- ‘Seninle bir yıl çalışmaya anlaşmıştık ve bir yılı bitirdim, hakkını helâl et de müsaadenle ben gideyim’.

Elma sahibi,

- ‘Evet, anlaşmıştık ama bir yıl daha çalışacaksın.’

Sabit hazretleri, ahirete kul hakkı ile gitmemek için, ikinci bir yıl daha çalışmayı kabul eder. Ve bir yıl daha çalışıp onu da bitirdikten sonra elmanın sahibine,

- ‘Hakkını helâl et ben gidiyorum’ der? O ise,

- Hakkımı helâl ederim ama bir şartım daha var; benim kör, sağır, dilsiz, topal, kolları tutmayan, kötürüm bir kızım var, onunla evlenirsen ancak o zaman…’ der.

Sabit hazretleri, kul hakkı yememek için onu da kabul eder.

Düğün olur ve gelin eve gelir. Sabit hazretleri bakar ki gelin hanım kör değil, sağır değil, dilsiz değil, topal değil, kolları sağlam, çok güzel bir kız... Ve hemen kıza dokunmadan elmanın sahibine döner, der ki;

- Bir yanlışlık var herhalde, bu kız sizin anlattığınız vasıflarda değil.’

Bahçe sahibi de,

- ‘Benim kızım hayatında harama bakmamıştır, bu sebepten kör dedim; haramı hiç duymamıştır, bu yüzden sağır dedim. Benim kızım haram söylememiştir bundan dolayı dilsiz dedim. Benim kızım harama yürümemiştir onun için topal dedim. Benim kızım harama uzanmamıştır o sebeple kolları tutmuyor dedim. Senin de harama bu kadar dikkat ettiğini gördüm ve bu yüzden kızımı seninle evlendirdim.’

Sabit hazretlerinin bu evlilikten bir oğlu doğar. Adını Nûman koyar. Hicrî 80 yılında Kûfe de doğmuş ve hicretin 150 tarihinde Bağdat’ta vefat etmiştir. (rahımehumullah)

Sabit hazretleri, Hz. Ali’nin (r.a.) hizmetinde bulunmuş ve kendi nesli için onun duasını almıştır.

Oğlu Nûman 4 yaşında hafız olmuş; annesi ona, ‘Eğer baban o elmanın suyunu yutmasaydı, sen iki yaşında hafız olurdun’ demiştir.

İşte o küçük Nûman büyümüş, Kıyamete kadar müntesipleri devam edecek olan Hanefi mezhebinin kurucusu, ve herkes tarafından bilinen İmam-ı Azam Ebu Hanife ünvanını almıştır (rh.). Kendisi ashab-ı kiramdan Enes b. Mâlik, Abdullah b. Evfâ, Vasile b. Eska, Sehl b. Saide ve en son hicrî 102’de Mekke’de vefat eden Ebu’t-Tufeyl Amir b. Vasile’yi (r.anhum) görmüştür. Tâbiindendir.

İmam-ı Azam (rh.) hazretlerinin ilmi-irfanı, zekâsı, zühd ve takvâsı, verâı çok yüksektir. Yetiştirdiği âlimler arasında İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed, İmam Züfer (rahımehumullah) gibi çok büyük ve çok güçlü müçtehitler vardır.

***

Küçük yaştaki hafızlığın avantajları

Küçük yaşta iken hâfızlık yapmanın avantajları elbette fazladır. Çünkü malum olduğu üzere zihin daha açık olur, daha çabuk hıfzeder. Fakat azmi elinden bırakmadan ileri yaşlarda Kur’ân-ı Kerim’in hıfzına başlayıp, uzun zamanda da olsa tamamlayan çok büyüklerimiz olmuştur. Mühim olan azimdir, gayrettir, şevktir ve işin şuuruna ermektir. Nitekim bir hâfızlık kursunda torunu yaşındaki talebelerle beraber yılmadan çalışmaya devam eden bir teyzemiz, beş yıl sonra hıfzını tamamlamış ve gençlere hâfızlık merasiminde şu mesajı vermiştir: 

“Gençler bu işe biraz olsun vakit ayırırlarsa, inşallah yarı yolda kalmazlar. Zamanlarını öldürmesinler;  gönülden isteyince, Allah Teala’nın kendilerini yarı yolda bırakmayacağına inansınlar.”

Hâfızlar Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hususi iltifatına mazhar olmuşlardır. “Kur’an’ı gereği gibi güzel okuyan kimse, vahiy getiren şerefli ve itaatkâr meleklerle beraberdir...[Buhârî, Sahih, Tevhîd, 52; Müslim, Sahih, Müsâfirûn, 243. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Sünen, Salât, 349;  Tirmizî, Sünen, Fezâilu’l-Kur’ân, 13; İbni Mâce, Sünen, Edeb, 52] hadisinde de bildirildiği gibi, hâfız her an meleklerle-rûhanilerle birliktedir. Çünkü melekler en çok Kur’ân okunduğu ve dile getirildiği yerlerde bulunurlar.

Ve yine bir başka iltifatında Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) “Kur’ân ehli (onu ezberleyip mucebince amel edenler), ümmetimin en şereflileridir.” [Münâvi, Feyzu’l-Kadîr, I, 522] buyurmuşlardır.

Hâfızasında Kur’ân’ı taşıyana bir müjde daha vardır ki, ona şefaat hakkı verilir: “Kim Kur’ân’ı okur, onu ezberler, helâl kıldığını helal kabul eder haram kıldığını haram kabul ederse, Allah bu Kur’ân sebebiyle onu Cennetine koyar ve ailesinden Cehenneme girmeyi hak eden on kişiye şefaat hakkı tanınır.” [Tirmizî, Sünen, Fezâilü’l-Kur’ân 13; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 148]

***

Kur’ân’ın ilk hâfızı Rasûlullah Efendimizdir

Öncelikle şunu tesbit edelim; aslında Kur'ân-ı Kerîm'in bir nüshası Levh-i Mahfuz'da bir nüshası da Fahri Kâinât Efendimizin (s.a.v.) kalbinde yazılı idi.

Bununla beraber Efendimiz (s.a.v.) de kendisine vahyolunan âyet­­­­leri hâfızasında tutar ve daha sonra saha­belere okurdu. Dolayısiyle Kur’ân’ı hâfızasına nakşedip muhafaza eden bizzat kendisidir, ilk hâfız O’dur. Zira Hz. Cebrail’den (a.s.)  gelen vahyi, Ne­biyy-i Zîşân (s.a.v.) derhal ezberlemiş olurdu. Bu yönüyle hâfızlık bir peygamber mesleğidir.

Asr-ı Saadet’te de sahabelerin büyük çoğunluğu Kur’ân’ı ezberlemiş durumdaydılar. Ancak ashaptan hâfız olanların sayısı tam olarak bilinmemektedir. Buna rağmen bazı hadiseler ışığında sahabeler arasında çok sayıda hâfız bulunduğunu öğreniyoruz. Bi’ru Maûne vak’asında 70, Yemâme savaşında 70 bazı kay­naklara göre 500, 700 veya daha fazla hâfız sahabenin şehit olduğu rivâyet edilmektedir. Bunun dışında isimleri en çok öne çıkan Osman bin Affan, Ali bin Ebi Talip, Ubey bin Ka‘b, Abdullah bin Mes’ud, Zeyd bin Sabit, Ebu Musa el-Eş’arî ve Ebudderda  (r.anhüm ecmain) hazerâtı da meşhur hâfızlardan idi. İslâm’ın tâlim ve telkıninde vazife yapmış bu sahabeler Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından çokça iltifata mazhar olmuşlardır.

***

Çocuklar kaç yaşında Kur'an okuyup Hafız olabilirler?

Uzman Pedagog Adem Güneş, çocuklarımıza kaç yaşında ve nasıl Kur'an-ı Kerim öğretmemiz gerektiğini yazdı.

İşte tavsiyeleri:

“Çocuğuna Kur'an-ı Kerim’i öğretmek ve ezberletmek her anne-babanın isteği... Ama görülüyor ki; çocuklara Kur'an-ı Kerim öğretme ve hafızlık eğitimi için kafalar oldukça karışık...

Meseleye adım-adım açıklık getirmeye çalışırsak eğer;

1- Çocuklarda, iki yaş dönemi, dile karşı oldukça hassas oldukları bir dönemdir.Çocuk bu dönemde, her bir yeni kelime ile çok ilgilenir ve hemen o kelimeyi kullanmak ister... Çocuklar bu dönemde bitmek bilmeyen bir hevesle ve keyifle kelimelerdeki melodileri çıkarma gayretindedirler. Bu dönem ikinci dil öğrenimi için çok uygundur. Zira çocuklar eşyanın ismini ilk duyduğu kelime ile hafızasına yazar ve kalıcı belleği oluşturur. Bu dönemde çocuğa eşyanın isimleri ve fiiller iki dilde öğretilirse çocuk zorlanmadan iki dilini birden geliştirir.(Ancak bu iki dil aynı yetişkin tarafından verilmemesi gerekir.)

2- İki yaş dönemi çocukların eşya ve olayların isimlerini öğrenmeye en yatkın dönemleri olsa da, Kur'an-ı Kerim'i bu dönemde ezberletmeye çalışmak yanlış olur.Zira çocuk bu dönemde sadece eşya ve olayların isimlerini öğrenmektedir, henüz ezber yapma becerisi gelişmemiştir.

3- Çocuklar 3,5 - 4 yaşlarına geldiklerinde kelime dağarcığı oldukça yükselmiştir ve artık kelimeleri kullanmaktan keyif almaya başlar.Bu dönemde çocuklar uzun kelimeleri ve cümleleri ‘taklit’ yolu ile öğrenme sürecine girerler. Şiir ezberlemekten, şarkı sözü ezberlemekten büyük keyif alırlar. İşte bu dönemde çocuklara Kur'an-ı Kerim'i keyifle ezberlemesine ‘zemin’ hazırlanabilir. Bu zemin çocuğun keyifle bir şarkı sözü ezberlemesi gibi, doğal yaşam içinde duyduğunu ezberlemesi şeklinde olmalıdır. Yoksa bir ders suretinde ezberlemeye çocuk benliği reaksiyoner (tepkisel) davranır...

4- Çocuk 3,5 yaş döneminde keyifle yürüteceği bir ezber kabiliyeti (yeteneği) vardır ama henüz bu dönemde harflerden kelimeler ve cümleler yapma duyarlılığı ve merakı yoktur.Dolayısı ile bu yaş döneminde çocuklar Kur'an ezberliyor olsa da, harfleri öğretmek doğru olmaz.

5- Çocuklar 6 yaşına geldiklerinde ise, yazı okumaya, yazı ile cümleler kurmaya duyarlılığı başlar. İşte çocuk eğer 3,5-4 yaşında Kur'an dinleme ve ezber yapma sureci yaşamışsa, 6 yaşından sonra da ezberlediği Kur'an'ı harflerle de okuyup hafızlığını sürdürebilir.

Süreç böyle olursa çocukların duyarlılık dönemine denk gelen bir eğitim süreci yaşatılmış olur.”

Günümüz pedagogunun görüşleri de bu bunlar. Takdir okurlara ait. Tabii bu arada her çocuğun farklı kabiliyetlerde, değişik formasyonlarda olabileceğini de unutmamak lazım.

***

Son olarak İnsan ve Hayat dergimizden mevzu ile alakalı önemli ve detaylı bir makale

 

Kur’an’ı Kerim ve Hafızlık

Muhakkak bizim askerlerimiz (olan peygamberler ve onlara tabi olan mü’minler) elbette galiptirler.’ Her ne kadar bazı zamanlarda mağlup gibi görünseler de, itibar sonadır ve hüküm ekser içindir ve nadir olan yok gibidir”. (Sâffât suresi ayet 173; İsmail Hakkı Bursevi, Tefsiru Ruhu’l-Beyan)

Tefsirin devamında ise Müslümanların mağlubiyet sebepleri olarak, emre muhalefet, dünyaya tamah etmek, kendini beğenmek, gurura kapılmak olarak sıralanıyor. Engellenemeyecek mukadder olan ilahi nusret ise, Kur’ân-ı Kerîm’e sımsıkı sarılmaya bağlanıyor.

Kur’ân-ı Kerîm bir derya, bir deniz, bir hazine… Onda, doğru düşünenler için ibret, haram ve helalleri gösteren bir rehber, insanı aldatan her şeyden kurtuluş, dertli gönüllere şifa, her zaman koruyucu bir sığınak, insana ve hayatına dair yaş veya kuru, küçük veya büyük her ne varsa Kur’ân-ı Kerîm’de yer alıyor.

Kur’ân-ı Kerîm’in mûcizelerinin sonu yok. Geçmişe ve geleceğe ışık tutan Kur’ân-ı Kerîm’i okuyanlar, ne kadar tekrar etseler de onu eskitemezler. O, ışık veren bir ziya, aydınlık saçan bir nurdur. Peki, 1400 yıldır dünyayı ve insanlığı aydınlatan bu nur, evimize ve gönlümüze ne kadar sirayet edebiliyor?

İnananın muvaffak olduğu, hükmüne uyanın sadık olduğu, sarılanın hidayete erdiği, onunla amel edenin kurtulduğu Kur’ân-ı Kerîm, kütüphanedeki yerinde mi duruyor, yoksa her fırsatta dilimize, gözümüze, gönlümüze, fikrimize ve dualarımıza mı giriyor?

Peygamber Efendimiz (s.a.v) “İçerisinde Kur’ân’dan bir şey bulunmayan kimse, harap olmuş ev gibidir.” buyuruyor. Hadis-i şerif, kalbinde, aklında, dilinde Kur’ân-ı Kerîm’den bir şey olmayan insanı, işe yaramayan bir eve benzetiyor.

Bu hususta Ebu Hureyre (r.a) da “Hangi evde Kur’ân-ı Kerîm okunursa, orada bolluk bereket olur, şeytanlar uzaklaşır ve melekler o eve hücum eder. Hangi evde Kur’ân okunmazsa, o evde darlık, sıkıntı, huzursuzluk baş gösterir.” buyuruyor. Peygamberimiz’den bu güne kadar Müslüman olarak hayat süren milyonlarca insan, Kur’ân-ı Kerîm okuyarak şifa buldular, sıkıntılardan kurtuldular, bereketli bir dünya hayatı yaşayıp bereketli bir ahiret hayatı umarak irtihal ettiler. Önceki Müslümanlar gibi bizim de şifa ve bereket kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm’le olan ünsiyetimize geçmeden, onun uzun tarihini kısaca anlatalım.

Kur’ân-ı Kerîm’in inzali

Kur’ân-ı Kerîm kâğıda yazılı olarak inmemiştir. “Eğer sana kâğıtta yazılı bir kitap indirmiş olsak da onu elleriyle tutsalardı, yine de o kâfirler: ‘Muhakkak ki bu, apaçık bir sihirdir’ derlerdi.” (En’am sûresi, ayet 7) Bu ayet-i kerimeden de anlaşılıyor ki Kur’ân-ı Kerîm kâğıda yazılı olarak inmemiş, vahiy halinde Cebrail Aleyhissalam vasıtasıyla Rasulüllah Efendimiz’e indirilmiştir. Ancak Abese Sûresi ayet 13-16’da Kur’ân-ı Kerîm’in yazılması da anlatılmaktadır. “Bu kitap şanlı, yüce, tertemiz sahifelerdir. Asil ve faziletli kâtipler eliyle yazılmıştır.”

Peygamber Efendimiz (s.a.v) ümmetine Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemelerini tavsiye ediyorlardı. 1000 kadar sahabe-i kiram sûrelerin hepsini ezberlemişlerdi. Diğerleri ise Kur’ân-ı Kerîm’in bir kısmını ezberlemişti. Peygamber Efendimiz ezberlenmesini arzu ederken bir taraftan da Kur’ân-ı Kerîm’in yazılmasını istiyordu. Böylece Kur’ân-ı Kerîm hem yazılı hem de hafıza yoluyla tereddüde mahal bırakmadan tarihi yolculuğuna devam edebilirdi. Biz buradaki iki yoldan hafızlık yolunu ele aldık.

Kur’ân-ı Kerîm’e kâmil manasıyle ancak Peygamber Efendimiz (s.a.v) vakıf olmuşlardır. Ondan sonra da sahabe-i kiram. Ashab-ı kiram Kur’ân-ı Kerîm’i ezberliyorlardı. Onlar önce manaya vakıf oluyor, anlıyor ve öyle ezberliyorlardı.

Asıl maksat manasını düşünerek, anlayarak tedebbürle okumaktır. Nihai hedefte bu olması gerekiyor. Bugün tam bir hafızlık uzun bir süreç gibi gözükebilir. Ancak elden geldiğince ayet ayet, sûre sûre, önce mana sonra ezber yaparak sahabe-i kiram efendilerimizin yolunu takip etmek gerekiyor.

İlk dönemlerde hafızlık nasıl yapılırdı?

Mekke-i Mükerreme’de Daru’l-Erkâm, Medine-i Münevvere’de ise Mescid-i Nebevi’nin yanında Ashab-ı Suffe’den çok sayıda sahabe Hâfız-ı Kur’ân olarak yetişmişti. Ashab-ı Suffe sürekli Kur’ân-ı Kerîm okumakla meşgul olurlardı. Onlar vakitlerinin çoğunu Peygamber Efendimiz’in huzurunda geçirir, Efendimiz’den Kur’ân ve ilim öğrenirlerdi. Ne ticaret, ne sanat, ne ziraat, ne de herhangi bir kazançla meşgul olmaz, sadece Kur’ân ve ilim öğrenirlerdi. Onlar Kur’ân-ı Kerîm’in tadını almışlardı. İaşeleri Peygamber Efendimiz ve diğer sahabeler tarafından temin edilirdi. Mütevazı ve çok feyizli bir ortamda yetişen Ashab-ı Suffe, sayıları 400’ün üzerinde Kur’ân ve irfan ordusuydu

İlk hafızlar onlar arasından çıktı. Ashab-ı Suffe ilk gelen ayetleri hıfz ederlerdi. Ayetlerin manasını, emir ve yasaklarını öğrenmeden diğer ayetlere geçmezlerdi. İslamiyet’in başlangıcında yüzlerce Hafizu’l-Kur’ân yetişmişti. Kur’ânı ezberleyen ve onu başkalarına
öğretenlere “Kurrâ” namı verilirdi. Onların başlattığı Kur’ân sevdası (hafızlık okulu) bugün de aynı usulle devam ettiriliyor.

Hafızlık sistemi ve Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemek Hazret-i Allah’ın Ümmet-i Muhammed’e verdiği en şerefli mazhariyettir.

Bu şerefli mazhariyet sahabe devrinde zirvedeydi. Daha sonraki dönemlerde hafızlık eğitimi sistemleştirildi. Mesela; Selçuklular döneminde Daru’l-Huffaz ve Daru’l-Kurrâlar kurulmasıyla, hafızlığın müesseseleştiğini (kurumsal hâle getirildiğini) söylemek mümkündür. Osmanlı döneminde ‘Sıbyan Mektebi’ni, yani temel eğitimi tamamlayan bir öğrenci, önce alt seviyedeki bir Daru’l-Huffaz’a gider, orada hafızlığını tamamlardı. Sonra kıraat vecihlerini ve okuyuş usullerini (Aşere ve Takrib), öğrenmek amacıyla Daru’l-Kurrâ’ya devam ederdi. Bu kurumların başındaki hoca efendilere Reisü’l-Huffaz ve Reisü’l-Kurrâ denirdi.

Evliya Çelebi’nin kaydettiği bilgilere göre İstanbul’da “Esnaf-ı Hafızan-ı Kur’ân-ı Azim”in sayısı 3000 kadarı kadın olmak üzere 9000 idi. Merasimlerde hafızlar fetih sûresini okuyarak alay köşkünün yanından geçerlerdi.

Tarih boyunca İslam coğrafyasının her beldesinde hafız yetiştiren müesseseler vardı. Buralara genel olarak Kur’ân Mektebi manasına gelen isimler verilirdi. Kur’ân Mekteplerinde bölgeye göre her çocuk için ufak bir rahle ve bir de ufak minder bulundurulurdu. Afrika’da buna ilaveten tahta tablet olurdu. Talebeler tablet üzerine yazdığı ayetleri okur, ezberlerdi. Kâğıdın olmadığı yerlerde takip edilen bu usul hem yazma hem de ezberleme üzerine kuruluydu. Ama her nerde olursa olsun Kur’ân talebeleri tarih boyunca hoca efendi gelmeden derse toplanır, her biri kendi rahlesinin başına oturup Kur’ân-ı Kerîm ezberlemeye başlardı.

Hafızlığa ilk adım

Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Kur’ân, bir ucu Allah’ın diğer ucu sizin elinizde olan bir iptir. Ona sımsıkı tutunursanız, ebedi olarak sapmaz ve yok olmazsınız.” buyuruyor. Kur’ân-ı Kerîmin nasıl bir mucize-i ilahi olduğunu bilen insanlar, bir ucu Hazreti Allah’ta olan bu ipi kendilerince tutmaya çalışırlar. Onlardan biri de hafızlardır. Hafız, Arapçada “korumak, saklamak ve ezberlemek” manasına gelen hıfz kökünden türemiş bir sıfattır. Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını (114 sûre, 6666 ayet, 604 sayfa) ezberleyenlere, hafız denir.

Kur’ân-ı Kerîm’i kalbine ve hafızasına nakşedip ilk muhafaza eden Peygamber Efendimiz olmuştur. Sonrasında ise dört büyük halife Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali efendilerimiz gelirler. Muhacirinden Talha b. Ubeydullah, Saad b. Ebi Vakkas, Mus’ab bin Umeyr, Ebu Hureyre. Hanım sahabilerden Hazreti Aişe, Hazreti Hafsa, Hazreti Ümmü Seleme. Ensardan Übey b. Kâ‘b Mu’az b. Cebel, Zeyd b. Sabit, Zeyd el Ensari ve Ebu’d Derda hazretleri meşhur hafızlardan bazılarıdır.

Ayet-i kerimede Hazret-i Allah üç sınıf hafızdan bahsediyor. “Sonra biz o Kitabı (Kur’ânı) kullarımızdan seçtiklerimize miras verdik. Onlardan da kendilerine zulmeden var, ortadan giden var, Allah’ın izni ile hayırlarda öne geçen var. İşte büyük lütuf budur.” (Fatır sûresi, ayet 32) Bunlardan ilki, hafızlığı unutarak kendine zulmedenler. İkincisi ortada gidenler, bir şekilde unutmamak için gayret edenler. Üçüncüsü ise hayırda yarışanlar, ‘Ben onu nasıl muhafaza edebilirim, manasına daha iyi anlayıp nasıl daha iyi amel edebilirim diye düşünenlerdir. İşte Hazret-i Allah bu üçüncü sınıftaki hafızları methediyor. Onlara maddesiyle, manasıyla, ahlaki duruşuyla içten gelen bir güzellik ihsan ediyor. Bu güzelliğin sebebi Kur’ân-ı Kerîm’e bağlılıktır. Methedilen hafız olabilmek için Kur’ân-ı Kerîm’in sadece lafzını değil manasını da iyi anlamak, yaşamak ve yaşatmaya çalışmak gerekiyor.

Hafızlık hangi yaşta yapılmalı?

Her şeyin münasip bir zamanı olduğu gibi elbette hafızlık eğitiminde de yaşın rolü büyüktür. Gençlik ve ilk gençlik çağı (büluğdan önceki devre, müştehat dönemi) hafızlık için en uygun zaman kabul ediliyor. “Kim gençliğinde Kur’ânı öğrenirse, Kur’ân onun etine ve kanına karışır.” buyuran Peygamber Efendimiz, burada gençlik çağında Kur’ân öğrenmenin ehemmiyetine işaret buyuruyor. Bu çağlar istekli olma, meşguliyetin azlığı, gönül huzuru açısından en verimli dönemdir. Gençlik ve ilk gençlik yıllarında zihin berrak, meşguliyetler az, beyin tazedir. Dolayısıyla bu dönemde hafızlık yapmak daha kolaydır.

Hafızlık için yaş sınırı konulmamakla birlikte geleneklerimizde 15, 16 yaşına varmadan hafızlığa başlamak tavsiye ediliyor. Hazret-i Ali Efendimiz bu yaşlardaki gencin kalbini boş bir tarlaya benzeterek, bilgi olarak verilen her şeyi kabul edeceğini söylüyor. Fakat bu çağ serap gibidir, çabuk geçer. Olgunluk ve ihtiyarlıkta ise çok çalışmaya tahammül edilemez. Ancak yukarıda zikrettiğimiz hadis-i şerifin devamında Peygamber Efendimiz, “Kim ihtiyarlığında Kur’ân öğrenir, Kur’ân ile çok ilgilenir ve unutmazsa, onun için iki kat sevap vardır.” buyurarak Müslümanları ileriki yaşlarda da Kur’ân öğrenmeye teşvik etmiştir. Bir de insanlar arasına hafızlığın sadece 10 -15 yaşlarında yapılabileceği anlayışı hâkim. Ancak araştırmalara göre anlayış ve idrak seviyesi 20 ila 40 yaşları arasında zirveye çıkıyor. İlk gençlik çağında hafız olamayanlar, özellikle bu dönemi fırsat bilip hafızlığa başlayabilirler.

Hafızlık eğitiminde “Osmanlı Usûlü”

Tarih boyunca Kur’ân-ı Kerîm ezberlenirken farklı coğrafyalarda farklı sistemler tatbik edildi. Afrika’da olduğu gibi bazı bölgelerde, Fatiha sûresinden başlanıp Nas sûresine doğru ezberleniyor, bazı bölgelerde ise Kur’ân-ı Kerîm sûre sûre ezberleniyor.

Bizde ise Osmanlı döneminden itibaren tatbik edilen, Osmanlı Usulü dediğimiz hafızlık sistemi halen en yaygın takip edilen usul.

Osmanlı Usulü hafızlık sistemine göre Kur’ân-ı Kerîm ezberlemeye, her cüz’ün son sayfasından başlanıyor. Son sayfalar bitince birinci tur (şavt) bitmiş oluyor. İkinci turda sondan ikinci sayfa, üçüncü turda sondan üçüncü sayfalar ezberleniyor. Her bir turda daha önce yapılan ezberler sürekli tekrar ediliyor. Böylelikle önceki ezberler kuvvetlendiriliyor.

Bu sisteme göre yirmi turu bitirenler hafız oluyor. Yazımızda hafızlık kurslarında tatbik edilen bu sistemin nasıl işlediğini sizlere anlatacağız. Konuyu anlatmaya geçmeden önce, diğer sistemlere göre hafızlık yapmanın avantaj ve dezavantajlarından biraz bahsedelim.

“Kur’ân-ı Kerîm’i Osmanlı usulüyle ezberlemenin farkı nedir? Baştan sona ezberlemek daha kolay değil mi?” sorumuza, Hafız-ı Kurrâ Mehmet Uçar şöyle cevap verdi:

Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemenin birkaç tane usulü var. İsteyen kendine uygun olan usulu takip edebilir. Ancak hafızlık sabır ve inanç isteyen bir süreç, ecdadımız bu ilme kafa yorduğu için talebenin halet-i ruhiyesini de düşünerek, Osmanlı usulünü geliştirmiş. Düşünün, baştan sona ezberleme usulüyle bir hafız ilk on cüzü ezberliyor. Sonrasında eline Kur’ân-ı Kerîm’i alıp ‘Bu kadar sayfa ezber yaptım; ama şu kadar sayfa daha duruyor, daha yolun başındayım.’ diyerek orayı gözünde büyütebilir. Ancak Osmanlı usulünü takip eden hafızlar bunu asla demiyor. Ona göre Kur’ân-ı Kerîm’in tamamı eşit. Çünkü her cüzden ezberlediği sayfalar var. Hatta Osmanlı usulüyle, ‘Her cüzden ezber yaptım. Biraz daha gayret edeyim, hafızlığı bitireyim.’ diyerek, ezber iştahı daha da artıyor. Ecdadımızın hafızlık sistemi, hafızı sürekli ileriye doğru teşvik ediyor, gayretini ve şevkini artırıyor, ona sonraki sayfaları ezberletme gücü veriyor.” Ayrıca ecdadımız bu sistemle hafıza tekniğini de kullanmış ve sayfaları kodlamıştır. 600 sayfayı baştan sona ezberlemek mi kolay, yoksa 30 tane 20 sayfayı ezberlemek mi? Hafızlar bu kodlama sayesinde hangi ayetin nerede olduğunu daha kolay buluyorlar. Mesela “Rabbenağfirlî velivâlideyye…” ayeti nerededir
sualine, 13. cüzün 19. sayfasının, alt beş satırındadır diye cevap verirler.

Burada bir gerçeği de ifade edelim, dünyanın her tarafından Osmanlı hafızlık usulünü öğrenip kendi memleketlerinde uygulayanlar olmuş. Hatta yurt dışından Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmek isteyenler bu usulün takip edildiği yerleri gelip buluyorlar. Türkiye’de hafızlıkta Osmanlı usulünü çok güzel uygulayan yerler var. Çok da rağbet gören bu yerler, yapılanın ne kadar doğru olduğunu isbatlıyor. İsteyen her Müslüman bu sistemle rahatlıkla hafız olabiliyor. Hafızlık kursları şu an, ecdadımızın izlerini takip ediyor.

Ne kadar zamanda hafız olunabiliyor?

Hafızlıkta bir kişinin hedefini gerçekleştirme süresini, hafızın kendisi belirliyor. Normal şartlar içerisinde hafızlık eğitimi 1 ilâ 2 yıl sürüyor. Hafızlık kursunda bir iki yıl içerisinde hafızlığı bitirenler olduğu gibi, gayretli çalışmalarıyla 6 ay gibi çok kısa bir sürede hafızlığını  tamamlayanlar da var.

Hafızlık yapmak için yola koyulanların aklına ilk şu soru gelebilir, “Kaç ayda hafız olabilirim?

Bu soruya hafız-ı Kurrâlar şu hikâyeyi anlatarak cevap veriyorlar:

Tarlasında çalışan bir hocaya tanımadığı biri yaklaşıp sormuş:

- Efendi Amca, falanca köye tam olarak kaç saatte gidebilirim?

Hoca cevap vermemiş. Hâlbuki üç kez seslenmiş yabancı. “Herhalde sağır.” diye düşünüp yoluna devam etmiş.

Epey uzaklaştıktan sonra, Hoca, “Evlat gel!” diye bağırmış.

Merakla geri dönen gence,

“Sen tam olarak iki buçuk saatte gidersin.” demiş.

Genç adam demiş ki: “Amca bey, biliyordun da daha önce niye söylemedin?”

“Evet” demiş hoca, yolu biliyorum; ama senin yürüyüş hızını görmeden nasıl cevap verebilirdim?”

Hafızlar sayfaları nasıl ezberliyor?

Kur’ân sayfaları ezberlenirken satırlar “beşer-beşer” ezberleniyor. Bu, hafızlık için çok mühim bir husus. Hafızlıkta sayfaları beşer beşer ezberlemenin ayrı bir hikmeti var. Kur’ân-ı Kerîm’in ilk nazil olan ayetleri “Alak sûresi”nin ilk beş ayetidir. Beşerli ezber sistemini pratik hayatta tatbik eden hafızlık hocaları, bunun faydasını hatimle kıldırdıkları teravih namazlarında görmüşler. Talebelerine de bu usul üzere hafızlık yaptırıyorlar.

Osmanlı usûlü ile sayfa ezberleme

Ezberlenecek ilk beş satır asgari 15 kez mahreç ve tecvid kaidelerine uyularak okunuyor. 15 defa okumanın da bir usulü var. Önce tertil (yavaş okuyuş) ile bir-iki defa okunuyor. Özellikle ilk okuma hocanın huzurunda oluyor. Sonra orta okuyuş (tedvir) ile 12-13 defa okunmaya devam ediliyor. Şayet ihtiyaç olursa hızlı okuyuş (hadr) ile birkaç kez daha okunabiliyor. Buradaki püf nokta, sayfaları yüzüne okurken çok dikkatli olmaktan geçiyor. Çünkü doğru bakamayan talebe doğru göremiyor ve ezberi eksik ya da yanlış oluyor.

Kur’ân-ı Kerîm ve biz

Peygamber Efendimiz’den sonra Ashab-ı Kiram ve Müslümanlar Kur’ân-ı Kerîm’e sahip çıktı.

Hem erkeklerden hem de kadınlar arasından binlerce hafız ve hafizeler yetişti. Hazret-i Ebu Bekir Efendimiz: “Dünya işiyle ahiret işi yan yana geldiğinde ahireti tercih edin. Dünya işiniz de yoluna girer.” buyuruyor. Ashab-ı Kiram hep Kur’ân-ı Kerîm’i tercih ettiler ve kendi dönemlerinde büyük fetihler yaptılar.

Hasbelkader hafızlık yaşını geçirmiş, bu işe gönül veren ihtiyarların da kendilerine bir hafızlık hedefi koymaları gerekiyor. Çünkü 100 yaşında da olsa herkesin hidayete ve Kur’ân-ı Kerîm’e ihtiyacı var. İbrahim Aleyhisselamın ateşini söndürmek için su götüren karınca misali, hafızlıkta da önemli olan niyettir. Mesela her Müslüman, “Ben Kur’ân’ın onda birini ezberleyeceğim, oranın hafızı olacağım.” diyerek yola çıksa, bu niyeti, Hazret-i Allah’ın hikmetiyle tamamını ezberlemesine vesile olabilir. Hazret-i Kur’ân’ın tadını alan bir ebeveyn elbette evladını da hafız yapmak isteyecektir. Nitekim hafızlık yapan talebelerin ailelerinde en az bir hafızın olması, hafızlık kararında ailenin ne kadar tesirli olduğunu gösteriyor.

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki genç olsun ihtiyar olsun, Kur’ân-ı Kerîm’den yeteri kadar ezber yapmamış çok sayıda Müslüman var. Çoğu namaz kılarken sadece birkaç sûre okuyabiliyor. Bir ömür, 7-8 yaşlarında ezberlenilen birkaç sûreyle geçiyor. Özellikle yaz tatilleri Kur’ân-ı Kerîm ezberi yapmak için iyi bir fırsat. Bu zaman değerlendirilirse, tam olmasa da yarım hafız, bir cüzün hafızı ya da “Yasin sûresinin hafızı” olunabilir. Ayrıca namaz kılacak kadar ayet ve sûre ezberlemek her Müslüman için farz-ı ayındır. Fatiha ile birlikte bir sûre ezberlemek vacip, Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını ezberlemek ise farz-ı kifayedir.

Tabi Kur’ân-ı Kerîm’i hayatımıza alabilmek için öncelikle bilgisayarın, televizyonun ve internetin fuzuli işlerinden hemen vazgeçmek gerekiyor. Bunun için en güzel yol, akşam olunca ailesi ile birlikte toplanıp Hazret-i Kur’ân ile meşgul olmaktır. Evde hafızlık kampı yapmak, hane halkı için tercihi zor ama mükâfatı büyük bir yol olacaktır. Kur’ân-ı Kerîm’i her gün okumak, onunla yaşamak, onu öğrenmek, onu ezberlemek, olmadı namaz sûrelerini gözden geçirmek bile Kur’ân okurunu, Peygamber Efendimiz’in gıpta ettiği iki sınıftan biri yapabilir. “Ancak iki kişiye gıpta edilir. Biri Allahü Teâlanın kendisine Kur’ân-ı Kerîm ihsan ettiği ve onu gece gündüz okuyan kimse; diğeri ise Allah’ın kendisine verdiği malı gece gündüz infak eden kimsedir.”

Hafızlık tabirleri

Ham (çiğ): İlk defa ezberlenecek sayfa

Has (pişmiş): Daha önce ezberlenmiş sayfalar

Haslama: Ezberleri kuvvetlendirmek için yapılan tekrar

Galat: Yanlış ezberlenmiş kelime harf veya harekeye denir.

Kaynakça:

1. Osman Keskioğlu, Kur’ân Tarihi ve Kuran Hakkında Ansiklopedik bilgiler, İstanbul 1957 s. 91-92.

2. İbn Sahnun, Eğitim ve Öğretimin Esasları, İstanbul 1996.

3. İsmail Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’in Faziletleri ve Okuma Kaideleri, İstanbul 1996.

4. Faruk Bayraktar, İslam Eğitiminde Öğretmen ve Öğrenci Münasebetleri, İstanbul 1989

5. Ali Osman Yüksel, İbn Cezeri ve Tayyibetü’n- Neşr, İstanbul 1996

6. İmam-ı Gazali, İhyau’ Ulumi’d-Din, Cilt 1, İstanbul 1989.

7. İsmail Hakkı Bursevi, Ruh’ul Beyan Tefsiri, Cilt 7

Me’haz: İNSAN VE HAYAT Aktüel Kültür Dergisi, Hüseyin Yüksel, Tarih: Şubat 2013

Go to top