S.a. Hocam Kıyamet gününde Kâbe kendisini ziyaret eden mü’minlere şefaat edecek mi? Bu konuda umre şirketi kendi reklamını yapmak için Kâbe’ye şefaat uydurmuş diyenler var. Doğrusu nedir? Bunlara nasıl bir cevap vermek gerekir?

Soru: İsmi mahfuz bir okur tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap

*******

Ve aleyküm selam.

Değerli kardeşim;

Söz konusu zihniyettekilerin pek çoğu esasen sadece Kâbe’nin şefaatine değil, şefaatin aslına inanmıyorlar. Basbayağı şefaati inkâr edip Ehl-i Sünnet’in bu husustaki inancına itiraz ediyorlar. Binaenaleyh onlara bunu kabul ettirmek gibi bir sorumluluğumuz da gücümüz de olmaz, olamaz. Ama biz gene de meselenin aslını, işin doğrusunu anlatmaya çalışalım. Sonra da eğer kabiliyetleri varsa, kendileri hakkında Allah’tan hidayet dileyelim. Şefaat hakkında teferruatlı bilgi için bkz.

http://www.halisece.com/akaid/346-sefaat-nedir-kac-turludur-nerelerde-kimler-tarafindan-yapilacaktir.html

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1711-sefaati-inkar-edenler-hakkinda.html

***

Kâbe’nin bir diğer adı Beytullah’dır (Allah’ın evi) malumunuz.

Hakikat-i Kâbe bizzat Cenab-ı Hakk’ın kendisi, Beytullah da Suret-i Kâbe’dir. Biri mescûduh leh, öbürü de mescûdun ileyha’dır. Binaenaleyh manevi mertebesi çok yüksektir. Kıyamet gününde, mahşerde, kendisini ziyaret eden mü’minlere elbette şefaat edecektir. Bizim bunda zerre kadar şüphemiz yok ve bu şefaate nail u mazhar olmayı Rabbimizden ümit ediyor, istiyoruz.

***

Allah dostlarından bir zat Hicaz’a gidecek olur. Küçük çocuğu kendisine sorur:

- “Baba nereye gidiyorsun?”  der. Babası;

- “Beytullah’a gidiyorum.” cevabını verir. Çocuk zanneder ki, Beyt’i gören, Beyt’in sahibini görür. Bundan sonra,

- “Baba, beni niçin götürmüyorsun?” der. Babası,

- “Sen henüz müsait değilsin,” diye karşılık verir. Bu cevap üzerine çocuk ağlar ve babası dayanamayıp onu da götürür.

Yolda “mîkat” yerinde ihrama girerler ve “lebbeyk” demeye başlarlar. Ne zaman ki çocuk Beytullah’ı görür, derhal düşüp bayılır ve ruhunu teslim eder. Babası:

- “Ey ciğer-pârem, evladım!” deyip ağlamaya başlar. Hâtıftan (gaipten) bir ses gelir:

- “O, Beyt’in Rabbini istedi, onu gördü; sen de Beyt’in kendisini istedin, sen de onu gördün” denilir. Sonra ilave edilir: “O, ne herhangi bir yerdedir, ne de Cennet’tedir. Cenab-ı Hakk’ın kendisine ihsan ettiği mânevî bir makama yükselmiştir.[Abdullatif Harpûtî, Abdullatif (Terc.), Eser Kitabevi, İst., 1975, s. 171, Tefsîru Ruhu’l-Beyan’dan naklen]

İşte o beldeyi, o mukaddes beyti ziyarete gitmek için, evvela ev sahibinin daveti vardır. Ancak o davet gelince kulun kibirlenmesi, gaflet ve rahata düşerek hata işlemesi değil, ziyaretine gittiği Beyt’in azametini düşünerek; maddi hazırlık yaptığı gibi manevi hazırlıklar da yapması, aynen o küçük çocuk gibi eve değil, ev sahibine hürmetle, onu râzı etmeye çalışarak gitmelidir.

Zira Peygamber-i Zîşân Efendimiz (s.a.v.) buyuruyorlar ki:

Hac ve umre niyetiyle evinden çıkıp yolda ölen kimsenin defterine, kıyamete kadar hac ve umre sevabı yazılır. Mekke veya Medine’de ölen ise, mahkemeye arzedilmez, hesaba çekilmez, kendisine (doğrudan) buyur Cennet’e gir denilir.” [Gazalî, İhyâu Ulûmiddîn (Terc.), Bedir Yayınevi, İstanbul, 1974, 1, 683-684, Hadisin birinci kısmını Beyhakî, ikinci kısmını Dârekutnî rivayet etmiştir.]

İşte bu yeryüzündeki eşsiz Beyt’i ziyaret niyeti ile yola çıkmak bile o derece faziletli iken, oraya gitmek ve Âlemlerin Rabbine duâ ve ibadette bulunmak, ne büyük kıymeti haizdir.

***

Tabiîn devrinde yetişen meşhur ve mâruf hadîs âlimi Vehb bin Münebbih (rh.) hazretleri (645-741) naklediyor:

“Tevrat’ta yazılı olduğuna göre; Allahu Teâlâ, kıyamet gününde Arş’tan, Beytü’l-Haram’a, her birinin elinde altın bir zincir olan, yediyüz bin melek gönderecek. Sonra onlara, onu mahşere çekin, diye emredecektir. Onlar da onu çekerler. Bu arada bir melek;

- “Yürü ey Kâbetullâh!” der. O da;

- “Hayır, bana istediğim verilmeden yürümem” karşılığını verir. Bir melek de,

-  “İste” diye nidâ eder. Bunun üzerine Kâbe:

- “Yâ Rabbi, benim yakınlarımda defnedilen komşularım hakkında şefaatimi kabul buyur!” Allah Teâlâ;

İstediğin olsun”, buyurur.

Hemen onlar da, yüzlerinin akıyla ihramlı olarak ve Telbiye ederek Kâbe’nin etrafından kalkarlar. Bundan sonra yine melekler;

- “Ey Kâbetullah! Yürü”, derler. Kâbe de;

- “Hayır, istediğim verilmedikçe yürümem.” diye mukabele eder. Bunun üzerine,

- “İste” diye nidâ olunur. Bu defa şöyle der:

- “Yâ Rabbi, bütün uzak yollardan bana gelen, günahkâr kulların hakkında şefaatimi kabul eyle ve yâ Rabbi, onları fezeu’l-ekber’den (büyük korkudan/kıyametin şiddet ve dehşetinden) emin kılmanı istiyorum!” Allahu Teâlâ da:

- “Senin onlar hakkındaki şefaatini kabul eyledim”, buyurur.

Sonra bir münâdi şöyle nidâ eder:

- “Kâbe’yi ziyaret edenler, insanların içinden ayrılsın. Bundan sonra Allahu Teâlâ onları, yüzleri beyaz olduğu halde Kâbe’nin etrafına toplar ve onları ateşten emin eder.” 

Sonra bir münâdi de şöyle seslenir:

- “Ey Kâbetullah! Yürü”. Bu defa o da:

- “Lebbeyke lebbeyk” der ve melekler onu çekerler, o da yürür. Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (s.a.v.) rastlar ve;

- “Ey Allah’ın Nebîsi, beni ziyaret etmeyenlerin işine bak; çünki ben, beni ziyaret edenlerin şefaatçisiyim” der. [Bkz. Süyûtî, ed-Dürru'l-Mensur fi't-Tefsîr bi'l-Me'sur, c. 1, s. 137; İmam Hâkim, el-Müstedrek, c. 8, s. 40; Seyyid Abdülehad Nûrî, Mev’iza-i Hasene (trc.), 1, 323]

Haberde geldi ki;

Şüphesiz Makam-ı İbrahim, Rukn-i Yemânî ve Hacer-i Esved (Es’ad), Rasûl-i Ekrem Efendimize (s.a.v.), bizi ziyaret etmeyenlere şefaat et. Çünkü biz, bizi ziyaret edenlere şefaat edeceğiz” derler. [Seyyid Abdülehad Nûrî, a.g.e., (trc.), 1, 324]

Ömründe bir kez olsun hac edemeyen kimseler, hiç olmazsa umre vesilesiyle olsun o muazzam Beyt’i ziyaret ederlerse, kıyamet gününde onlara şefaat edici ve kurtarıcı olacaktır şüphesiz.

***

N e t i c e

Evet, kıyamet günü Kâbe-i Muazzama yani Beytullah’ın şefaati de haktır. Kendisini ziyarete gelen mü’minlere şefaat edecektir. Edille-i Şer’iyyeden sünnetle sabittir.

Nitekim yukarıda uzun uzadıya anlatmaya çalıştığımız husus, Zehretü'r-Riyâd(*)da da yine Vehb İbn Münebbih’ten (rahmetullahi aleyh) özet olarak şöyle nakledilmektedir:

''Hak Teâla Hazretleri, Arş'tan, ellerinde altından zincirler olduğu halde kıyamet gününde Kâbe'ye yetmiş bin melek gönderir. Melekler Kâbe'ye;

- ''Sen de mahşer yerine gel'' diye davet ederler.

Kâbe:

- ''Dileğim kabul edilmedikçe mahşer yerine gelmem.'' der.

Melekler:

- ''Ne istiyorsun?'' diye sorarlar.
Kâbe:

- ''Rabbimin, beni ziyaret edenleri ve civarıma defnedilenleri bağışlamasını diliyorum.'' der.

Hak Teâla Hazretleri:

- ''Bağışladım ve seni ziyaret edenleri büyük dehşetten emin kıldım.'' buyurur.

Ondan sonra münâdi:

- ''Ey Kâbe! Mahşer yerine gel diye çağırır.'' ve Kâbe de mahşer yerine gelir. Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem'e hitaben şöyle der:

''Yâ Rasûlallah! Beni ziyarete gelemeyenlere sen şefaat eyle! Beni ziyaret edenlere de ben şefaat edeyim.'' der. 

 

Dipnot

(*) Zehretü’r-Riyâd (Zühretü’r-Riyâd): Zehretü’r-Riyâd ve Nüzhetü’l-Kulûbi’l-Merâd: Süleyman bin Dâvud es-Sistânî’nin (es-Süvarî) mev’iza hakkında yazdığı meşhur bir eseridir. Kitap aynı müellifin Behcetü’l-Envâr adlı Farsça bir eserinin tercümesidir. [Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zünûn, cilt: II, s. 922, cilt: I, s. 257]